Ali İhsan Aydın: Kudüs, Osmanlı için hep özel bir statüdeydi
Geçtiğimiz ayın dikkat çeken kitaplarından biri de VakıfBank Kültür Yayınları etiketiyle yayımlanan Ali İhsan Aydın imzalı “Kudüs’te Son Osmanlı Nizamı” isimli çalışmaydı. Uzun yıllardır Osmanlı’nın son döneminde Filistin konusunda çalışmalar yapan Ali İhsan Aydın’la son çalışmasını tarihi, Osmanlı’yı ve o dönemki Kudüs’ü konuştuk.
Kudüs’te Son Osmanlı Nizamı isimli kitabınız oldukça derin, titizlikle hazırlanmış bir eser. Bu kitap nasıl ortaya çıktı?
Öncelikle takdiriniz için teşekkür ederim. Yüksek lisanstan itibaren Osmanlı son döneminde Filistin konusu üzerine çalışıyorum. Tez haricinde farklı akademik projelerle de bu konu üzerine eğilme fırsatım oldu. Çalışmalarımın Filistin konusunda yoğunlaşmasındaki en büyük pay hocam Prof. Dr. Zekeriya Kurşun’undur. Yüksek lisans tezimi Akka sancağı üzerine yapmaya karar verdikten sonra hocamın bu konudaki engin birikimi ve yönlendirmeleri bizi Kudüs’e kadar getirdi.
Prof. Dr. Yasemin Avcı’nın Kudüs konusunda son derece önemli bir kitabı var. Bu kitap Kudüs belediyesi ve şehrin modernleşmesi üzerine yoğunlaşıyor. Bunun dışında Kudüs’ün idaresi üzerine özellikle uluslararası pek çok çalışma mevcut. Fakat Kudüs mutasarrıflığının idaresi, bu idarenin şekillenmesi ve bir taşra idari birimi olarak merkezle olan irtibatı çalışılmaya muhtaç bir konu olarak duruyordu. Kitabın içeriği büyük oranda doktora tezim sırasında şekillendi. Çünkü ben tez çalışmama başladıktan sonra aynı dönemde aynı konuyu inceleyen başka bir doktora tezinin tamamlandığını gördüm. Bu tezin tamamlanmış olması benim konuları ele alış şeklimi değiştirdi. Konuların şematik olarak incelenmesinden ziyade sorunsallar etrafında şekillenmesine neden oldu. Tabii bahsettiğim diğer doktora tezinden maalesef maddi hatalar nedeniyle pek faydalanamadım. Benim için en büyük faydası konuların sorunsallar etrafında şekillenmesine yol açmasıdır.
Doktora tezimi savunduktan sonra bir buçuk yıl boyunca çalışmama yeni kaynaklar görerek yeni bilgiler eklemeye devam ettim. Konu başlıklarını değiştirerek içeriğini okuyucu açısından daha rahat okunur hâle getiremeye çalıştım. Nihayetinde elinizdeki eser ortaya çıktı.
“Osmanlı Kudüs’ünde İdari Dönüşüm: Yönetim ve Mülkiyet” konusunda en çok neler dikkatinizi çekti?
Kudüs’ün müstakil mutasarrıflık yapısının oluşturulması ve bu yapının işleyişinin oldukça sıra dışı olduğunu gördüm. Kudüs’ün idaresi önceki zamanlarda da pek çok kez müstakil hâle getirilmiş veya vilayet statüsü verilmiş. Çünkü Kudüs oldukça önemli ve özel bir yer. Bu sebeple diğer sancaklardan doğal olarak farklı. Bu durum standart bir mutasarrıflıktan daha farklı idare edilmeyi gerektiriyor. Ancak özel bazı sebepler burada vilayet teşkilatı kurulmasından da kaçınılmasını gerektiriyor.
Kudüs, Osmanlı için hep özel bir statüdeydi. Kudüs’ün vilayet hâline getirilmeyip özel bir durum ile sancak yapısının korunmasında idari işleyiş bakımından pek çok istisna da görülüyor. Bu yapısıyla Kudüs vilayet teşkilatına çok yakın bir mutasarrıflık statüsünde tutuluyor. Buna, müstakil mutasarrıflık diyoruz. Kudüs’ten başka müstakil mutasarrıflıklar da var ancak Kudüs diğer müstakil mutasarrıflıklardan da bazı yönleriyle ayrılıyor.
Özellikle II. Abdülhamid yönetimi Kudüs’ü çok sıkı kontrol etmek istiyor. Saltanatının yaklaşık son on yılında sarayda görev yapan ve kendisine çok yakın olan kişileri doğrudan Kudüs’e idareci olarak gönderiyor. Bu kişilerin neredeyse tamamı Kudüs’ten sonra önemli yerlere vali olarak atanıyor. Kudüs bu yönüyle II. Abdülhamid’in saray kâtiplerinin valilik staj yeri hâline geliyor.
Bahsettiğim bu konuların yanında kitaptaki diğer konular da sorunsallar üzerine bina edildiği için hepsinde dikkat çekici pek çok bulguya rastladım. Bu sebeple bu sorunun tam cevabı kitabın içine yayılmış durumda.
