Geçmişin sırlarını taşıyan şehir: Zaragoza

EMİNE YÜKSEL
Abone Ol

Sonbaharın kendini iyiden iyiye hissettirdiği bu günlerde kışın o soğuk yüzünden önce görmemiz gereken bir yer var. Şimdiye kadar Madrid veya Barselona gibi şehirler öne çıksa da İspanya’nın güzelliğiyle bu şehirleri aratmayacak, gezerken farklılık isteyenleri memnun edecek başka şehirleri de var. Bunda tarihi boyunca birçok kültüre ev sahipliği yapmasının payı büyük elbette. Fakat bu kez rotamızı biraz İspanya’nın iç kısımlarına çeviriyoruz; doğa, tarih ve sanatın mükemmel bir uyum yakaladığı bu küçük İspanya şehrini sizlere tavsiye ediyoruz. Yani İspanya’nın kuzeydoğusunda konumlanan Aragon Özerk Bölgesi’nin başkenti Zaragoza’ya gidiyoruz.

İspanya tarihinde önemli bir yer tutan engizisyon mahkemeleri ilk kez Zaragoza’da kurulmuş.

Zaragoza, MÖ. 24 yılında Roma İmparatoru Augustus tarafından Ebro Nehri’nin kıyısında, stratejik sebeplerle Colonia Caesaraugusta adıyla kurulmuş bir şehir. Roma’nın çöküşünün ardından 300 yıl kadar da Vizigotların hâkimiyetinde kalmış. 714 yılında Müslümanlar fethetmiş ve 1118’e kadar burada hüküm sürmüş. Bugün ise yaklaşık 800 bin kişinin yaşadığı küçük bir İspanyol şehri. Doğası itibarıyla Zaragoza Los Monegros adı verilen çöl tarzından yeşil meralara, sık ormanlar ve yüksek tepelerden dağlara uzanan arazi yapısıyla hemen hemen her iklimi içinde barındıran bir bölge. Ayrıca İspanya tarihinde önemli bir yer tutan engizisyon mahkemeleri ilk kez Zaragoza’da kurulmuş. Çok kültürlülüğünün bir tezahürü olarak da diğer Avrupa ülkelerinde göremeyeceğimiz bir mimariye sahip. Dolayısıyla şimdi bu yaşlı şehri biraz daha yakından tanımanın tam vakti.

Geçmişle yol arkadaşlığı

Zaragoza’da ilk durağımız şehrin simgesi olan Pilar Bazilikası. Ebro Nehri’nin kıyısında muhteşem gotik mimarisiyle göz dolduran bazilika, özellikle sonbaharda, şehir sarıya büründüğünde büyüleyici bir manzara sunuyor. Bazilikanın içinde yer alan freskler ve ünlü İspanyol ressam Francisco Goya’ya ait eserleri mutlaka görmelisiniz. Buradan aldığımız mimari hazzı hiç kesintiye uğratmadan bir sonraki durağımız La Seo Katedrali oluyor. Bu katedral içinde bir din tarihi müzesi de barındırıyor. Nitekim yapılışı da dinler tarihi açısından önemli. Katedralin olduğu yerde eskiden Büyük Zarogoza Camii varmış ancak İspanyollar şehri ele geçirdikten sonra camiyi yıkıp yerine katedrali inşa etmişler. La Seo Katedrali, farklı dönemlerin ve kültürlerin mimari tarzları bir araya getirilerek inşa edilmiş. Romanesk, gotik müdejar, Rönesans ve barok mimariye ait özellikler görebilmek mümkün. Bu mimari üsluplardan müdejar, İslam mimarisinin karakteristik özelliklerini koruyarak Hristiyanlık bileşenlerini uygulayan bir üslup. Zira Zaragoza dâhil İspanya’nın pek çok yerinde bu üsluba rastlamak mümkün.

Bakire Piilar Bazilikası.

