Horasan'ın kalbi: Merv

GÜVEN ADIGÜZEL
Abone Ol

Dört bin yıldır kumların ortasında ölüp diriliyor. İpek Yolu’nun üzerindeki nöbetçi. Karakum Çölü'ndeki vaha şehri. Horasan’ın 4 havarisinden biri; Merv. Merv-eş-şahıcan. Avesta’daki Margiana ülkesi, Ahameniş kralı Daryus’un kitabesi Behistun’ın Marguş’u. En çok iki cihangir sevdi onu, en çok iki hükümdarın kılıcına ayna oldu; tutkuyla bakakaldılar çehresine; Büyük İskender ve Sultan Sencer.

Merv şehri, günümüz Türkmenistan Cumhuriyeti sınırları içerisinde, Mari Vilayeti’ne bağlı Bayramali ilçe yerleşiminin 6 km batısında yer alıyor.

Rivayet odur ki Türk Hakanı Efrasiyap kurmuştu bu şehri. Onun mührüyle yüzyıllarca taçlandı ruhu. Kum fırtınalarına direndi, istilalarla göğüs gerdi, cellâtlarıyla savaştı, her taşı, her tuğlası ateşle sınandı. Cümle ahalisi göğekini biçilir gibi kılıçtan geçirildi, sokaklarından can aktı, mürekkep aktı, kan nehirleri çağıldadı. Sasanîler, Emevîler, Abbasîler, Tâhirîler, Sâmânîler, Gazneliler, Selçuklular, Hârezmşâhlar, Gurlular, İlhanlılar, Timurlular, Şeybânîler, Safevîler oturdu tarih boyunca tahtına. Batı Türkistan’ın, Mavera’nın, Horasan’ın kalbi oldu. Gözden düşen uzak belde ya da o vazgeçilmez payitaht, Merv’in kaderinde ikisi de vardı. İlmin, idarenin, siyasetin merkeziydi, gün geldi ıssız, terk edilmiş, yalnız zamanlara karıştı.

Abbasi ihtilalinin başladığı Merv, Halife’nin başşehri namıyla taçlanacaktı. Merv Oğuzlar’ın kaderiydi, uzun örülü saçları ve rüzgâr misali atlılarıyla bu şehirde yeniden doğdu Oğuzlar. Selçukluların ilk başkenti Merv, kaderin bir cilvesi olarak son başkent unvanına da sahip oldu. Merv’de Oğuz rüyasıyla başlayıp, yine Merv’de Oğuz isyanlarıyla bitecekti o görkemli hikâye. Horasan’da ilk kurulan devlet Çağrı Bey tarafından 1037’de Merv’de ilan edildiğinde, kuruluş felsefesinin temelleri şehrin ruhaniyetine hizalanmıştı. Çağrı Bey sonrasında tarihsel rolü unutulan Merv, Sultan Sencer tarafından yeniden payitaht yapılacağı güne kadar kaderini bekleyecekti. Bozkır savaşçılarını varlığıyla durduran, isyan ateşlerini başlamadan söndüren, Asya içlerine kadar devletin sözünü ulaştıran Merv’in stratejik önemi zamanın kumlarına karışmıştı. Merv İlkeleri, rüzgârlara savrulup gitti.

İlmin, siyasetin, ilkelerin ve medeniyet ruhunun ölümsüz başkentiydi burası.

Merv’in felaketi, Şubat 1221’de Cengiz Han oğlu Tuluy Han’ın 80.000 kişilik ordusuyla geldiği şehirde, üç günlük talan-yağmalama sonrasında ahalinin tamamını katletmesiyle başlayacaktı. Kıskandıran güzelliği kanlar içindeydi, ruhunu ateşten bir azap kapladı. Sanatkârların esir edildiği, surların yıkıldığı, şehrin yakıldığı uzunca bir felaketti bu. Merv, Moğol felaketinden sonra bir daha asla eski ihtişamına kavuşamayarak yaralı şehir namıyla hayatta kalacaktı. Felç olmuştu, yaralarını sarmak kolay değildi. Vahşi hayvanların, sırtlanların, yolunu kaybetmişlerin gözünü diktiği bir yerdi artık. Ne ağaç dalı ne sütunlu taraça ne de taş üstünde bir taş kalmıştı geriye. Adı Merv’di, varlığından güç alarak yeniden ayağa kalkmaya çalışacaksa da yarası hiç iyileşmedi. İki asır sonra Timurlu hükümdarı Şahruh, şehrin harabe hâline can suyu vererek elinden tutup ayağa kaldırdığında, uzun yıllar sonra her hâliyle ilk kez nefes almıştı sanki Merv.

