Ateş ve buzun diyarı: İzlanda
"Zannediyorum, farkında olmadan başka bir gezegene geldim." İzlanda yolculuğumun ilk gününden itibaren tekrarladığım cümleydi bu. Ne aklım ne de kalbim dünyada olduğuma bir türlü ikna olmuyordu. İzlanda görmek istediğim ülkeler içinde ilk sıralarda yer alıyordu. Gitmeden önce onca araştırma yapmış, yazılar okumuş, fotoğraf ve videolar görmüştüm ama adaya indiğimde gördüklerim beni şaşkına çevirmişti. Bunda kış ayı içerisinde gitmiş olmamım da etkisi olsa gerek...
Mevsim önemli
İzlanda’ya yolculuk planı yaparken hangi mevsim orada bulunacağınızı seçmek çok önemli. Bu da tabii yapmak istediğiniz şeylere göre değişiyor. "Biz karda kışta gezelim, kuzey ışıklarını da çekelim" diye program yaptığımız için Ocak ayını tercih edip biletleri 6 ay kadar öncesinden almıştık. Direkt uçuş olmadığından Oslo üzerinden uçup, gidiş ve dönüş için de Oslo’ya zaman ayırmıştık.
Ocak ayı olduğu için güneşin geç doğacağının ve erken batacağının farkındaydık ama ben yine de bu kadarını beklemiyordum. Gün ışığını neredeyse 5-6 saat görebildik. 11.00-12.00 arası doğan güneş, 16.00-17.00 arasında batıyordu. Dolayısıyla düşük sezonda İzlanda’daydık. Gün ışığından doyasıya faydalanmak isteyenler güneşin neredeyse batmadığı Haziran ve Temmuz aylarını tercih edebilirler. Kuzey Işıkları’nı da görelim ama rahat da gezelim diyenler için Ekim gayet ideal bir ay. Ama düşük bütçeli olsun çok kalabalık da olmasın, donan şelaleler, karla kaplı dağlar görelim diyenler de bizim gittiğimiz zamanı tercih edilebilirler.
Her ne kadar insanda yılın neredeyse 7-8 ayı kar yerden kalkmıyordur hissi oluşturuyor olsa da, Golf Stream akıntıları sebebiyle başkentin her yıl kar altında olduğu gün sayısı ortalama 50 imiş. Adaya geldiğimiz ilk gün hava 3 derece idi, sadece karanlık bulutlar eşlik ediyordu manzaraya, henüz kar yoktu ortalarda. O güzel kar manzaralarıyla birkaç gün içinde tanıştık, yaşadıklarımız bu bilgiyi doğrular mahiyetteydi.
Suyun ve ateşin dansı
Kaplıcaları, yanardağları, gayzerleri, şelaleleri, krater gölleri, buzulları, simsiyah kumsalları ve balina gözlem turlarıyla İzlanda gezginler ve turistler için inanılmaz fırsatlar sunuyor. Yukarıda bahsettiğimiz her şeyin ayrı ayrı anlatılması gereken bir zenginliğe sahip olduğu bu güzellikler içerisinde beni en çok etkileyense Vatnajökul Buzulu’nda yer alan Jokulsarlon Lagünü/Buz Gölü oldu. Aynı gün hem gün doğumunu hem de gün batımını seyrettiğim bu gölde, çevremde dünyanın dört bir tarafından gelen turistler olmasa, başka bir gezegende olduğuma emindim.
Vatnajökull Milli Parkı
2008 yılında Milli Park ilan edilen Vatnajökull içerisinde Avrupa’nın en büyük buzulu da bulunuyor. Milli park alanı içerisinde sayısız buzul ve şelaleler yer alıyor. Adı da İzlanda’nın en büyük buzulundan geliyor zaten. İzlanda haritasına baktığınızda da ne kadar büyük bir yer kapladığını görüyorsunuz. Adanın yüzde 8’inden fazlasını kaplayan bu buzullarda Game of Thrones dizisinin de birçok sahnesi çekilmiş...Batman Begins, Die Another Day, Tomb Rider, A Wiew To a Kill’de yine burada çekilen filmlerden.
Park Jokulsarlon, Buzul Gölü’ne ev sahipliği yaptığı gibi İzlanda’nın en yüksek dağın olan Hvannadalshnukur’a ve Avrupa’nın en güçlü şelalesine Dettifoss’a da ev sahipliği yapıyor. Ama en ilginci buzulların altında yanardağların da yer alması. Ateş ve buzun diyarı gerçekten İzlanda.
