Eski bir Fransa: Edith Piaf

ŞAHKURT EMİRDAĞLI
Abone Ol

Yağmurlu Paris sokaklarını, işgallere direnen Brest kıyılarını ve tekinsiz Marsilya banliyölerini aynı anda sesinde büyüten, yükselten ve kanatan bir şarkıcı. Eski bir Fransa. Dağ gibi kalbi ve kocaman-küçücük gövdesiyle kökleri Eyfel Kulesi’ne kadar uzanmış yapayalnız bir ağaç. “Kaldırım Serçesi” lakabı, kırık-dökük yaşantısı ve Fransa’nın en hüzünlü zamanlarının şahidi olmasıyla her daim can yakıcı bir şarkının adı olarak kalacaktır Edith Piaf.

Serçe anlamına gelen “Piaf’’ takma adını almadan tam 20 yıl önce, 19 Aralık 1915 tarihinde Paris Belleville’de Edith Giovanna Gassion adıyla doğduğunda, Fransız askerlerini Alman esir kamplarından kaçırdığı için yakalanıp idam edilen İngiliz casus-hemşire Edith Cavell’in adını taşıdığını bilmiyordu. Hayatı böyle başladı, büyük bir dünya savaşının tam ortasında doğmuştu, yoksulluğun en dibini gördüğü bu zor zamanlara sesiyle direnmeye çalışacaktı. Başka bir şey bilmiyordu, sesinden başka sığınacağı bir liman yoktu. Edith olarak savaşın ortasında başladığı hayatı, Piaf olarak kaldırımlardan havalanarak sahnelere konmasına kadar devam edecekti.

Édith Piaf yaşadığı zamanın Fransa'sında en sevilen sanatçılardan biriydi.

Sokaklarda cambazlık yapan babasının yanında, tek bildiği parçayı, yani Fransa Ulusal Marşı’nı söyleyerek 14 yaşında başladığı kariyeri, kaldırımlarda, batakhanelerde ve ucuz barlarda sesini duyurma çabasıyla devam ederken, 1935 yılında Gerny’s Kabare’nin sahibi Louis Leplée tarafından keşfedilerek sokak şarkıcısı unvanından kabare yıldızlığına terfi ettirildiğinde artık hayatı gibi adı da değişecektir: La Môme Piaf’tır namı. Küçücük bedenine sığmayan yakıcı sesiyle kaldırımlarda La Marseillaise’i söyleyen, çok üşümüş yalnız bir kaldırım serçesi. Kabare yıldızlığının ardından yaptığı radyo çalışmaları ve plaklarıyla şöhreti kısa sürede Paris’i aşarak uzak kıtalara ulaşacaktır.

Aslında Edith Piaf’ın hayatı, Fransız gazeteci Robert Belleret’nin 2013 yılında yayımladığı kitabın adıyla müsemma olarak, Bir Fransız Miti sayılırdı. Piaf, kariyeri hakkında konuşurken yaptığı ekleme ve çıkarmalarla bu mitleri severek kullanmış, hikâyesinde kendi lehine olacak şekilde değişiklikler yapmıştı. Piaf’ın hikâyesi, kaldırımda doğması, çocukken kör olması, Alman işgali sırasında Fransız askerlerini kurtarması gibi zorlu hayat imajına sonradan dahil edilerek daha güçlü bir persona inşası için kullanılan bu gibi şaibeli yan hikâyelere sahip olsa da, yine de toplamda anlamlı bir gerçekliğe sahiptir.

Piaf'ın lâkabını

Umutsuz aşklar, yorgun zamanlar ve büyük savaşlar boyunca, paramparça olmuş hayatına ağıtlar yakarak yaşadı Piaf. 1.45’lik boyu, sahne imzası sayılan sesiyle özdeşleşmiş siyah elbisesi ve eski bir hatıranın küllerini üfler gibi söylediği ağır Fransız aksanlı vokalinin eşlik ettiği şarkılarıyla, bir dönemin en önemli kültürel ikonlarından biri olmayı başarmıştı. 1962 Eylül’ünde Eyfel Kulesi'nin balkonundan şarkılar söylediği Fransız halkının bu muhteşem konseri unutabilmesi mümkün değildi. Her iki dildeki (İngilizce-Fransızca) versiyonuyla da efsaneleştiği La Vie En Rose şarkısı Piaf’ın simgesi olsa da, Non, je ne regrette rien kişisel yolculuğunu en iyi anlatan şarkısıydı. Ne me quitte pas ve Padam, padam ise kalbine zarar vermek isteyenler için iki unutulmaz Piaf ağıtı olarak kayıtlara geçecekti. Piaf, 10 Ekim 1963’te karaciğer kanserinden öldüğünde, Père-Lachaise mezarlığına götürülen tabutunu 100 bin kişilik devasa bir kalabalık bekliyordu. Charles Aznavour’a göre, Paris, Alman işgalinden beri sokaklarında böyle bir kalabalığı görmemişti. Biricik kaldırım serçesini uğurluyordu Fransa. Bir hikâye sona ermişti.

Kısa süre içinde tüm Fransa tarafından bir

İkinci Dünya Savaşı’nın tüm yıkıcılığını kalbinde taşıyan bir şarkıcı olarak tanındı Piaf. Fransa en çok bu hâliyle sevdi onu. İkinci Dünya Savaşı’nın tanığı olmuş hüzünlü bir ses olarak yani. Tüm melankolisi, dramı ve yalınlığıyla dinleyenlerini saran sesi, acılarla dolu yaşantısının intikamıydı. Bizzat kendisiydi aslında; şarkılarında anlattığı yalnızlık, acı ve o hüzünlü Fransa. Yağmurlu Paris sokaklarında kaldı Piaf’ın ruhu, serçesi olduğu kaldırımları süslüyor artık ayak sesleri, geride bıraktığı her şey kadar, sessizce. Attila İlhan şöyle söylemişti Piaf’ın ölümü için: “Piaf'ın ölmesi gerçekte, kıyısından köşesinden bizim de tanıdığımız eski bir Fransa’nın ölmesi demekti.”