Hep ayrılık hep uzak: Bağdat

ÖMER ERDEM
Abone Ol

Kadıköy’deki Ayrılık Çeşmesi’ni sağ yanınıza alıp güneye doğru yürüyünce Bağdat Caddesi’ne çıkarsınız. İstanbul’dan yol metaforu ile başlayıp da yaklaşık iki bin kilometre menzildeki Bağdat’a varmak isterseniz sadece mesafenin uzaklığını değil, bir türlü yakası kapatılamayan ayrılıkları da göze almanız gerekir. Vaktiyle Fuzuli’ye yurt olmuş, bir düş ve düşünce odağı olarak hep merkezde kalmış Bağdat, aramaya ne taraftan başlayacağınızı bilemediğiniz bir yitik misali kaybolup durur bu menzilde. Fakat Bağdat, hemen her tür Binbir Gece Masalı yakıştırmasının dışında gökte parlaması istenilen gerçek bir yıldız sayılır. Hatta öyledir de kadim çağlardan bu yana Bağdat, bir gök yıldızıdır.

Kadim çağlardan bu yana Bağdat, bir gök yıldızıdır.

Çocukluğumda evimize İstanbul’dan hediye bir paket hurma getirmişti birileri. Paketin üzerinde bir çift meyveye durmuş hurma ağacı bulunuyordu. İrice harflerle “Bağdat Hurması” yazılı bu paket günlerce rüyama girmişti. Hurmanın tadı bir yana Bağdat kelimesi beni etkilemişti. İstanbul ile Bağdat’ı çocukça bir mantıkla bütünleştirmiş, Bağdat’ı İstanbul’un bahçesi yapmıştım zihnimde. Büyüyünce hem İstanbul’a hem de bahçesine kavuşacaktım. Fakat şu hayatta hangi şey düşlerdeki kadar güzel ve saf olabilirdi ki. Ben vardığım zaman İstanbul çoktan uçmuş, Bağdat ise oradan iki bin kilometre uzağa düşmüştü. Yine de içimde hep bir umut kökü kaldı. Bağdat’a gidecektim. Eyvah! Hem içerden hem dışardan hunharca katledildi Bağdat. Bombalar onun yüzünü yaralarla donattı. Gitmek-gelmek mümkün olmadı. Fakat, Bağdat öyle bir sırra sahipti ki, Dicle nasıl yok olamazsa o da yerin dibine geçemezdi.

Savaş sadece binaları yıkmaz asıl insanların içindeki şevki boğar. İç ve dış hırsızlar Amerika işgali sırasında Mezopotamya'nın pek çok tarihi eserini Bağdat’tan dışarıya kaçırdılar. Bu bakımdan soyulmuş bir şehirdir Bağdat. Güncel belgesel görüntülerine bakıldığında insanların günlük ayakta kalma çabaları, her yönden fışkıran yıkıntılarla birleşir. Eğer imgeden yeniden bir dirilme olsaydı Bağdat’ın bir kısmı bu hâliyle bırakılır sonra da yeniden kurulurdu. Bağdat’ın nereden düştüğünü anlamak için Abdülkadir Geylani Türbesi’nin içinde yarım saat geçirmek ışık ve ayna oyununun dünyaya bir kâinat tasavvuru olarak nasıl gösterileceğini idrak etmek yeterdi. Belli ki vaktiyle Bağdat buranın içi gibiydi, şimdiyse dışarısı yıkım. Bozbulanık.

İstanbul ile Bağdat’ı çocukça bir mantıkla bütünleştirmiş, Bağdat’ı İstanbul’un bahçesi yapmıştım zihnimde.

El Mütenebbi Caddesi üzerinde yürüseydim bir gün Babil’in Asma Bahçeleri’ni çağırır, sabahları çay ile beraber sıcak ekmeğe bal-kaymak süren insanlarla zamanın tespihini çekerdim. Bağdatlıların ‘maskuf’ dedikleri balığı çok sevdiklerini duydum. Dicle ne kadar balıkla doludur bilmiyorum ama İstanbul’un dillere destan balıklarını buraya akıtır, çocukluğumda rüyalarıma giren “Bağdat Hurması”nın bahçelerini arardım. Osmanlı Kışlası’nın duvarlarından birine yaslanır, uzak Anadolu toprağından buraya asker gelip de dönmeyenleri hayal ederdim.

Biliyorum bunlar uzak düş. Bağdat, yorulmuş bir kalp gibi dinlenmek ve eski zamanların çağıltısından bir esenlik umuyor. Yine de hâlâ Bağdat ismi çekici ve güzel. Ayrılık Çeşmesi’nden hareket eden bir tren belki bizi oraya götürür. Bu şiir olur. Biri gerçekleştirir mi dersiniz bu düşü?