Delilikle yoksulluk arasında: Fikret Mualla
Modern Türk resminin en ilginç isimlerindenbiri olan Fikret Mualla, çileler ve yokluklarlageçen yaşantısına rağmen resim yapmaktanasla vazgeçmez. Yaşadığı sıkıntılarla başaçıkmak için resme sığınır. Kadıköy’debaşlayan hayatı, dönemin sanat merkezi olanParis’te devam eder. Barlar, karakollar ve akılhastanelerinde geçen bir ömür, Alp Dağları’nıneteklerindeki kimsesizler mezarlığında sonbulur. Hayattayken sanatıyla beklediğideğeri bulamayan Fikret Mualla,bugün dünyada en çok tanınan Türkressamlarından biri olmuştur.
Çocukluk yılları
Fikret Mualla, 1903 yılında Emine Nevber Hanım ve Avrupa devletlerinin Osmanlılardan alacaklarını düzenleyen Düyun-u Umumiye’de ikinci müdür olan Mehmet Ekrem Bey’in, özlemle beklenen ilk çocuğu olarak İstanbul’da doğar. Ailenin kız çocuğuna duyduğu istek, o daha doğmadan isminin konulmasına neden olur: Mualla. Ancak dünyaya gelen bebek erkek olunca -Ekrem Bey’in Tevfik Fikret’e olan hayranlığının da etkisiyle-, ismin önüne bir de Fikret konulur.
Eğitim yılları
Fikret Mualla’nın çocukluk yılları Kadıköy’de geçer. Saint Joseph’te başlayan eğitim hayatı fazla uzun sürmez. Fenerbahçe’de sol kanat oyuncusu olan dayısı Topuz Hikmet’e olan hayranlığı nedeniyle başladığı futbol bir tutkuya dönüşür. Futbol aşkıyla derslerini ihmal etmeye başladığından babası Ekrem Bey onu yatılı olarak Galatasaray Lisesi’ne vermeye karar verir. On üç yaşında futbol yüzünden ailesinden kopmasına rağmen futbolu bırakmayan Mualla’nın, top peşinde koştuğu günlerden birinde bacağının kırılması nedeniyle futbol yaşantısı biter. Çocuk yaşlarda yaşadığı bu sakatlık yüzünden bir bacağı diğerinden kısa kalır. Ancak talihsizliği bununla kalmaz.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarında tüm Avrupa’yı etkileyen İspanyol nezlesi, İstanbul’da da yaygın olarak görülür. Galatasaray Lisesi’nde okumaya devam ederken yakalandığı bu hastalıktan kurtulur ama aynı hastalıktan dolayı annesini kaybeder. Bu ölümü kendine bağlayan Fikret Mualla, hayatı boyunca sürecek akıl hastalıklarının ilk belirtilerini bu dönemde yaşamaya başlar. Annesinin ölümünden çok kısa süre babasının eve üvey anne getirmesine öfkeyle tepki gösterince, babası Ekrem Bey mühendislik öğrenimi için İsviçre’ye yollamaya karar verir.
Almanya’da başlayan sanat hayatı
Zürih’te aldığı mühendislik eğitimini yarıda bırakan Fikret Mualla, Münih Güzel Sanatlar Akademisi’nin ardından Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nde afiş ve desinatörlük eğitimi almaya başlar. Resim yapmaya yoğunlaştığı bu yıllarda hayatı boyunca onu sıkıntıya sürükleyecek olan alkol alışkanlığı başlar.
1928 yılında Berlin’de alkolden kurtulması için akıl hastanesine yatırılır.
Almanya macerasından sonra bir süre İtalya ve Fransa’daki sanat merkezlerini gezme kararı alır. Bu süre boyunca sürekli resim yapmasına rağmen, sanatından hiç para kazanamaz. Babasının durumu kötüleşip para gönderemez olunca da Türkiye’ye dönmek zorunda kalır. Ülkeye geldikten bir süre sonra, geçimini sağlamak için önce Galatasaray Lisesi’nde sonra Ayvalık Ortaokulu’nda resim öğretmeni olarak çalışmaya başlar. Yaşadığı çeşitli sorunlardan dolayı Ayvalık’taki görevini bırakır ve İstanbul’a geri döner.
Fikret Mualla’nın bu dönemi, hayatı boyunca yaşayacağı maddi zorlukların başlangıcıdır. Babasının evinden ayrılarak Ayasofya civarında bir yurtta kalmaya başlar.
1934 yılında, Beyoglu’nda bir kitapçıda ilk sergisini açar fakat tek bir eserini bile satamaz. 1935 yılında yürürlüğe giren Soyadı Kanunu sonucunda babasının aldığı "Saygı" soyadını "belki bu sayede sanat çevreleri bana da saygı gösterir" diyerek benimser.
