Bir 'Kavga'nın şehri Orhan Kemal'in İstanbul'u

GÜVEN ADIGÜZEL
Abone Ol

Orhan Kemal’in hayatı, iki ayrı çilenin izdüşümü olarak okunabilir. İkihayat, iki şehir, iki mekân, isimleriyle de söyleyecek olursak; Çukurova veİstanbul. Hikâyenin Çukurova kısmında, cezaevi yılları, sürgün şehirler, ikiNazım, bulaşıkçılık, matbaa işçiliği, amelelik, hamallık, ambar memurluğu,sebze nakliyeciliği ve katiplik vardır. Omuzlarını çürütecek kadar "yüklü" bir hayat. Bu mesleklerden en çok katipliğe düşer gönlü. Öyledir; içinedüştüğü ya da kalbinde uyuduğu dünyanın arzuhalini yazmaya adarömrünü. Hayat kavgasının tam ortasında yüreğiyle dövüşen bir yazarolmanın söylediğidir; kalemini acıya batırıp batırıp yazar.

  • "Eşe Dosta Selam. İnandığım doğruların adamı oldum. Böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım.Kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir..."

Cezaevinde tanıştığı Nazım Hikmet’in "sen şiir yazmayı bırak, yazacaksan roman yaz" tavsiyesi, iyi bir anlatıcı olmaya giden yolun fitilini ateşleyecektir. Hiç durmaz artık. Ateş yutar gibi, oğlunun tabiriyle "bozkırda dört nala giden atlılar gibi" bir halkın kalbine doğru coşkuyla yazar.

Orhan Kemal olur.

Mehmet Raşit Öğütçü veya kullandığı adıyla Orhan Kemal, toplumcu gerçekçi, Türk romancısı ve oyun yazarıdır.

1951’in Nisan ayında, hayatının iki zorlu şehrinden birini, yani Çukurova’yı terk etmek zorunda kaldığında göğünde şimşekler vardır yalnızca.Adana’da yapamamıştır ve İstanbul yeni bir ümidin adıdır artık. Karısı ve üç çocuğuyla başka bir yoksulluğa doğru ilk adımını atar. Orhan Kemal’in İstanbul’u başlar. Adana sıcak bir rüzgâr gibi ensesindedir yine de.

"Gurbet Kuşları"nda gördüğü İstanbul’un hatrıdır; "Emmim derdi ki, İstanbul dediğin dilinen tarifi gayri mümkünsüz. İstanbul bir belde, beldelerin de şahı!" Orhan Kemal’in, itildiğini söylediği mecburi istikameti İstanbul’daki daimî sığınağı; Cibali Sokak 20 numara.Bu iki katlı yeşil betonarme evdeki küçük odasında 12 yılda tam 17 roman yazarak hesaplaşır hayatıyla. Yakınlardaki tütün fabrikasının günde iki kez öten paydos borusu ve fonda yine ağır yoksulluk. Bu evden bakarak görür ve anlar İstanbul’u. Cibali semtinin yaz-kış çamurlu yolları, işçi kıraathaneleri, telaşlı fabrika çıkışları, Güneş Sineması, soğuk minibüsler, bir tas sıcak çorbanın hatrı, nasırlı eller ve alabildiğine yoksulluk. Her şey ilk öykü kitabının adıyla müsemma gibi sanki: "Ekmek Kavgası" (1949).

Orhan Kemal tarafından kaleme alınan Gurbet Kuşları, 1962 yılında basılan, İstanbul'a göç eden Memed'in hikayesidir.

