Hilmi Yavuz: Şiir, toplumun içinde bulunduğu medeniyet durumuyla birebir bir karşılıklılık içinde olmalıdır

ERAY SARIÇAM
Abone Ol

Yazar, felsefeci, akademisyen ama her şeyden öncesi ve önemlisi ‘şair’ Hilmi Yavuz ile 50’li yılların şiir ortamından yol’culuğa, Londra yıllarından Honduras’a kadar keyifli bir söyleşi yaptık.

50’li yıllardan bugüne hem Türkiye’de hem de dünyada çok şey değişti. Şiirden siyasete, teknolojik gelişmelerden hayatı algılayışımıza kadar… Peki, şiire başladığınız yıllarda Türk şairinden ve Türk şiirinden beklenen neydi bugünden farklı olarak? O yıllarda siz, İkinci Yeni şairleri, önceki toplumcular ya da diğer kuşak şairleri Türkiye’yi, dünyayı ve şiiri nasıl algılıyordu?

1950’li yılların ilk yarısında, bizim yeniyetmelik yıllarımızdı, ‘Garip’ şiiri yürürlükteydi.Bu, ‘Garip’in hâlâ başat [dominant] bir akım olarak görünüyor olması demekti. Gerçi 1953’de ‘Varlık’ta Turgut Uyar’ın ‘Öteyi Beriyi Omuzluyorum’u ve 1954’de ‘Yeditepe’de Cemal Süreya’nın ‘Gül’ şiiri yayımlanmıştı ama, ‘2. Yeni’nin öne çıkarak görünür olması, bana göre, 1956’dan sonradır.

Türk şiirinde değişmeyen şey: ‘şiirde anlam’ sorusudur.

Türk şiirinde neyin değiştiğini soruyorsunuz: Bence ‘değişmeyen nedir?’i sormak gerekir: Değişmeyen, ‘şiirde anlam’ sorusudur. Ahmet Hâşim, modern Türk şiirinin Manifestosu saydığım ‘Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar’da, şiirde ‘anlam’ sorununu geriye iterken, ‘Garip’ Önsöz’ünde Orhan Veli, anlam’ı öne çıkarır. 40 kuşağı ve sonrası Toplumcu Gerçekçi için de ‘anlam’, şiirin birincil işlevidir: ‘2.Yeni’ ise, anlamı yeniden geriye itecektir.

‘2.Yeni’de ‘anlam’ konusu problematiktir. Kimilerine göre, şiir ‘anlamsız’dır: İlhan Berk’in, Ece Ayhan’ın ve Ülkü Tamer’in bazı şiirleri, gerçekten ya gramer kurallarını ya da mantık kurallarını ihlâl eden ‘anlamsız’ şiirlerdir. [Bu konuda benim. ‘Edebiyatla Felsefe Arasında’ adlı makaleler kitabımdaki ‘2.Yeni’de Anlamsızlık: Evet Ama Hangi Anlamda?’ başlıklı yazıma, oradaki örneklere bakılabilir]. Anlam sorununu, ‘anlamsızlık’ ile ‘anlamın geriye itilmesi’ arasına, ayırt edici bir sınır çizilmeden idrak etmek, ‘2. Yeni’nin vahim malûliyetlerinden biridir.

‘Anlam’ sorunu, Türk şiirinin Dünya’yı ve Türkiye’yi nasıl algıladığının temelli bir göstergesidir.

50 yılı devirdiniz şiir tarihinizde. Sizi başta şiir olmak üzere, metin üretme konusunda bunca heyecanlı, verimli, ısrarlı kılan nedir? Diğer akranlarınızdan sizi ne ayırdı?

‘Metin üretmek’ konusunda ‘heyecanlı’ olduğum görüşüne katılmıyorum; ancak, evet, ‘verimli’ ve ısrarlı’ olduğum söylenebilir. Şiiri ‘heyecan’la değil, sözcüklerle, deyiş yerindeyse, ‘sözcüklerin bilinci’yle yazarım ben.