- "Fikret Mualla’nın 1930 ile 1936 arası resimleriyle, Paris’te zaman zaman yaptığı resimler orta derecede bir ressam başarısını aşan işlerdir. Bir parça resim kültürü olan kişi, bu resimlerden birisini görür görmez dikkat kesilir. Onun öteki resimlerini görmek arzusunu duyar." - Bedri Rahmi Eyüpoglu
İstanbul’daki son yılı
1938 yılında bir akşam Galatasaray’da bir meyhanenin duvarında gördüğü Atatürk portresini kötülemesi sonucunda, meyhanedekiler tarafından yanlış anlaşılarak polis çağrılır. Geceyi "Atatürk’e Hakaret" gerekçesiyle karakolda geçiren Fikret Mualla, nezarete gelen yakın dostlarının durumu açıklaması sayesinde kurtulur. Bu olay sonrasında akıl sağlığının yerinde olmadığına karar verildiği için Bakırköy Akıl Hastanesi’ne yatırılır. Hastanede yattığı dokuz ay boyunca, yakın arkadaşlarına sürekli ziyaret beklediğini belirten mektuplar yazar. Ardı kesilmeyen bu mektuplar sonunda ise yarar ve arkadağı Fikret Adil’in yardımıyla hastaneden çıkarılır. Ancak ölene kadar üzerinden atamayacağı hastane ve polis korkusu bu dönemlerde başlar.
1939’da babasının ölümüm ardından İstanbul’u terk etme kararı alarak bir daha geri dönmemek üzere Paris’e yerleşir.
Paris’te bir Türk ressam
1939 yılının ilk aylarında Paris’e giden Fikret Mualla, çok geçmeden kardeşinin uçak kazasında hayatını kaybettiğinin haberini alır. Aynı yılın eylül ayında başlayan İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yoksulluktan dolayı hayatta kalabilmek adına pazarlarda, kafelerde, sokaklarda eserlerini yok pahasına satmaya başlar. Savaş ortasında resim yapacak kâğıt bulamadığından, geceleri Paris sokaklarından gizlice söktüğü afişlere resim yapmaya devam eder.
Tüm zorluklara rağmen Paris sanat çevresine kendini kısa sürede tanıtan Fikret Mualla, dönemin ünlü ressamlarıyla dostluklar kurar. Bir gün Sen Nehri kıyısında resim yaparken tanıştığı Picasso, onu evine davet eder. Resimlerine satarken bile zorluk çeken Picasso, Fikret Mualla’nın sanatından çok etkilenerek, kendi tablolarından birini hediye eder. Mualla ise bu tabloyu kısa süre satarak, kazandığı parayı yemeğe yatırır.
Hem alkol sorunu hem de gitgide yitirmeye devam ettiği akıl sağlığı sebebiyle başı Paris polisiyle sık sık derde girer. Bu olaylar 1953 yılında sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden olur. Picasso ve Matisse gibi ünlü ressamların galericisi Dina Vierny araya girerek, Paris polis müdürünü "Fikret Mualla’nın çok büyük bir sanatçı olduğuna ve böylesi tiplerde ölçüsüzlüklere rastlanılabileceğine" ikna ederek kararı geri aldırır.
Paris’te ilk sergi
1953 yılında davranışlarındaki dengesizlik hali giderek artmaya başlayınca Sainte Anne Hastanesi’nde tedavi görmeye başlar. Hastanede kaldığı iki aylık süreçte onu yalnız bırakmayan Dina Vierny, ona sık sık malzeme getirerek sürekli resim yapmasını sağlar. Bu resimler birkaç ay sonra Vierny’nin "Galerie Dina Viern" adındaki sanat galerisinde sergilenir. Sergi çok başarılı olmasına rağmen Vierny’nin sattığı resimlerinden hakkını alamaz. Vierny 1955 yılında elindeki Fikret Mualla resimlerden oluşan ikinci bir sergi daha açar. Sanat camiasının aldığı bu son darbe ile iyice dibe sürüklenen Mualla, 1956 yılında yeniden akıl hastanesine yatırılır.
Son yılları
1954 sergisi sayesinde kazandığı ün sayesinde tanıştığı ünlü koleksiyoncu Raquel Angles, Mualla’nın hem akıl hastanesinden çıkarılmasını sağlar hem de resimlerini satın alarak ona destek olur. Bir otel odasına yerleşen Mualla, Angles himayesinde resim yapmaya devam eder. Ancak alkolden tamamen kopamaması, 1962 yılında sarhoş dolaşırken düşmesine ve kısmen felç olmasına yol açar. Angles buna rağmen tüm bakımını üstlenerek onu Alp Dağları’nın güneyinde Reillanne Köyü’ndeki çiftliğine yerleştirir. Angles için 300’den fazla eser üreten Mualla, 20 Temmuz 1967’de odasında ölü olarak bulunarak Reillanne Köyü’ndeki kimsesizler mezarlığına defnedilir. Ölümünden yedi yıl sonra vasiyeti gereği kemikleri doğduğu ülkeye geri getirilerek Karacaahmet Mezarlığı’na gömülür.