Kudüs her zaman önemli bir yerdi. Osmanlı burayı dört asır boyunca yönetti. Bu kolay olmasa gerek. Bu konu hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Osmanlı büyük bir imparatorluktu. Kudüs ve çevresinde bu olguyu ilk üç asırda zaten rahatça görüyoruz. Son asırdaki, özellikle son dönemdeki tüm zayıflıklarına rağmen de yönetim geleneğini ve imparatorluk bilincini muhafaza ediyordu. Bunu Kudüs’te açık bir şekilde görüyoruz. Pek çok Kudüs mutasarrıfı bölgedeki dini çeşitliliğe, nüfusun fazlalığına ve yabancı ziyaretçilerin çokluğuna her fırsatta dikkat çekiyordu. Osmanlı yönetim geleneği bu karmaşıklıkta bir taraf olmaktan ziyade bir hakem rolü üstleniyordu. Toplumsal dinamiklere müdahale etmeden sorunların çözümüne odaklanmış bir tarzdı bu. Yerel memurların kifayetsizliği hatta bazen kötü niyetleri, halkın talepleri, yabancıların nüfuz mücadelesi ve göçler gibi meseleler çözülmesi veya yönetilmesi gereken olgulardı.
Kudüs yabancı konsolosluklar açısından çok zengin bir yerdi. Karşılaştırılsa belki de en fazla yabancı konsolosluk bulunan şehrin Kudüs olduğu görülebilir. Bu konsoloslar kendi vatandaşları hakkında ve nüfuz alanı olarak belirledikleri tüm konularda mutasarrıflar nezdinde baskı kurmaya çalışıyordu. Bundan sonuç elde edemediklerinde İstanbul’daki elçilerinden hükümet nezdinde baskı kurmasını talep edip yerel idarecilere emirler gönderilmesini temin etmeye çalışıyorlardı. Bazı konularda bunda başarı da elde ediyorlardı. Bu durum Kudüs’teki siyasi denge mekanizmasının ne kadar ince olduğunu göstermeye yetebilir.
Kudüs nüfusu, toplumsal yapısı ve demografisiyle diğer sancaklardan ayrılıyordu. Kudüs’ü yönetmek diğer sancaklara nazaran ne denli zordu?
Kudüs’ün idaresindeki zorluklardan kısmen bahsettik. Nüfusun fazlalığı, gayrimüslim cemaatlerin çeşitliliği ve illegal göçlerin fazlalığı bu zorlukları arttırıyordu. Bu durumu iki ayrı mutasarrıfın farklı tarihlerde merkeze gönderdikleri yazıda görebiliyoruz:
- - “Kudüs livasının umûr ve mu‘âmelâtı bir vilayet derecesinde mühim ve bazı cihetlerde ez-an cümle husûsiyyet-i ahvalini îcâb ettiren noktalarda vilâyât-ı şâhânenin ekserinden ehem olmasına…” (Kazım Bey, 1904)
- - “Kuds-i Şerîf’in mevki‘en ve siyaseten hâiz olduğu ehemmiyet ve nezaket fevka’l-âde mesela Anadolu içindeki vilayetlere kâbil-i kıyâs olmayıp …” (Macid Şevket Bey, 1913)
Bu iki mutasarrıf da bu ifadeleri kullanırken nüfusun fazlalığını ve diğer konuları göz önünde bulundurarak karşılaştıkları zorlukları ifade ediyorlardı.
Her sene Kudüs’e binlerce Hristiyan hac maksadıyla geliyordu. Bu kalabalıklar beraberinde sorunlar ve hatta kriminal olayları da getiriyorlardı. Bu tür sorunlar toplumsal hayata etki ettiği gibi farklı grupların birbirine düşmesine neden olmalarıyla siyasi sorunlara da kapı aralıyordu.
İllegal Yahudi göçü başlı başına mücadele edilmesi gereken bir meseleydi. Limanlara Yahudi göçmenlerin alınmaması talimatı verildikten sonra siyasi baskılarla üç ay süreyle ülkede kalmalarına izin verilmeye başlandı ancak ülkeye giren göçmenler bir daha dönmek istemediğinde zorla da gönderilemedi. Bu durum hem nüfusun artışına neden oldu hem de idarede memurların arttırılması gerekliliğine. Yahudi göçmenlerin tanımsız varlıkları onlardan vergi tahsiline de engeldi. Memur sayısının arttırılması bütçeye oranla yapıldığı için idari kadroların yetersizliği sorunu da ortaya çıktı. Bahsedilen bu sorunlar yönetimdeki zorlukları doğuran nedenlerden bir kısmı.
Şu an çalışmalarınız için İngiltere’de bulunuyorsunuz. Hangi konularla üzerine çalışıyorsunuz, hâlihazırda çalıştığınız konuyla ilgili bir kitap projesi gelir mi?
Şu anda, İngilizlerin Kudüs’te mülk edinimleri ve İngiltere’nin bölgedeki nüfuz tesisi üzerine çalışıyorum. Bilindiği gibi Osmanlı son döneminde Kudüs’te konsolosluk açan ilk ülke İngiltere oldu. Diğer ülkeler İngiltere’yi takip etti bu konuda. Bu yönüyle İngiltere’nin ve İngiliz kurumlarının nüfuz politikaları dikkatle incelenmeli. Bunun yanında mülkiyet konusu çok önemli bir konu. 1850’den sonra Kudüs şehrinde değişen pek çok şey gibi mülkiyet sahipliği de dönüşüme uğradı. Hem Osmanlı’nın yürüttüğü mülkiyet politikaları değişti hem yabancıların mülkiyet edinimlerinin önü açıldı hem de mülkiyet algısı dönüştü. Şu anki çalışmamı bu bağlamda yürütüyorum. Bu konu elbette birden çok kitap üretecek kadar münbit. Kısmetse ileride kitap da olur tabii.