Orhan Kemal, yaşadığı hayatın sözcüsü bir kalem işçisidir. Böyle söylenebilir. Kalemine değmiş her acı, kalbinden de geçmiştir mutlaka. Zorlukların pençesinde kelimeleriyle bir çıkış yolu arar. Yaşayarak yazmanın çiçeği asılıdır boynunda. Cibali Sokak’tan bakarak gördüğü İstanbul resminin, onun zihin dünyası ve duygu evreninde temsil ettiği imgeyle özdeş olarak, ezilenlerin mekânı olarak kodlanması anlaşılır bir haldir. En alttakileri, ekmek davasını güdenleri, yani kavganın göbeğinde kılıç üşürenleri anlatarak yaşar çünkü. Yoksulların, sömürülenlerin, tutunamayanların, sefalete direnenlerin yazarı olmaya ant içmiştir. Orhan Kemal’in İstanbul’u gördüğü yer, kadim medeniyet değerlerini terkisine atarak yol alan ve tarihi/kültürel bir perspektiften meseleyi anlayan bir bakışın toplamı değildir. Söz gelimi Tanpınar gibi buradan derinleştirmeyi tercih etmez meseleyi. Orhan Kemal İstanbul’u çeperlerinden görür, kalbindeki sosyal tansiyondan tanır ve elbette içinde yaşayan küçük adamların büyük dünyaları üzerinden anlar. Kalemi de hep buralarda gezinecektir.

Adı, Türk edebiyatının büyük ustaları arasında anılan yazar; roman, hikâye, oyun, şiir gibi farklı tarzlarda birçok esere imza atmış olsa da daha çok romancılık yönü ile tanınmıştır.

Orhan Kemal’in görüş açısından hiç çıkmayan fotoğraflar arasında; DP sonrası hızlanan iç göç, bu göçün doğurduğu bunalımlar, köyünden şehre gelerek umut arayan yalnızlar, kentin taşrasına uzanan gecekondular ve hayatta kalmaya çalışan umutsuzlar vardır. İstanbul’un değişen çehresini; sosyal dönüşümler, kuşak çatışmaları ve emekçilerin gündelik yaşamları üzerinden anlatırken, ruhunu kaybetmeye başlayan bir şehrin röntgenini de çeker.

Sirkeci, Tarlabaşı, Balat, Unkapanı, Fatih Akşemsettin ve Basınköy gibi görüş açısını netleştiren semtlerde geçmiştir ömrü. Bu noktada kahramanlarıyla tanıştığı bir mekân olarak semtler kadar kahvehanelerin de büyük bir öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yazı hayatını besleyen ana kaynaklar arasında Adana’da takıldığı Nadir’in Kahvesi ve Giritli’nin Kahvesi’nin muadili olarak, artık onun adıyla birlikte anılacak meşhur İkbal Kahvesi vardır.

İstanbul İkbal Kahvesi’dir.

Müdavimidir bu mekânın, onlarca roman kahramanı gelip-geçer masalarından. Orhan Kemal bu kahvede oturur.

Selam selam büyüyen bir kabilenin ortasındadır. Bir romanın içindeymiş gibi kahramanlarıyla konuşur. Nasıl diyordu oğlu; "babam onu yazan değildi zaten, oradaki bir kahramandı."

Vedat Günyol’a göre Orhan Kemal bize üç şey getirmiştir; "Kinsiz, herkese açık, cömert yüreğinden insan sıcaklığı; hayat serüveninden sonra da kafasının ışığından bilinç; insana olan sonsuz güveninin de umut." "Sıcaklık, bilinç ve umut." Orhan Kemal sınıfsal çelişkilerin, öfkeli gariplerin ve sert gerçeklerin sesi olmayı sürdürürken, umut verici bir iyimserliği de asla elden bırakmaz. Hiçbir zaman idealize etmediği o sahici kahramanlar eliyle, her romanında biraz daha tahkim eder bu duyguyu. Orhan Kemal’in İstanbul’u sancılıdır. Bu koyu sancıya kelimeleriyle ses olmaya çabalamış bir yazar olarak hatırlanacaktır elbette.

Bir kavganın şehridir İstanbul.Ve herkes bilir ki Orhan Kemal kavgadan kaçmaz!

Kalemini sivrilttiği; 12 öykü, 27 roman, birkaç oyun ve sayısız senaryo boyunca bu hep böyle. Kim bilir, Orhan Kemal’in İstanbul’u şu sözlerinde (Kötü Yol) saklıydı belki: "Islak kirpikleriyle gece yarısından sonraki İstanbul’a dalgın dalgın baktı. Evet, büyük, güzel, çok güzel bir şehirdi İstanbul. Uçurum kenarlarında bitmiş göz alıcı çiçekler gibi. İnsanı kendine çekiyor, sonra da uçuruma yuvarlanışına sadece bakıyordu."