İki nehrin düş çiçeği: Kazan
Bir şehrin sadece şimdiki zamanına mı gideriz? Eğer varmak istediğimiz şehir bizi geçmişine de çağırmıyorsa onu ne yapalım? Kitap düşkünü birisi için mesela Kahire ve Kazan gibi şehirlerin bugünkü karakteri yeterli olur mu? Hele son yüz elli yıllık kültür, düşünce ve edebiyat dünyamız bu iki şehir olmadan nasıl açıklanabilir? Matbaada ilk Kur’an-ı Kerim basımının 1801 yılında Kazan’da basılmış olmasının anlamı yok mu? Ya da Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin ilk kez Kahire’de basılması önemli değil mi? Neden ayrıca Harf Devrimi öncesi basılan kitaplarda, Kahire ve Kazan baskılarının itibarı yüksektir? Çünkü, Osmanlı modernleşmesine bağlı kültürel ve düşünsel faaliyetlerde bu iki şehir başat rol oynamıştır.
Kazan’a gitmek, sadece coğrafi bir duygunun peşine turist olarak düşmek değildir, Musa Carullah, Yusuf Akçura, Rıza Fahreddin, Sadri Maksudi gibi nice entelektüelin peşine düşmektir. Müslüman aydınlar, Rusya’da olup bitenler ile Osmanlı dünyasında olup bitenler arasında ciddi düşünsel faaliyetlere de girişmiştiler. “Tukay Müzesi”nde bunların ne denli izi var merak ediyorum. Dahası, geriye, daha geriye gittiğinizde, Orta Asya’da kültürel oluşun inançla kurduğu derin bağı iktidar ilişkileriyle de çözmenin derdine taşımaktır.
Zaten, Kazan şehrinin geldiği ‘kazgan’ kelimesi de geriye, geriye gider ve su ile buluşur. Su, akarken şehri ve tarihi de kurar. İdil ve Kazanka nehirleri, Kazan’ı sert mizaçlarının çekiçleriyle şekillendirirler. Bugünkü Tataristan’ın başkenti olan Kazan, bir milyonu aşan nüfusuyla başta Kazan Tatarları olmak üzere başka milletlerin de beraber yaşadıkları bir merkez konumundadır. “Süyümbike Minaresi”, “Kul Şerif Camii”, “Mercani Camii”, “Tukay Müzesi” gibi yapıların etrafında dönerek şehrin şimdiki canlı ve pırıltılı etkisinden çıkabilirsiniz. Aksi hâlde, Kazan’ın mevcut rahat ve huzurlu salınışına kapılıp gidersiniz. Gerçi buna da hakkınız var, iyi bir şehir planı sizi nazikçe içine çeker, su, gökyüzü ve insan yüzlerinin sakinliği arasında dolaştırır. İkliminin aksine yumuşak bir şehir duygusu verir Kazan hep.
Önüne ‘Öçpoçmak’ konulmuş birisi, çayını yudumlayıp Volga’nın her zaman derin sularına daldığında neyi düşünür tam burada? Kazan hakkında yapılmış YouTube videolarına bakarsanız size daha çok şekilleri, binaları, kilse ve camileri gösterecektir. Şak şak tatlısının kulağa hoş gelen sesi karşısında gülümseyecek ama, Altınordu Devleti’nin yıkılışından itibaren Rusya’nın uyanışı, Türkçe konuşan bölgelerin sert geçen kışlardan daha çetin yaşadıklarını hatırlamayacaktır. Sadece Kubbealtı Lügati’ndeki ‘Kazan’ maddesine bakmak bile burada, suya bakarken yapılacak düşsel/düşünsel yolculukları duymaya yeter. Kazan, diğer özerk bölgelere ve Rusya’ya bağlı cumhuriyetlere nazaran daha müreffeh bir görüntüye sahip. Fakat mesela Türkiye Türkçesi kadar köklü bu dilde bugün yapılan edebiyat ne durumda? Kazanka, nehrine bakarken dert etmeye değmez mi?
İki nehrin birden sarıp sarmaladığı şehre gidip geçmiş Kazan Hanlarından kalmış bir Tufe- i Merdan nüshasının peşine düşmek yeterince heyecan verici değil mi?