İslam mimarisi demişken şehirdeki üçüncü durağımız Caferiye Sarayı. Burası 11. yüzyılda Müslümanlar tarafından inşa edilmiş. Aynı zamanda bir kale. Zarif kemerler ve süslemelere sahip Caferiye Sarayı’na hayran kalmamak mümkün değil. Müslümanlardan sonra da Hıristiyanlar da burayı yönetim merkezi olarak kullanmaya devam ettiği için günümüze kadar ulaşabilmiş. Özellikle sonbaharda bahçe ve iç avlulardaki ağaçların sarının bin bir tonuna bürünmesiyle sarayın görkemi kat kat artıyor diyebiliriz. Zaragoza’da bir sonraki durağımız ise Engizisyon Müzesi. Hıristiyanlığı korumak için kurulan engizisyon mahkemelerinin zulümlerinin yakın şahidi Zaragoza. 1992 yılında açılan müzede de bu döneme ait birçok belge ve nesne sergileniyor.

Taşın hikayesi

Zarif kemerler ve süslemelere sahip Caferiye Sarayı’na hayran kalmamak mümkün değil.

Zaragoza, tuval üzerindeyken mucizevi şekilde canlanmış bir resim gibi. Fakat sanat sadece şehrin görünümünde değil sakinlerinde de yaşayan bir unsur. Hatta romantik ressam Francisco Goya da bir bakıma Zaragozalı sayılır. Çünkü kendisi Zaragoza’ya sadece 44 kilometre uzaklıktaki Fuendetodos kasabasında dünyaya gelmiş. Bu nedenle şehirde ressamın adına açılmış ve eserlerinin sergilendiği bir müze var. Goya’nın resimlerini yakından görmeyi kimse kaçırmak istemez diye düşünerek burayı da gezi rotanıza eklemenizi tavsiye ediyoruz. Zaragozalı başka bir sanatçı da 20. yüzyılın ünlü heykeltıraşlarından Pablo Serrano. 1974’te Pablo Serrano adına açılan müzede sanatçının soyut ve figüratifi birleştirdiği eserlerini ile başka sanatçılara ait modern sanat eserlerini görebilirsiniz. Yine Zaragozalı bir heykeltıraş olan Pablo Gargallo adına 16. yüzyıldan kalma tarihi bir yapı içerisinde açılan bir başka müzede de Gargallo’nun eserlerini inceleyebilirsiniz.

Sonbahar melankolisi

Zarif kemerler ve süslemelere sahip Caferiye Sarayı’na hayran kalmamak mümkün değil.

Sizi sonbaharda bu şehri görmeye davet ettiğimize göre biraz da doğasından bahsedelim. İlk olarak şehrin en büyük caddesi Paseo de la Independencia’ya uğrayalım. Doğayla caddenin ne alakası var diyebilirsiniz. Fakat bu cadde tarihi yapılarıyla ve sonbaharda dökülen yapraklarla muazzam bir havaya bürünüyor. Bu yüzden melankolik ya da romantik yürüyüşler için sadece parkları değil, Paseo de la Independencia’yı da hiç düşünmeden tercih edebilirsiniz. Fakat Zaragoza’nın parklarını da ihmal etmemek şartıyla. Zaragoza, küçük bir şehir olmasına rağmen pek çok doğa harikası parkı bulunuyor. Pignatelli Parkı, 18. yüzyılda İspanyol aristokratı Don José Pignatelli de Cerdán tarafından yaptırılmış. Şehrin tam merkezinde ve ziyaretçilerine muhteşem sonbahar manzaraları sunuyor. Yine şehir merkezinde yer alan Grande José Antonio Labordeta Parkı ise göletleri ve havuzlarıyla ziyaretçilerini büyüleyici manzaralara şahit kılıyor. Dolayısıyla sonbaharın son demlerini hakkıyla yaşamak isteyenlerin Zaragoza seyahatini planlamada biraz hızlı davranması gerekiyor.

Romantik ressam Francisco Goya da bir bakıma Zaragozalı sayılır.