Cervantes'in kahramanlar geçidi: Madrid
Madrid’in en büyük parkının ortasında duran, şehrin sembolü sayılabilecek kadar görkemli o taştan oyulma anıtın söyledikleri dört asırdan beri etkisini hiç yitirmiyor. Şehrin yenilmez şövalyesinin, kurucu kahramanının ya da son muhafızının simgelediği sonsuz bir anlamın taştan karşılığı sanki bu anıt. Bir hikâyeyi anlatıyor belli ki, yüzyıllar sürmüş bir yorgunluğu, ruhunda sancılanan kahramanlığı ve kalemiyle yardığı o uzun muhasarayı.
Miguel de Cervantes’e, yani Madrid’in ölümsüz kahramanına ait bu anıt. Şehrin kalbindeki bir mühür, hatta varlığına delil gibi neredeyse. Öylece duruyor. Cervantes’in gözleri, hemen önünde duran diğer iki heykele doğru bakıyor. Don Kişot ve Sancho Panza’nın bronzdan heykelleri bunlar. Cervantes’i ölümsüz kılan Madrid’in en meşhur kahramanları. Hayal ürünü olduklarına inanmanın artık mümkün gözükmediği, Madrid’de yaşamış üç silahşor: Don Kişot, Cervantes ve Sancho Panza.
Bu şehirde doğmuştu Cervantes. Asil ama yoksul bir ailenin yedi çocuğundan biri olarak. 1547 yılında. Sefalet dolu yıllar, zor zamanlar peşini hiç bırakmadı. Bir elinde kalem, bir elinde kılıçla, şehir şehir dolaştığı İspanya’nın her köşesini gördükten sonra geri döndüğü o yerin adı hiç değişmiyordu; Madrid. Kahramanın yolculuğunun başlaması için bu şehri terk etmeliydi. Öyle de yaptı. 22 yaşındayken gittiği İtalya’da Papa’nın elçisinin hizmetine girdi, ardından asker olarak orduya yazıldı. Napoli’deki İspanyol birliğine katılan tutkulu bir savaşçıydı. Kalemi kadar kılıcını da seviyordu. İçinde yaşayan huzursuz Don Kişot’a sözü geçmiyordu.
Kafasında, yazacağı kitaplar, elinde yalın kılıcıyla hikâyesine devam ederken, 1571’de yapılan ünlü deniz savaşı İnebahtı’da sol eline gelen bir arkebüz tüfeği ateşiyle kolu tamamen felç olarak işlevsizleşmiş, göğsüne de iki kurşun yemişti. Kolundaki gazilik imzasının gururu ve İnebahtı’nın Çolağı namıyla bindiği İspanya’ya doğru giden El Sol (Güneş) adlı bir İspanyol kadırgasında Türk korsanlar tarafından yakalanıp, Deli Mami (Deli Mehmet Reis) tarafından esir edilişiyle başlayan Cezayir’deki beş yıllık yeni kâbusu, nihayetinde fidyesi ödenerek özgür kalmasıyla sonuçlanacaktır. Beş yılı asker, beş yılı esir olarak vatanından ayrı düştüğü on koca yıl. Ruhundaki sonsuz kahramanın yaşadığı; savaşlar, seyahatler, askerlik yılları ve esaret hayatıyla örülmüş bu uzun maceralı yolculuk, Cervantes’e nefes kesici hikâyelerle evine dönen bir adam olmayı bahşetmiştir. Ama büyük bir hayal kırıklığı bekliyordur onu. Bir kahraman olarak döndüğü İspanya’da arzu ettiği gibi karşılanmayacak, iyi bir iş bile bulamayacaktır.
Cervantes 32 yaşında vatanına geri döndüğünde, uzun bir yorgunluğun ortasındadır. İçinde büyüttüğü kahramanları mürekkebiyle canlandırmak niyetindedir. Önce pastoral bir roman yazsa da pek yankı uyandırmaz. Ardından oyun yazarlığını dener ama halktan hiçbir karşılık bulamaz. “Modern okur”u düşlemektedir aslında. Aklında çok başka bir anlatının nüvelerini biriktirmektedir. Mutsuz bir evlilik ve peşini hiç bırakmayan geçim derdiyle La Mancha'ya yerleşir. Küçük bir memuriyet bulsa da bilgisi dışında gerçekleşen bazı usulsüzlükler sebebiyle iki yıllık hapis hayatı başlayacaktır.
Ama içindeki kahramanları iyiden iyiye kışkırtmıştır artık. Hapiste kaldığı iki yıl boyunca kalbine Don Kişot düşecektir. Hapishane duvarlarına saldıran bir şövalye. La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade. Zamanı gelmiştir artık.
Madrid semalarında Don Kişot’un yükselişi
1605 yılında, eski başarısız oyun yazarı, artık hiç kimsenin hatırlamadığı Lepanto (İnebahtı) gazisi, beş parasız memur, bir zamanların savaş esiri ve hapisten yeni çıkmış ihtiyar bir mahkûm unvanlarını omuzlarında taşıyan, hayatının son demlerini yaşadığı düşünülen 58 yaşındaki herkesin unuttuğu yalnız bir İspanyol’un zihninden neşet eden bir kitap dünyayı değiştirecektir. Modern edebiyat ve modern okur, yeni krallık başkenti Madrid’de doğuyordu.
Cervantes, dönemin İspanya’sında, artık ayağa düşmüş ucuz edebiyatı temsil eden popüler şövalye romanslarına karşı kılıcını çekmiştir. Don Kişot romanında alay ederek yerdiği romanslar, libros de caballerias (şövalye kitapları) adıyla yaygınlaşan bu yozlaşmış şövalyelik anlatılarıydı aslında. Cervantes’in epik hicvi Don Kişot yayımlandığında halk tarafından çok sevilir, korsan kopyaları, taklitleri ve yeni baskılarıyla Madrid’de küçük çapta bir fırtınaya sebep olacak kadar ilgi uyandırmayı başarır. On yıl sonra romanın devamını yazarak, nihayetinde hikâyesini hitama erdirmeyi başaracaktır yazar.
Bu şehirde, Madrid yakınlarındaki Alcala de Henares’te doğmuştu Cervantes. 22 Nisan 1616’da Madrid’de öldüğünde zengin değildi belki ama hayal edemeyeceği kadar büyük bir şöhrete sahipti artık. Cervantes’i Madrid yetiştirdi. İlk eğitimini burada aldı, şiirle, kitaplarla, şövalye ruhuyla, romanslarla burada tanıştı. İlk düello, ilk kavga, ilk şiir Madrid’di. Bütün kaçışlarının sonu, döneceği evi, son sığınağı burasıydı. İçindeki Don Kişot’u bu şehirde büyüttü. Madrid, Cervantes’in kemiklerini Trinitarian Manastırı'nın mahzenindeki bir sandıkta dört asır boyunca saklayacaktı. Adı edebiyat tarihine altın harflerle geçse de, dört asır boyunca bir mezarı bile olmadı. Madrid, İnebahtı'nın şanlı çolağı Cervantes’i kalbine gömmüştü.
Cervantes ve kahramanlarının adlarının verildiği sokaklardan geçerek, Madrid’in banliyö tren istasyonundan (Atocha) her sabah kalkan Cervantes treniyle Alcala de Henares kasabasına gidenleri, yazarın ölümsüz hatıraları karşılıyor. Ve Cervantes, Madrid’in ortasında kucağındaki bir Don Kişot romanıyla dünyaya şövalye ruhuyla bakmaya devam ediyor.