Bir kavram üç film: Anne

HALİL KİRAZLI
Abone Ol

Serengeti, Afrika’nın güneydoğusunda yer alan Tanzanya’nın neredeyse tamamen kuzeyini kapsayan yaklaşık 30.000 km²’lik bir koruma alanı. Ayrıca Serengeti’de yaklaşık 70 büyük memeli ve 500 kuş türü bulunuyor.

“Serengeti’de sıradan bir gün”, “Serengeti ovasında gece oluyor”, “Serengeti düzlüklerinde işler karışıyor” veya “Serengeti’nin geniş düzlükleri, kendisine yeni bir aile arayan bu genç aslan için tehlikelerle dolu” gibi cümlelerle tanıdığımız belgesellerde üç temel unsur bulunuyor: Avcı Yetişkin, Av Olmaya Aday Yavru, Yavrusunu Av Olmaktan Kurtarmaya Çalışan Anne.

İzlerken günümüz medeniyetinin kıymetini vahşice anladığımız belgesellerde üçüncü unsuru hep es geçiyoruz. Onları “zaten” seviyoruz. Medeniyetin içinde onlara “yeterince kıymet verecek zaman bulamadığımız”ı biliyoruz. Çoğumuz, onlara hem madden hem de manen çok uzakta. Bize küçükken parmağıyla göstermesine rağmen bir türlü göremediğimiz o uzaklardayız şu an ve buradan da annemizin parmağını göremiyoruz. Mayısta bir pazar günü ev eşyası alıp onları geçiştiriyoruz. İşte “yeterince kıymet verecek zaman bulamadığımız” annelere “yeterince zaman ayıran” üç film…

Bal Ülkesi

Bal Ülkesi.

92. Oscar ödüllerinde uluslararası film ve belgesel kategorilerinde aday gösterilen 2019 yapımı Honeyland, anneliği “kraliçe arı” metaforuyla ele alıyor. Tamara Kotevska ve Ljubomir Stefanov’un yönetmenliğini üstlendiği film; hasta annesiyle birlikte yolu, elektriği ve suyu olmayan Makedonya’nın dağlık bir bölgesinde yaşayan ve Türk azınlık mensubu olan Hatice Muratova’nın hikâyesini anlatıyor. Eski dağcılık geleneklerini kullanarak yabani aracılık yapan Hatice, en zor şartlarda bile uyum gösterebilen insanın yakaladığı yaşama ritmini gözler önüne seriyor. Arı gibi çalışan kızın bilge kraliçe arı annesi; doğayı dengeliyor, kültürünü koruyor ve bozulan dünyaya karşı elinden geleni yapmış oluyor.

Elveda Lenin

Elveda Lenin.

Wolfgang Becker’in 2003 yapımı film, sağlığı bozuk olan annesinin üzülmemesi ve yıpranmaması için bir rüya âlemi kuran Alex adlı çocuğa odaklanıyor. Uluslararası yarışmalarda yirmiden fazla ödül alan filmin konusu ise şöyle: 1989 yılında, Doğu Almanya’da yaşayan Alex’in annesi aniden komaya girer. Komada kaldığı sekiz ay boyunca dünya politik düzeninde hiç beklenmedik gelişmeler olur. Komünist Parti’nin en aktif destekçilerinden biri olan Christiane, sekiz ay sonra uyandığında artık yaşadığı dünya bildiğinden çok farklıdır. Berlin Duvarı yıkılmış; kapitalizm, Doğu Almanya’da kendisini göstermeye başlamıştır. Alex, annesinin sağlığını düşünerek bu gerçekleri ondan saklamaya karar verir.

Kaplumbağalar da uçar

Kaplumbağalar da Uçar.

52. San Sebastian Film Festivali’nde en iyi film ödülüne layık görülen, Bahman Ghobadi’nin yönettiği 2005 yapımı film; annelik kavramını en derinden sızlatarak işliyor. Türkiye-İran sınırında bulunan bir mülteci kampında geçen filmin konusu şöyle: Mayın toplayarak yaşayan Soran 13 yaşında bir çocuktur. Kasabadakiler için hazırladığı bir anten aracılığı ile Saddam’ın düşüşünü haber alıp herkese duyurur. Bu sırada Agrin de 14 yaşında bir annedir. Soran, ona âşık olur ama Agrin’in ağabeyi olan Henkov tarafından huzursuz edilir. Henkov’un kolu yoktur, çünkü talihsizce mayına basmıştır. Şimdi ise gelecekten haber verebilmek gibi bir yeteneği vardır.