Jokulsarlon Buzul Gölü
Vatnajökull Milli Park’ı adanın kuzey doğusunda yer alıyor. Jokulsarlon Buzul Gölü’nü görmek içinse başkent Rejkavik’ten neredeyse 400 kilometre yol yapmak gerekiyor. Biz araç kiralayıp farklı kasabalarda konaklayarak güney bölgesini gezdik ve oradan da Hofn’a geçtik. Jokulsarlon için en uygunu Hofn’da konaklamak oldu. Jokulsarlon İzlandaca’da buzul gölü/nehri anlamına geliyor. Buzulların da erimesiyle oluşan bir göl zaten. Buzullar eridikçe göl de hızla büyüyor ve genişliyor. Genişliyor diyorum çünkü buzulların erimesi ve gölün genişlemesi devam ediyor.
248 metre derinlikte olan göl, İzlanda’nın da en derin gölü. Buzul parçalarının gölün üzerinde yüzdüğü alanın arkasında da buzul dağları uzanıyor. Büyük buzul parçaları ana buzuldan ayrıldıktan sonra, göl içerisinde hareket etmeye başlıyorlar. Bunların bir kısmı rüzgâr ve dalgaların etkisiyle gölün ağzından okyanusa doğru ilerliyor. Böylece parçaların bir kısmı okyanusa karışırken, daha büyükçe olan bir kısmı da okyanus kıyısında ve kumsalda hareket etmeye devam ediyor.
- Gölün içerisinde ve okyanus kıyısında iki tip buzul bulunuyor ki, bunlardan birisi olan buz mavisi buzullar insanda ayrı bir hayranlık hissi uyandırıyor.
Buz mavisi dedikleri
Rehberin anlattığına göre buzdağlarının onda biri su üzerinde duruyor ve zamanla eriyormuş. Bu eriyen buzlar hareket edip, ters döndüklerinde ise hava almamış olan, su altındaki kısımları ortaya çıkıyormuş. İşte biz de böylece buz mavisi dediğimiz renkle, bu muhteşem güzellikteki, kristali andıran parlamaları olan buzullarla karşılaşıyoruz. Diğerleri ise bildiğimiz süt beyazı kar buzulları...
İki buzul tipinin birlikte bölgeye kattığı güzellik anlatılmaz. Bu arada bu buzul gölünde kış aylarında fokları görmek de mümkün. Biz bolca gördük. Foklar için zengin bir balık stoğu da var gölde; Ringa ve alabalık. Foklar kadar su kuşları da bölgenin sevimli sakinleri...
Siyah kumsalda mavi kristaller
Lagünün kıyısında okyanus kenarında bulunan sahil, siyah bir kumsala sahip olduğu için birkaç yüz metre gerideki buzul gölünden bambaşka bir etki yaratıyor. Biz kış aylarında bölgede bulunduğumuz ve kumsal kar ile kaplı olduğu için o etkiyi tamamen göremesek de, sahilin o hali bile yeterince ipucu verdi bize.
İzlanda’nın birçok yerinde görebileceğiniz simsiyah kumsallar, volkanik aktiviteler sonucu oluşmuş. Patlayan volkanlardan püsküren lavlar, soğuk okyanus suyu ile karşılaştığında parçalanmış, kum ve çakıllara dönüşmüşler. Bu simsiyah sahilleri İzlanda’da pek çok yerde görebilirsiniz ama bunların üzerinde mücevher gibi parlayan buzulları ancak Jokulsarlon’da bulabilirsiniz.
Ve buzul turları
Kaplıcaları, yanardağları, gayzerleri, şelaleleri, krater gölleri, buzulları, simsiyah kumsalları ve balina gözlem turları ile İzlanda gezginler ve turistler için inanılmaz fırsatlar sunuyor. Yukarıda bahsettiğimiz her şeyin ayrı ayrı anlatılması gereken bir zenginliğe sahip olduğu bu güzellikler içerisinde beni en çok etkileyense Vatnajökul Buzulu’nda yer alan Jokulsarlon Lagünü/Buz Gölü oldu. Aynı gün hem gün doğumunu hem de gün batımını seyrettiğim bu gölde, çevremde dünyanın dört bir tarafından gelen turistler olmasa, başka bir gezegende olduğuma emindim.