Ölümsüz şehir

Merv Oğuzlar’ın kaderiydi, uzun örülü saçları ve rüzgâr misali atlılarıyla bu şehirde yeniden doğdu Oğuzlar.

Murgap Nehri’nin suladığı verimli topraklarda, kurucuları Pers hükümdarı Tahmuras ile Makedonyalı Büyük İskender’in koyduğu o ilk tuğlaların üzerinde yükselen ihtişamını devam eden on beş asır boyunca koruyan Merv, Selçuklu çağının parlayan yıldızıdır. Çağrı Bey’in, bahadırlarıyla birlikte Merv’i fethettiğinde, iç kaleye girdikten sonra, atının örtüsünü yere serip, "taht gibi" üstüne oturduğu rivayet edilir. Tarihe Horasan’ın boynuna serilmiş gerdanlığın en değerli incisi olarak geçen kütüphaneleri, türbeleri, kanalları, kaleleri ve sanatkârlarıyla seyyahların aklını çelen, kadim Merv, Ömer Hayyam, Ebu Hamid Gazali gibi isimlerin himaye edildiği, dönemin meşhur Aziziye ve Kemâliye kütüphanelerinin ev sahipliğini yapan bayındır şehirlerin şahıydı. İlmin, siyasetin, ilkelerin ve medeniyet ruhunun ölümsüz başkentiydi burası.

Merv’di adı. Güzelliği anlatılırdı kitabelerde. Dört büyük taç kapısından girilirdi bu şehre. Babu Medine, Babu Sincan, Babu Balin ve Babu Muşkan adlarını taşıyan bu dört kapı, Merv’in görkemli güzelliğinin yüzüydü sanki. Erk Kale, Gâvur Kale, Sultan Kale, üç büyük kalesi, Macan Cuma Camii, Beni Mahan Camii, Mescid-i Atik Camii de üç büyük camisiydi. Merv’i Selçuklunun kalbi yapan Çağrı Bey’in ebedi uykusunun yurdu Macan Cuma Camii içindeki türbe, oğlu Sultan Alparslan’ın da buraya defnedilmesiyle baba-oğul iki büyük cihangirin sırt sırta son kez buluşmalarının temsili olmuştu.

Çağrı Bey’in bahadırlarıyla birlikte Merv’i fethettiğinde, iç kaleye girdikten sonra, atının örtüsünü yere serip,

Melik Alaaddin Ata el-Cuveynî’nin 12. yüzyıla ait şehir tasviri şöyledir: "Merv Sultan Sencer’e başkentlik yapmıştır. Büyük küçük herkesin derdine derman aradığı bir yerdi. Horasan’ın en mümbit ve en güzel topraklarına sahipti. Emniyet ve huzur kuşunun yuvası daima burada bulunurdu. Nüfusunun sayısı Nisan yağmurunun damlalarıyla boy ölçüşürdü. Havası güzeldi. Orada yaşayanların en yoksulu bile zamanın padişahları ve emirleri gibi yaşardı. Kendilerini dünya fatihleriyle eş tutarlardı." Merv şehri, günümüz Türkmenistan Cumhuriyeti sınırları içerisinde, Mari Vilayeti’ne bağlı Bayramali ilçe yerleşiminin 6 km batısında yer alıyor. Merv’in aşığı Sultan Sencer’in Ahiret Evi olarak yaptırdığı, bir zamanlar turkuaz renkli çinileriyle ünlenen türbesi, bugün çinileri dökülmüş olsa da bütün görkemiyle Merv’in tapu senedi gibi yerinde duruyor.

Çağrı Bey ve Sultan Alparslan’ın ebedî uykularını hâlâ koynunda saklıyor Merv.