Çürümenin sineması: Andrey Zvyagintsev
Andrey Zvyagintsev sinemasının ana eksenini Sovyet dönemi sonrası Rus toplumu oluşturur. "Dönüş" ile başlayan filmografisinde yönetmenin ilk durağı mikropolitik alandır. "Dönüş"te yıllar sonra aniden çıkagelen bir babanın iki oğluyla çatışmalarla dolu ilişkisi üzerinden toplumun en küçük birimi aile içerisindeki iktidarı inceler. Dolayısıyla film, babaya isyan üzerinden bireyin otoriteyle çatışmasını ortaya koymaktadır.
Zvyagintsev’in sineması tanrı-baba kavramlarının arasında kurduğu ikili ilişki ilerledikçe farklı boyutlar kazanır ve devlet-baba-tanrı üçgeninde genişler. Baba figürü Ortodoks Rus toplumunun teamüllerine uygun olarak önce tanrı, sonra devlet ile özdeşleştirilir.
İkinci filmi "Sürgün"de Zvyagintsev yine benzer bir konuyla seyircinin karşısındadır. "Sürgün", şehirden taşraya göç eden bir aile içinden toplumsal ilişkilere dair tespitler sunar. Bireyler doğa ile iletişimlerini koparmış ve bu iletişim kopukluğu bireylere arasındaki ilişkilere de sirayet etmiştir. Dolayısıyla Rus toplumundaki yabancılaşma ve iletişimsizlik meseleleri Andrey Zvyagintsev sinemasını besleyen önemli kaynaklardır.
"Elena"da ise bu kez yönetmen sınıfsal farklılıklar üzerinden Rus toplumuna bakar. Sınıfsal eşitsizlik bireyin hayatta kalmasını zorlaştırmaktadır, fakat yönetmen "Elena"da esas sorun olarak yozlaşmış ilişkileriyle toplumun kendisini gösterir.
Leviathan" ile birlikte makro iktidar alanlarını kadrajına alan Andrey Zvyagintsev filmde Eski Ahit’teki ve Thomas Hobbes’taki Leviathan’ı bir arada kullanarak günümüz Rusya’sının toplumsal ilişkilerini anlatır.
"Dönüş"te baba-oğul, "Sürgün"de karı-koca ve "Elena"da efendi-köle ilişkilerini iktidar üzerinden inceleyen yönetmen "Leviathan"da iktidar kavramını daha geniş bir perspektiften ele alır.
"Leviathan", ilk bakışta yalnızca bireyin iktidar karşısındaki çaresizliğini anlatıyor gibi görünse de yönetmenin ortaya koyduğu problemlerinden biri de devletten ayrı olarak toplum ve dolayısıyla bireyin yozlaşmasıdır. Devlet ve toplum nezdindeki bu yozlaşma durumu birbirini sürekli beslemekte ve iktidarı ele geçiren her bireyin onu kendi çıkarları doğrultusunda kullanması ise kaçınılmazdır.
Zvyagintsev’in meselesi karakterlerini birer özgürlük savaşçısı gibi yansıtmak yerine sistemden çıkar sağlayabilecekleri açıklıklar peşinde bireyler olarak anlatmayı tercih etmesidir. Filmdeki her karakter sistemin yolsuzluklarından bir pay kapabilmek için hazırda bekler, fakat böyle bir imkâna sahip olamadığında sistemin dayatmalarına karşı koymak yerine bunu unutturacak alkolizm gibi bağımlılıklara başvurur.
Zvyagintsev, son filmi "Sevgisiz"de ise evlilikleri artık sadece kâğıt üzerinde bir anlaşmadan ibaret olan ve sahip oldukları tek çocuklarının ortadan kayboluşunu kendi kişisel hayatlarına fazlasıyla gömüldükleri için fark edemeyen bir çift üzerinden bireyler arası iletişimsizliği anlatıyor. "Sevgisiz" de yönetmenin diğer filmleri gibi, hırslarımızın gözlerimizi çoktan kör ettiği modern zamanlarda yüzümüze atılmış bir tokat niteliği taşıyor.