Bir zamanlar: Sergio Leone
Kovboy diyarından gelmemişti, Wanted ilanlarınaaşinalığı yoktu, Amerikalı değildi. Sinemaya âşık hasbir İtalyan idi sadece. Dalga geçtiler önce. "SpaghettiWestern" terkibi bir aşağılamaydı aslında. Oysa büyükbir incelikle Amerika’nın ruhunu anlatıyordu. Leonetarzıyla, İtalyan işi.
1960’larda çektiği Westernlerle büyük fırtınalar kopardı. İspanyol çöllerinde çektiği bu filmler, Western türünün icat edildiği Amerika’da çekilen benzerlerinden kalite olarak bariz bir şekilde ayrılıyordu. Aşağılamak için kullanılan "spaghetti" ifadesi, Leone liderliğinde türün ayırt ediciliğine dair olumlu bir kalıba dönüştü. Çağdaşı olan İtalyan yönetmenleri de etkileyerek "Spaghetti Western" türünün başlı başına bir fenomen olmasını sağladı ve Leone tarzıyla çekilmiş bu "spaghetti" işi westernler Amerika’yı fethetti. İtalya’da can çekişen sinema endüstrisine de nefes oldu.
Kendine has bir sinema dili geliştirmişti, dahi seviyesinde, büyük yönetmenler sınıfındaydı. Jean Baudrillard’a göre ilk post-modern yönetmen oydu. Geniş kitlelere hitap eden, sanatsal yönü ağır basan, klasik olmaya aday popüler filmleriyle bir döneme damgasını vurdu. Bir Avuç Dolar (1964), Birkaç Dolar İçin (1965) ve İyi, Kötü, Çirkin (1966) filmlerinden oluşan Dolar Üçlemesi’yle şanını Amerika’ya taşıdı. Ardından gelen Bir zamanlar Batıda (1968), Bir Zamanlar Devrim (1971), Bir Zamanlar Amerika’da (1984) yani nam-ı diğer Bir Zamanlar Üçlemesi Leone’nin adını tarihe altın harflerle yazdıracak kadar güzel ve görkemliydi. Western yönetmeni kalıbından kurtulduğunu ilan eden başyapıtını da içeren Bir Zamanlar Üçlemesi, yönetmenin nasıl bir dâhi olduğunu gösterme şansı bulmasıyla da ayrıca önem arz eder. Manhattan banliyölerindeki bir Yahudi mahallesinde geçen, Robert De Niro’nun başrolünde olduğu bu epik suç draması (Bir Zamanlar Amerika’da), Leone’nin sinemaya bir veda öpücüğüydü aynı zamanda.
1929 Roma, bir sessiz film yönetmenin oğlu olarak gözlerini açtığı dünya... Onlarca filmde yönetmen asistanlığı ve setlerde geçen bir çocukluk. Sinemanın içine doğmuş estetik bir göz. Roma’da başlayıp, âni bir kalp kriziyle Roma’da biten ve 60 yıl süren kısa bir hayat. Maalesef yalnızca 7 filmlik bir filmografisi oldu. Bu, tarihe geçmesine yetse de kamerasına hayran seyircilerine yetmeyecek bir toplamdı. Yine de uzun yıllar boyunca her pazar sabahı karşımıza çıkan güzelliklerin sahibiydi Leone. Keşke daha fazla film yapabilseydi.
