İnsanın okur hali

CAN ACER
Abone Ol

Takiyettin Mengüşoğlu Heidegger’i ziyaret ettiğinde odasında sadece Hegel ve Hegel’e kadar olan filozofların kitaplarının bulunduğundan bahsediyor. Bunun sebebini, pek de mütevazi diyemeyeceğimiz bir şekilde Heidegger’in kendisini ziyaretçilerine sunuş biçiminde, Hegel’den kendisine doğru dolaysız bir çizgi çekmek istemesinde arayabiliriz. Bu durumun filozofun o sırada yaptığı çalışmalarla ilgili tesadüfi bir sonuç olabileceğini düşünebileceğimiz gibi bilinçli bir tercih olduğunu da varsayabiliriz. Heidegger çağının söylem kalabalığından kaçmayı, son yüzyılın yayın dünyasındaki tansiyondan uzaklaşmayı bir yerden sonra kendi inşa sürecinde daha sağlıklı bir tavır olarak görmüş olabilir. Filozof, zamanı yavaşlatmaktadır.

Filozof, zamanı yavaşlatmaktadır.

Günümüzde okurun önündeki en esaslı problemlerden biri budur. Masamızın üzeri hiçbir zaman olmadığı kadar kalabalık ve dağınık. Nitelikli metini fark etme konusunda bir şaşkınlık yaşıyoruz. Uzun yıllardır çıkan merkezi edebiyat dergilerini artık iyi metnin referansı olarak kabul edemiyoruz. Bir zamanlar sanatçının devletle, hamileriyle kurduğu patronaj ilişkisinin bir benzerinin artık bu dergilerin yahut yayınevlerinin kurumsal yapılarıyla bize dayatıldığını hissediyoruz. Bu mecralara gönül indirmeyip bakışımızı başka yöne çevirdiğimizdeyse tam bir karmaşa ile karşılaşıyoruz: sayısını takip edemediğimiz dergiler, fanzinler, yayınevleri, bireysel girişimler… Bunun yanında kişinin felsefe, tarih, sosyoloji gibi alanlarda kendini geliştirme ödevini düşündükçe ve aynı yayın enflasyonunun bu alanlarda da olduğunu gördükçe şaşkınlığımız artıyor. Heidegger gibi zamanı yavaşlatmak arzusu duyuyoruz

On beşinci yüzyılda dünya kitap üretimi otuz ila otuz beş bin kitap arasında değişiyordu. Ve bu kitaplar ancak toplam iki yüz bin nüshayı bulacak şekilde çoğaltılmaktaydı. Dolayısıyla okuma eylemi kitapların tekrar tekrar okunması şeklinde gerçekleşiyordu. Heidegger’den on yedi yaş büyük olan Mehmet Akif çeşitli kitapları okumaktansa bazı kitapları döne döne okumayı tercih ettiğini söylerken klasik okuma tarzını devam ettiriyordu. Bu insanlar on dokuzuncu yüzyılın sekiz buçuk milyon nüshayı bulan ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde beş milyon nüshayı bulan yayın dünyasında yaşarken bu perhizi belli ki kendilerine zorunlu gördüler.

Heidegger’den on yedi yaş büyük olan Mehmet Akif çeşitli kitapları okumaktansa bazı kitapları döne döne okumayı tercih ettiğini söylerken klasik okuma tarzını devam ettiriyordu.

İşin kötüsü ne okuyacağımıza işaret edebilecek bir eleştiri filtresi ve edebiyat kanonu da yok.

Günümüzde ise sadece Türkiye’de, 2023 yılında 400 milyon 340 bin adet kitabın üretildiğini söylüyor Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu. İlk çağ uygarlıklarının kil tabletlere, papirüslere yazdığı; Yunan ve Romalıların önlerine açıp karşısında eğildiği; bütün Ortaçağ uygarlıkların kürsülere astığı, rahlelere koyduğu; daha sonra elde taşınacak kadar yaygınlaşan ve şimdi de ceplerimize, telefonlarımıza giren bir nesne olarak kitap, kimsenin kontrol edemeyeceği ve vakıf olamayacağı bir saha artık. Altmışlı yıllarda gençliğini yaşayan isimler o zamanlar ne çıksa okuduklarını fakat artık yetişemediklerinden bahsediyorlar haklı olarak. Bu yetişememe hâlinde muhtemelen doğru seçimleri yapamıyoruz. Sezai Karakoç’un:

Kağıt endüstrisinde

Müthiş bir gerileyiş tekniği

Papirüs

Mermer

Tuğla

Ceylan Derisi

İpek Kumaş

Odun

Saman

Kepek

şeklinde ifade ettiği gerileyiş tekniğinin edebiyat sahasında da olduğunu düşünüyoruz. Ve işin kötüsü ne okuyacağımıza işaret edebilecek bir eleştiri filtresi ve edebiyat kanonu da yok. Geriye tek yol kalıyor. Akif ve Heidegger’in yaptığı gibi masayı sadeleştirmek. Çoğu okur böyle yapıyor ve bunun doğal sonucu olarak edebiyat belli bir zamansal kesitte sabitleniyor. Her okur âdeta akademi gibi edebiyatı birkaç on yıl geriden takip ediyor.