Büyükada'nın gizemli hikayeleri

SKYROAD
Abone Ol

Prenses Adaları’nın en büyüğünde herkesin bildiği fakat kimsenin yüksek sesle konuşmadığı efsaneler fısıldanır kulaktan kulağa. Gerçek ya da değil bilinmez ama merak uyandırdığı kesin…

Şehir stresinden uzaklaşmak isteyen her şehir mağdurunun nefeslenmeye gittiği, bir vapur uzaklığındaki görkemli ada, kimi zaman gizemli ve sofistike kimi zaman ise hüzünlü efsanelere ev sahipliği yapmıştır. Bu efsanelerden en çok iki tanesi nesilden nesile aktarılmıştır. Biri her yıl binlerce turisti sessiz sakin adımlarla 204 metre yükseklikteki Aya Yorgi Kilisesi’ne ulaşmak için dar yokuşu sessizce tırmandırtan ve ritüelleriyle ölümsüzleşen “Aya Yorgi Kilisesi Efsanesi”; diğeri ise tüyleri ürperten, insanın içine derin bir keder ve hüzün bırakan “Ortodoks Rum Yetimhanesi”dir.

Aya Yorgi kilisesi

Ünlü bir rivayete göre Aya Yorgi KilisesiM.S 3. yüzyılda Bizans döneminde, küçük bir kilise olarak inşa edilmiştir. Efsaneye göre, Haçlı Seferleri esnasında işgal altında kalan adanın papazları, ikona ve kutsal eşyaları kurtarmak için toprağa gömerler. Yıllar sonra Aya Yorgi olarak anılan bir aziz, bir çobanın rüyasına girer ve ondan kiliseye giden yokuşu tırmanmasını, çan sesini duyduğu an olduğu yerde durup toprağı kazmasını ister. Çoban bu rüyayı birkaç gün üst üste görünce aziz Aya Yorgi’nin kendisine dediklerini harfiyen uygular.

Çıplak ayakla dik yokuşu sessizce tırmanır ve toprağın altından, bugün kilisede sergilenen olan, ikona ve kutsal cisimleri çıkarır. Bu efsanenin günümüzde de canlı kalmasında ritüellerin payı büyük gibi görünmekte. Her yıl özellikle Hristiyanlar için özel sayılan 23-24 Nisan’da yokuşu çıplak ayakla tırmanan ziyaretçiler çitlere dilek ipini bağlar ve tepeye kadar ipi koparmadan çıkar. Rivayeti birebir uygulayan ziyaretçilerin dileklerinin gerçek olacağına inanılır.

Aya Yorgi kilisesi yokuşu.

İtiraf etmeliyim ki ben de o çıplak ayaklılardan biriydim. En tepeye ulaştığımda soluksuz kalmıştım ama değdi. O manzara binlerce dileğe bedel. Her bir ikona müze titizliğiyle saklanmış Bizans ve Rum Ortodoks tarihinde yolculuk ettirmeye and içmiş gibiydi. Aya Yorgi’de nefeslendikten sonra size buradan bir buçuk kilometre uzaktaki derin ve gizemli bir efsanenin merkezine götürelim. Rum Yetimhanesi hem mükemmel tarihi bir bina hem de talihsiz kaderine ve kederli günlerine boyun eğmeyen mağrur bir yapı.

Ürpertici bir giz

Büyükada’nın İsa tepesinde heybetlice duran Rum Yetimhanesi, bir zamanlar Avrupa’nın en büyük ahşap binası olduğu söylenen beş-altı katlı bina, ünlü mimar Alexandre Vallaury’nineseridir.

Bina, Fransızlar tarafından otel yapılması amacıyla 1898 senesinde inşa edilmesine rağmen II. Abdülhamit’in onayından geçememiştir.II. Abdülhamit, ünlü banker ailesinden Eleni Zarifi hanımın desteğiyle, Balıklı Rum Yetimhanesi’nin bu görkemli binaya taşınmasını uygun bulmuştur.

Rum yetimhanesi

1903 yılında yüzkırkbeş yetim öğrenci, Osmanlı tarafından hediye verilen birer altınla yeni okullarına adım atmışlardır. İkiyüzaltı odalı, geniş bahçeli, sanat atölyelerini ve dispanserin bulunduğu bu binanın kaderi korkunç bir olayla talihsizliğegömülmüştür.

Bir gün yetimhanede küçük çaplı bir yangın çıkar. Bina, yangında fazla zarar görmez. Ancak efsaneye göre bu yangında bazı çocukların yanarak can verdiği, içlerinden birinin ise kaçarken bahçedeki kuyuya düştüğü ve sesini kimsenin duymadığı söylentisi yayılır. Çocuk, kuyuda ölüme terk edilir. Bu olaydan sonra kuyunun içinden çocuk sesi geldiği efsanesi nesillerden nesille aktarılır. O günden sonra da heybetli bina bir daha çocuk cıvıltılarıyla şenlenemez.

Yarım asırdır kurtarılmayı bekleyen Rum yetimhanesi.

Gözlerinizi kapatın ve hayal edin, mesafeler hayal gücüyle yok olabilir. Belki de onun sesini ve yüzünü görebilir, hissedebilirsiniz.

Adalıların gerçekten binada yankılanan çocuk seslerini duydukları ve buradan uzak durdukları da söylentilerin içerisindedir. Binanın talihsiz kaderi, ardı ardına gelen olaylarla perçinlenmiştir: Birinci Dünya Savaşı’nda binaya yerleşen Kuleli Askeri öğrencileri, Bolşeviklerden kaçan Rusların sığınması ve 1960’ta mühürlenmesiyle bina ölüm sessizliğine mahkûm olmuştur.

Her gün binlerce turistin ve adalının ziyaretine uğrayan Büyükada’nın bu ihtişamlı binası gizemli ve korku dolu bir efsaneyle yalnızlığa terk edilmiştir. Rum Yetimhanesi’nin sessizliğini koruyan bekçi ve köpeğiyle yüzonsekiz yıllık bina, yetim çocukların yok olmasını bir fiil anarcasına sakin ve mağrur bekliyor.

Bu bekleyiş hâlâ devam ediyor. Binanın içine girmek yasak çünkü binanın çökme riski bulunuyor. Yetimhaneden kalan karneler, çocuk ayakkabıları, çürüyen piyano, ahşap sınıflar, derin koridorlar, akan tavanlarsa ziyaretçilerin sadece bir adım uzağında. Gözlerinizi kapatın ve hayal edin, mesafeler hayal gücüyle yok olabilir. Belki de onun sesini ve yüzünü görebilir, hissedebilirsiniz.

Çürük piyano...