Bilgi hamallığını reddeden bir düşünür: E.M.Cioran
Romanya’nın Sibiu şehrinde, 1911 yılınınnisan ayında "kazara" doğdu E. M. Cioran;büyük bir talihsizlik ve süreğen bir çileolarak nitelendirdiği yaşam deneyimiböylece başladı. Dünyaya gelen her insangibi var olmak elbette onun da seçimi değildi,kendini yarışın içerisinde bulmuştu, "atılmıştı" bumaceraya. Fakat o, bir şekilde uyum sağlayıpgünü kurtarma derdine düşen çoğumuzunaksine derinden hissetti bu atılmışlığın acısını: "Cennetten kovuluşu her gün aynı tutku ve ilkkez sürgün edilmişçesine aynı pişmanlıkla tekrartekrar yaşıyorum." diye yazmıştı defterine.
Ömrü boyunca inanç ve dogma fikirleriyle savaşan Cioran’ın babasının bir papaz olması ironikti. Annesini ise belli bir yaşa kadar, ortak bir dili, müziğin dilini paylaştıkları an gelene dek küçümsedi. "Dünyaya bir kez çocukken bakarız, gerisi hatıradır." sözünün aksini ispatlarcasına, yaşamı ne denli mutsuzlukla geçtiyse çocukluğunu da bir o kadar mutlulukla anıyordu, anlatıyordu. Kim bilir, belki de geçmiş, her zaman nostaljinin getirdiği sıcak duygularla anımsandığı için, tüm ömrünü gerçekten de mutsuz geçirdiğine inanmak istemediği için bir çocukluk inşa etmiştir zihninde. Nitekim zamanın ilk kez farkına vardığı "usanç" anılarını yine aynı döneme tarihliyor.
Daha sonraları pişman olup yarıda bırakacağı felsefe eğitimine Bükreş Üniversitesi’nde başladı. Yüksek lisans için, burs alarak gittiği Almanya’da hiçbir zaman öğrencilik yapmadı, öğrenci kartını da kütüphane vb. yerlere gitmek yerine en işlevsel şekliyle, ucuza yemekhaneden yemek için kullanırdı. Buhranları ve ontolojik sorgulamaları elbette hep oradaydı; zamanını aylaklık ederek ve hiçbir şey yapmayarak geçirmeyi düşlüyor, ancak bu şekilde "başarılı" olacağını düşünüyordu; okul okuyarak ya da toplumsal beklentileri karşılayarak değil.
"Keder insanı teatral yapar." demişti Cioran, gerçekten de performansını icra eden bir gerçeküstü bir karakter gibi yaşadı. 1937’de Paris’e okumaya gitti. Orada, zamanını kafelerde geçirerek günlük yaşamdan sıradan insanlarla arkadaşlık etti. Asıl cevherin sıradanlıkta, bir şeyler olmaya çalışmamakta, deneyimin eğittiği insanlarda barındığına inanıyordu. Sanat camiasından, entelektüel imajından, yazar havalarından nefret etti; edebiyat çevrelerinden özellikle uzak durdu. Bilgi hamallığı yapanlara ise bekledikleri saygıyı hiçbir zaman göstermedi.
İnsan, yaşamını dil üzerine inşa eden bir varlıktır; sözcükler ile düşünür ve aklını, güdülerini de onlarla yontar. Bizleri incelterek insanlık mertebesine yükselten bağlam, üzerinde yürüdüğümüz düzlem, dilimizdir. Cioran, kendine bir yaşamsal erek bellediği düşünme ve yazma eylemlerini temellendirdiği ana dilini, otuzlu yaşlarının başında değiştirmeye karar verdi. Bir düşünürün hayatının en önemli dönüm noktalarından birini oluşturan bu değişim, Cioran’ın âdeta yeniden doğumu demekti. Böylelikle Fransızcada kaleme aldığı ilk eser, Çürümenin Kitabı ortaya çıktı.
Kendisine "Siz kimsiniz? Cioran’la karşılaşmadan önce kimdiniz?" diye sorulunca, "Biliyor musunuz, beni Cioran ilgilendiriyor, ben değil." şeklinde cevap vermesi, Simone Boué’un Cioran’a olan adanmışlığını yeterince açıklıyor olsa gerek. "Hiddetli genç varoluşçu Cioran", hayatının 53 yılını hayat arkadaşım dediği Simone Boué ile geçirdi. Cioran’ın ölümünden sonra Boué, onun daha önce hiç görmediği defterlerini bulunca geçmişten günümüze pek çok kadının yaşadığı bir gerçekle yüzleşti: Cioran, günlüğe benzer bir biçimde kullandığı bu defterlerde Boué’den neredeyse hiç söz etmemişti. Simone Boué, bazı parantez içlerinde belirtilen bir isim olarak görülüyordu ancak. Tek kişilik bir hayat yaşamıştı Cioran: Ezeli bir Mağlup’tu, yabancıydı. Bir tek kendisi vardı hayatında; bağ kuramamıştı dünyayla.
Yaşamı boyunca uykusuzluktan, süreğen bir bilinçlilik ve kederden mustarip olmuş yazarın yaşamasını mümkün kılan fikirlerden biri, belki de teki, intihardı. İntiharı her zaman çalınabilecek bir kapı olarak elinin altında tutması, ruhsal düzeyde sağaltıcı bir etki yaratıyordu içinde. Belki de dünyadan istediği zaman çekip gidebilme olanağına sahip olmak, Cioran’ın yaşamını sürdürmek için tek motivasyonu, hayata dair tek tesellisiydi. Uzunca bir süre bilinmeden, kendi hâlinde ve sakince yaşamış olan Cioran’ın ünü, öldükten sonra daha da arttı. Bu muhtemelen yararınaydı: "Şöhret düşmanıyım ben." diye diye göçtü dünyadan. Her şeye rağmen, hayatının son dönemlerinde yakalandığı alzheimer ve başka hastalıklar nedeniyle vefat etti Cioran, kendi iradesiyle gitmedi ölüme. Zorlayarak, ittirerek, bunalımlı, ama verimli bir hayat yaşadı. İyi ki yaşadı.