Eduardo Galeano: Malikanelerin makinesi haline geldik

ZEYNEP KANTARCI
Abone Ol

Jonah Raskin’in Eduardo Galeano ile Monthly Review için yaptığı bu söyleşi,ilk olarak 2009 yılında yayımlanmıştır.

Latin Amerika’yı, "kulağınıza fısıldayan bir kadın" olarak tasvir ediyorsunuz. O kadın anneniz miydi?

Hayır, duyduğum annemin sesine değil, kulağıma sırlar fısıldayan bir sevgilinin sesine benziyordu daha ziyade.

Yaşamınız süresince neleri yitirdiniz?

Bence başarısızlıklarımın bir toplamıyım ben. Gençliğimde ünlü bir futbolcu olmayı istiyordum ama tahtadan bacaklarım vardı. Daha sonra bir aziz olmayı istedim, ama günaha meyilli biri olduğum için onu da olamazdım. En sonunda bir ressam olmaya karar verdim. Şimdi de sözcüklerle resim yapıyorum.

Kitapları birçok farklı dile çevrilmiştir.

Roman yazarı Sandra Cisneros’un "kadın gibi" yazdığınızı söylediğini ilk duyduğunuzda buna tepkiniz ne oldu?

Ne güldüm ne de homurdandım. Bir methiye olarak gördüm bunu.

"Erkek gibi yazmak" veya "Latin Amerikalı gibi yazmak" diye bir şey var mı?

Asıl önemli olan, dürüstçe yazmak. Birbirimizi, kullandığımız sözcükler vasıtasıyla tanıyoruz. Ben kullandığım sözcüklerden ibaretim. Birine sözcüklerimi verdiğimde aslında kendimden veriyor oluyorum.

İçerisinde bulunduğumuz çağın bir ruhu var mı; bir "zeitgeist" mevcut mu günümüzde?

Günümüzde dünya, mermilerin arasında kalmış kör bir adam gibi dönüyor.

  • Zeitgeist
  • Bir çağın düşünce ve duygu biçimidir. Bu kavram belirli bir dönemin özelliğini göstermekte, daha doğrusu bu özelliği gözümüzde canlandırmayı denemektedir. Almanca bir kelime olan Zeitgeist birçok dilde de aynen kullanılmaktadır.

Tarihi, imparatorlukların yükseliş ve düşüş hikâyelerinden ibaret görmeye meyilliyim. Sizin önerebileceğiniz başka bir bakış açısı var mı?

Tarihteki en iyi hikâyeler bile bazen pek mutlu sonlanmayabiliyor. Elbette tarihin kendisi hiçbir zaman sonlanmıyor. Tarih her gün yeniden başlıyor ve bize hoşça kal dediğini sandığımız anlarda aslında sadece "sonra görüşürüz" diyor.

Eduardo Galeano, Montevideo'da, orta sınıf Katolik bir ailede doğdu.

1968 senesi benim jenerasyonum için unutulmaz bir yıldı. Sizin için de unutulmaz bir yıl var mı, acaba unutulmaz yıllar kendimize anlattığımız tatlı masallar mı?

Zaman, onu ölçmeye çalışanlarla dalga geçer. Ama öte yandan bana öyle geliyor ki zaman, hatıralarımız rüzgâra tutulan kum tepeleri gibi ortadan kaybolmasınlar diye onları tarihlere sabitleme ihtiyacımızı da anlıyor.

Sanatçı ve yazarlar bana büyülü gerçekçiliğin yalnızca bir edebi akım veya üslup değil, tümüyle bir "var olma biçimi" olduğunu söylüyorlar. Siz bunu nasıl görüyorsunuz?

Gerçekliğin tümü büyülüdür; kuzeyde ve güneyde, doğuda ve batıda ve dahi bütün gezegende. Biz ona genellikle kör ya da sağır olsak bile gerçeklik her zaman gizem ve sürprizlerle doludur. Yazmak, belki de bunu bu doluluğu içinde yakalamaya yardımcı olabilir.

Şarkiyatçılık ile Kültür ve Emperyalizm kitaplarının yazarı ve aynı zamanda bir eleştirmen olan Edward Sid, bizim çağımızın, tarihteki diğer çağlarda olmadığı kadar sürgünler, göçmenler ve yerinden edilmiş insanların çağı olduğuna inanıyordu. Bu konu hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Dünyamızdaki egemen kültür, bize Başka’nın bir tehdit oluşturduğunu ve kendimiz dışındaki herkesin tehlike arz ettiğini söylüyor.

Dünyanın bir yarış pisti veya savaş meydanı olduğu paradigmasını kabul ettiğimiz sürece o veya bu şekilde sürgün olmaya devam edeceğiz.

Bizim topraklarımızdan çok uzakta, çok farklı yerlerde ve zamanlarda doğsalar bile çeşitli insanlarla yurttaş olabileceğimize inanıyorum.