Benim bir Poetikam var. Şimdiye değin çok kereler söyledim, yineleyeyim: Şiir, toplumun içinde bulunduğu medeniyet durumuyla birebir bir karşılıklılık [mütekabiliyet] içinde olmalıdır: Bu toplum, 1839’dan bu yana hem geleneksel hem de modern bir toplumdur ve medeniyet olarak ‘idiyet’le ‘mensubiyet’i eşzamanlı olarak yaşamaktadır. Öyleyse şiir de, hem bizim geleneksel müktesebatımızı, hem de Batı’nın modern poetik birikimini birlikte temellük etmek [kendi mülkü kılmak] durumundadır.

Şiir ve edebiyat programları ya da akademik çalışmalar için şehir ve ülke dışına çokça çıktığınızı düşünüyorum. Peki, aklınız bu şehirlerden hangisinde kaldı? Bir bahane arayıp da tekrar tekrar gitmek istediğiniz şehri merak ediyorum...

Benim aklım hep İstanbul’dadır. Londra’da uzun yıllar yaşadım. Üniversite öğrenimimi orada tamamladım. Öğretim [ta’lim] evet, ama asıl zihnî [entelektüel] eğitimim [terbiye], felsefe metinlerini analitik bir okumaya tâbi tutma pratiğiyledir. Oradaki üniversite öğrenim ve eğitimime çok şey borçluyum. Yahya Kemal gibi söylersem, ‘mektep’ten memleket’e’, bu ülkeye oradan nasıl yararlı olabileceğim konusunda teorik ve pratik bir donanımla döndüm. Londra’da yaşadığım yıllarda Paris’e de gittim. İlk gençlik yıllarımın ideal kentiydi Paris. Kendi kuşağımın ve benden önceki kuşakların hep ‘orada-olmak’ istedikleri kent! Daha sonraları, orta yaşlılık yıllarımda Berlin, Budapeşte, Bosna ve Prag’ı gördüm. Berlin Avrupa’nın özüdür bence. Orada sanki Avrupa’nın her şehrinden bir parça varmış gibi gelmiştir bana. Tekrar gitmek istemem hiçbirine; ama mesela Tegucigalpa’yı [doğru mu yazdım?] görmek isterim.

‘Anlam’ sorunu, Türk şiirinin Dünya’yı ve Türkiye’yi nasıl algıladığının temelli bir göstergesidir.

Honduras’ı! Honduras deyince… İlginç bir anekdot aktarayım: Rahmetli Bülent Ecevit’in başbakan olduğu yıllar. Mümtaz Soysal da Dışişleri Bakanı. Soysal’a çok yakın bir arkadaşımla konuşurken, birden ‘Mümtaz Hoca Atatürkçü değil mi?’ diye sordum. ‘Şüphen mi var?’ diye yanıtladı arkadaşım. ‘Biliyorum’ dedim, ‘öyleyse bir önerim var: Atatürk, edebiyatçıları büyükelçiliklere atamıştı. Yahya Kemal Madrid’de, Ruşen Eşref Atina’da, Yakup Kadri Tiran’da, Hamdullah Suphi Bükreş’te, Memduh Şevket Kâbil’de…’ Gülerek ilave ettim: ‘Neden Mümtaz Hoca da bu geleneği ihyâ etmesin? Bak ben Paris, Londra, Washington, Bonn… falan istemiyorum: Mesela beni Şili’ye büyükelçi atasa? Hem Neruda’yı çevirdiğim için orda Türkiye’yi herhangi bir diplomattan daha iyi temsil ederim!’ Karşılıklı gülüşmüştük…

Şehirlerin şairler ve düşün insanları üzerinde nasıl bir etkisi vardır? Bir de özel olarak sormak istiyorum. Sizin üzerinizde hangi şehirlerin ve ülkelerin ne gibi etkileri oldu?