Müzik kullanımı ve oyuncu yönetimi; Sergio Leone filmlerinin olmazsa olmazlarından sayılan iki ana aks. Leone, sinemanın üzerinde uçan dev bir albatrostu. İki kanadı vardı, o kanatlar olmasa bu kadar güzel uçamazdı belki de. Bütün filmlerinin müziklerini yapan çocukluk arkadaşı besteci Ennio Morricone ve Dolar Üçlemesi’nin başrolü Clint Eastwood. Özellikle Eastwood bu filmden önce isimsiz bir oyuncuyken Leone’nin teklifiyle yıldızlığa terfi etmiştir. Sergio Leone, öncelikle bu isabetli seçimleriyle kendi yolunu çizmiş bir yönetmendir. Sezgisel kabiliyeti, kamera zekâsı ve sinema aşkıyla aldığı riskler, destan filmlerinin düşüşe geçtiği bir dönemde anlattığı western hikâyeleriyle ülkesinde yeni bir dönemi başlatmıştı. Dünya sinemasındaki etki alanı da yadsınamayacak derecede geniş ve güçlü.
İflah olmaz bir kuruluş dönemi Amerika’sı tutkunuydu. Sürekli Vahşi Batı’dan öyküler anlattı. Kanunsuzluğun kanun olduğu büyük bir mekânın arızalı müdavimleri olarak kodladığı anti- kahramanları çıkardı başrole. Yalnız, intikam arayan, kendi adaletine razı, iyi silah kullanan yorgun ve savruk adamlar. Ama yıllar sonra kabusa dönüşecek o Amerikan Rüyası’nı tabir etmedi hiçbir zaman.
- "Western türünde filmler hiç kimsenin tekelinde değildir. Çünkü, Kuzey Amerika kıtasının tarihi, Amerikalı sinemacıların tek başlarına keşfedebileceklerinden çok daha büyük bir okyanustur." sözüyle daldığı derinlerden en gözalıcı, en nadide parçaları çıkardı.
Uçsuz bucaksız çöllerdeki kanunsuz kasabaların, çorak vadilerin, görkemli dağların, Meksika açmazları, kanlı düellolar ve adil hesaplaşmalarla taçlanan büyüleyici sinematografisi. Burası önemli, çünkü Leone filmleri, az diyalog içeren uzun bakışmalarla örülmüş karizmatik sahneleriyle meşhurdur. Bu durgun ama "hareketli" sahneleri büyülenmiş gibi izleten şey, Leone’nin kamera açılarıyla yarattığı gerçekçi atmosferin gücüyle ilgiliydi öncelikle. Müzikle uyumlu; yakın plan ve geniş açılarla, güneş yanığı teni ve kirli sakalıyla "parlayan" kahramanı kuşatarak, anlamlı ve katmanlı bir gerilimin içine davet ediyordu seyircisini Leone. Sessizlik, çok gürültülü psikolojik bir gerilimin şifresiydi sanki.
Bütün filmlerinde o’nu göstermek istiyordu. Bir asi, bir haydut, bir suçlu olan yani boyun eğmek istemediği için bizzat boyun eğdirici olup çıkan o insanı. Bunu başardı. En estetik ve en çarpıcı şekilde izledik boyun eğdiricilerin hikâyelerini. Godfather filminin yönetmenliği için gelen teklifi kabul etmedi, Stalingrad Kuşatması’nı konu alan savaş filmini çekmeye de ömrü vefa etmedi. Şöyle diyordu: "Western ölmemiştir. Ne dün, ne de bugün. Gerçekten ölen sinemanın kendisidir. Belki de gangster filmleri, Western’in karşıtı olarak, sosyolojik gerçeğin profesörleri tarafından iliklerine kadar tüketilmemiş olmasının ayrıcalığının tadını çıkarıyorlar. İyi film çok zaman ve para gerektirir. Oysa altın damarı kurudu artık California’da. Birkaç yürekli kişi kadere, TV’ye küfrederek de olsa, ürperti içinde ve inatla bir arayışı sürdürüyorlar. Yok olmaya mahkûm birer dinozor gibi..."
Bisiklet Hırsızları filminde De Sica’nın asistanıydı. Antonio ile Bruno’nun yağmurdan kaçarken duvar dibinde bekledikleri sahnede yanlarına gelen o genç rahiplerden biri Sergio Leone’dir ve Bruno’nun başını okşar.