Gazetecilik kariyerine 1960'larda, Marcha'da editör olarak başladı.

Bir dünya merkezi, dünya sınırı var mı?

Kitaplarımı, bilhassa son kitabım Aynalar’ı hiçbir yerin bir diğerinden ve hiçbir insanın bir başka insandan daha fazla önem taşımadığını göstermeye çalışmak amacıyla yazdım. Kolektif hafızamız, dünyaya hükmedenler tarafından sakat bırakıldı. Bu kişiler günbegün mevcut gerçekliğimizi de tahrip ediyorlar. Güç sahibi ülkelerde yaşayanların "arkadaşlık" kelimesinin yerine "liderlik" kelimesini koymayı öğrenmeye başlamaları gerekiyor.

Bu zamandan geriye dönüp Che’ye bakınca, Latin Amerikalıların ona duyduğu müthiş hayranlığın ve saygının yanı sıra tüm o Che tişörtleri, filmleri ve devasa biyografilerinden sonra: Bugün onu nasıl görüyorsunuz?

Che, Che olmaya devam edecektir. İnatçı bir adam o, sürekli yeniden doğmaya devam ediyor ve ölmeyi de reddediyor. Bu, müstesna bir insan olduğu için böyle. Yapacağını söylediği şeyi yaptı ve düşündüğünü de dile getirdi, ki bu olağandışı bir şey. Bizim dünyamızda sözcükler ve eylemler pek nadiren yan yana durur ve yan yana durduklarında genellikle birbirlerini selamlamaz ve fark etmezler.

Marksizm, bir kurgu yazarı olmanıza ne şekilde katkı sağladı veya engel oldu?

Çocukluğumu Katolik, ergenliğimi ise Marksist olarak geçirdim. Hem İncil’in hem de Das Kapital’in içine dalan ender insanlardan biri olabilirim. Bir antropoloji müzesinde sergilemeliler beni. Elbette üzerimde ikisinin de etkileri hâlâ var, ama ikisine de ait değilim.

Pek çok yazar, gerçeği kurmaca bir metinde dile getirmenin kurmaca olmayan bir metinde dile getirmekten daha kolay olduğunu söylüyor. Buna katılıyor musunuz?

Emin değilim. Yalnızca şunu söyleyebilirim ki gerçeklik; korku, güzellik ve delilik için bir araya getirilen tüm şairleri gölgede bırakıyor.

1976'da ünlü triyolojisi,

Kendinizi "Burası son derece gelişmiş bir kültüre sahip." dediğiniz bir yerde buldunuz mu hiç? Çok gelişmiş veya az gelişmiş kültür diye bir şey var mı?

Tüm kültürler bilinmeyi, tüm sesler ise duyulmayı hak eder. Kurtuluş teolojisi hareketindeki kıymetli arkadaşlarımın "Sesi olmayanların sesi olmak istiyoruz." şeklindeki o ünlü deyişlerine katılmıyorum. Hayır, hayır ve hayır. Hepimiz bir sese sahibiz. Hepimizin başkalarına söyleyeceği, methedilmeyi ya da en azından mazur görülmeyi hak eden sözleri var. Basitçe, insanlığın büyük bir kısmı susturuluyor; konuşmaktan menediliyor.

Teknolojinin geldiği nokta hakkında neler söylemek istersiniz?

Bu işin sorumlusu makineler değil. Makinelerin hizmetçisi hâline gelenler biziz. Biz, makinelerin makinesiyiz. Yeni iletişim araçları bizim hizmetimizde olsalardı son derece kullanışlı olabilirlerdi şüphesiz, tam tersi bir durumda değil. Arabalar bizi sürüyor, bilgisayarlar bizi programlıyor, süpermarketler bizi satın alıyor.

Hayatınızın büyük bir kısmını gazetecilik yaparak geçirdiniz. Gazeteciliğin bir kurum olarak sona ermesine nasıl bakıyorsunuz?

Gazetecilik bende derin izler bıraktı. Artık kitap yazmaya makale yazmaktan daha düşkün olsam bile ben aslında gazeteciliğin ürünüyüm. Gutenberg devrinden geldiğimi de itiraf etmeliyim. Bir makaleyi veya kitabı ekran üzerinde okumak, benim için neredeyse imkânsız. Okumayı, bana temas eden ve benim de temas ettiğim kâğıt üzerinde tercih ediyorum.

13 Nisan 2015'te saat 08:20'de Montevideo'da akciğer kanseri hastalığı nedeniyle öldü

Biyolojinin insan hayatındaki rolünün büyüklüğünü yaşlandıkça daha iyi hissetmeye başladınız mı?

Einstein, genç olmayı öğrenmenin seneler aldığını söylemişti. Şu anda üzerinde durduğum mevzu bu.