1957 ile 1964 arasında, İstanbul’da iki gazetede çalıştım; ‘Vatan’da muhabir olarak, ‘Cumhuriyet’te dış haberler sekreteri olarak. Teknik olanaklar dolayısıyla gazeteciler, özellikle muhabirler için, zor, çok zor yıllardı. Şiir yazamadığım, kendimi politik misyonlar için harcadığım yıllar… Şiire yeniden Londra’da başladım. ‘Bakış Kuşu’ndaki şiirlerin büyük bir bölümü orada yazıldı. Borges’in bir sözü vardır: ‘Ben yaşamadım, okudum!’ der: Londra, benim için budur: yaşamadığım, sürekli okuduğum ve yazdığım şehir!

Kimi felsefeciler, seyahati doğrudan sanat olarak tarif ediyor. Mesela Eugenio Borgna “her kapalı kurumda can sıkıntısı tehlikesi gizlidir” derken; Niçe, “sadece elimle yazmıyorum; ayağım da katılmak istiyor bu etkinliğe her zaman” diyor. Peki, sizin nezdinizde seyahat nedir? Seyahat ve şiir/ edebiyat nerede buluşur; yaratıcılık konusunda?

Şiiri ‘heyecan’la değil, sözcüklerle, deyiş yerindeyse, ‘sözcüklerin bilinci’yle yazdığımı söyleyebilirim.

Belki yadırgayacaksınız ama, yolculuklar daima tedirgin eder beni; büyük olasılıkla bilinçdışı bir dürtüyle: Çocukluk yıllarım, babamın memuriyeti dolayısıyla Anadolu’da, sık sık ilçe değiştirerek geçti. Bir ilçeye alışıyorsunuz, arkadaşlarınız oluyor, sonra birden… haydi bir başka ilçeye! Bir şiirimde şu dizeyi yazmıştım: ‘ben dönüşlere bakardım’. Bir ilçeden ayrılırken, otobüsün arka camından, giderek uzaklaşan, gözden kaybolan o ilçeye, içlenerek, hüzünle bakardım. Belki günün birinde yeniden orada olabilmek? Dönebilmek? Ama hiç olmadı…

Bu bilinçdışı tedirginliği, her şeyin, değişmeden aynı kalması konusunda, Tanpınar’ın Ahmet Hâşim için kullandığı deyişle söylersem, ’hayatı kasten daraltmak’la gidermeye çalıştım: ‘Semper eadem’! [Her şey aynı kalsın!’]. Yıllardan beri Bodrum’a, Yahşi Yalı’ya giderim Hep aynı otelde kalırım: Aynı odayı isterim. Aynı yerden denize girerim. Saat 17.00 olunca da defterlerimi alır, yine aynı mekâna gider, kahvemi içer, defterime yazmaya koyulurum. Son 40 yılda yazdıklarımın neredeyse tümü, orada yazılmıştır.

Hocam, “yol” kelimesi epey zengin bir kavram, sembol ve imge vs. Peki, Yolculuk Şiirleri şairinde yol’un karşılığı nedir? Ayrıca hem bizde hem de dünya edebiyatlarında yol’da olmak neden bu kadar çok karşımıza çıkıyor? Neden bu kadar ilgimizi çekiyor yol üzerine düşünmek?

‘Yolculuk şiirleri’, elbette dikkat etmişsinizdir, üç yoldan söz eden üç bölümden oluşuyor: ‘Doğu’ya, ‘Batı’ya’ ve ‘Öte’ye’ giden yollar! ‘Yol’, bu bağlamda bir metafor. Neyi kastettiğim açık. Ayrıntıya girmeye gerek yok.

Berlin Avrupa’nın özüdür bence. Orada sanki Avrupa’nın her şehrinden bir parça varmış gibi gelmiştir bana.

Peki şiir yolculuğunuzda şimdi sırada neler var hocam? Son olarak Talan Şiirleri sizin için de şiirimiz için de çok önemli bir aşamaydı. Peki aklınızda şimdi hangi durak/lar var, hangi Şiir’ler? Yolculuk nereye doğru gidecek...

‘Talan şiirleri’ konusunda söyledikleriniz için size yürekten teşekkür ederim. Şiir yol’unda yeni durağa henüz ulaşmış değilim. Ben ağır adımlarla yürüyen bir yolcuyum; hiç acelem yok!