Aki Kaurismaki: Altyazıya ihtiyaç duymayan filmler çekmek istiyorum

ZEYNEP KANTARCI
Abone Ol

Philip Concannon tarafından Aki Kaurismaki ile yapılan bu söyleşi, 2 Nisan2012 tarihinde philonfilm.com adlı internet sitesinde yayımlanmıştır.

Nasılsınız bugün?

Pek iyi değilim. İki aydır sigara içmiyorum.

İki ay mı? Bu sizin tercihiniz miydi?

Evet, kendimi toparlamam gerekiyordu. [bir sigara yakar]. Ama sanırım artık gerekmiyor.

Londra’da en son yirmi yıl önce, Bir Katil Kiraladım filmini çekmiştiniz. Burada yeniden bir film çekmeyi o zamandan beri hiç düşündünüz mü?

Elbette, her yerde film çekebilirim. Fakat hem fotoğraf laboratuvarları hem de Kodak şirketi batmış bir hâldeler. Ben neden batmayayım?

En çok, pek çok ödül almış, 2002 yapımı filmi Geçmişi olmayan adam'la tanınır.

Sinema sektörü bütünüyle dijitalleşse bile analog filmde devam etmeye kararlı mısınız?

Evet, bu çaba içerisinde öleceğim. Bu dünyada dijital film çekmeyeceğim. Sinema, ışığın bir ürünüdür. Bugünlerde film yapımcılarına ne dendiğini bile bilmiyorum, piksel yapımcısı deniyordur belki. Ben bir film yapımcısıyım, piksel yapımcısı değil. Her birine değilse de o kişilerin çoğuna şans diliyorum.

Fransa’da en son 1992 yılında Bohem Hayatı filmini çekmiştiniz. Geçmiş yirmi yılda oraya dönüp yeniden bir film çekme arzusu duydunuz mu?

Hayır, aslında İspanya’da bir hikâye çekmeyi planlamıştım ama orada gerçek bir liman şehri bulamadım. Daha sonra Marsilya’da çekmeyi istedim ancak orası da film çekmek için fazla karışıktı çünkü şehrin son derece dar sokakları var. Ekipmanlarımı yerleştirsem trafiği tıkayacaktı; bölgeye gitmesi altı saat, dönmesi altı saat sürecekti. Ben ne zaman çekebilecektim? Mantığım, bana bunun yapılamayacağını söyledi. Akdeniz’in sahil kıyılarının tamamını dolaştım, son çare Fransa’da Le Havre’a gittim, filmim için kusursuz bir yerdi.

O aşamadayken zihninizde hikâyenin tümü oluşmuş muydu, yoksa hikâye de doğru mekânı bulmanız ile mi gelişti?

Hikâye hazırdı fakat bir kente ihtiyacım vardı. Onu oturtacağım yer olmadan yazmaya başlayamadım.

Göçmenlik konusu niçin ilginizi çekti?

Bir utanç kaynağı olması dolayısıyla. Ben bir Avrupalıyım ve göçmenlik durumunun, böyle yakışıksız bir durumun hâlâ sürüyor olması Avrupa adına utanç verici.

Aki Kaurismäki kariyerine ağabeyi Mika Kaurismäki ile birlikte yönetmenlik yaparak başlar.

Göç hikâyeleri genelde karanlık hikâyeler oluyor, ama bu film daha olumlu hissettiriyor.

Tabiatımdan gelen iyimserliğe engel olamıyorum.

İnsanlığa inanmak güzel bir şey.

Yok hayır, insanlığa dair hiçbir şey bilmiyorum.

Eskiden zihninizde genellikle bir iyi, bir de kötü son hazırladığınızı ve hangisini kullanacağınıza son anda karar verdiğinizi duymuştum.

Bu sorunun geleceğini bildiğim için dün, sayısını hesapladım. İkinci filmlerin her zaman ya mutlu ya da mutsuz bir sonla bitmesi oldukça matematiksel görünüyor, ama Umut Limanı her şekilde mutlu bir son ile bitecekti, her hâlükârda bir masal olacaktı. Aslında Umut Limanı’nda iki mutlu son yer alıyor ve bu alışılmadık bir şey. Ama bunu seyirciye söylemeyin.

Finlandiyalı karakterler yerine Fransız veya İngiliz karakterler oluşturmak sizin için bir fark yaratıyor mu?

Hiçbir farkları yok; insan her yerde insandır. Ebedi tasavvurum, köyde yaşayan Çinli bir kadının altyazısız bir şekilde anlayabileceği bir film çekmek.

Şu anda Portekiz’de yaşıyorsunuz, değil mi? Orada bir film çekmeyi düşündünüz mü?

Hayır, hem de hiç. Tam 23 kıştır oradayım ve düşünme biçimlerini hâlâ anlayamıyorum. Fransızlar, İspanyollar ya da İngilizler gibi değiller onlar. İlginç bir ülke orası.

Sessiz sinemanın çalışmalarınızda büyük bir etki yarattığı söylenebilir mi? Buster Keaton’ın size ilham olan kişilerden olduğunu zannediyorum.

Evet, Keaton ve Chaplin tüm zamanların en iyileriydi. Her ikisi de. Özellikle Keaton’ın solgun sessizliğini seviyorum.

Keaton yalnızca yüzünü kullanarak pek çok şey anlatabilen biriydi. Bu, oyuncularınızda aradığınız bir özellik mi?

Gözler konuşur, yüzler değil. Öyle olsaydı oyunculukta aşırıya kaçınılırdı. Eğer gülüşleri ve el hareketleri rüzgâr güllerini anımsatmıyorsa işe alınırlar.

Bağımsız bir yönetmen olarak ilk filmi, Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sının günümüz Helsinki'sinde geçen bir versiyonudur. (1983)

O zaman oyuncularınızla sette nasıl çalışıyorsunuz?

Eğer ihtiyaç olursa nasıl oynamaları gerektiğini göstermek için karşılarında rolü kendim oynarım. Gerekmiyorsa onlara yalnızca oyunculuklarını azaltmalarını ya da artırmalarını söylerim ki bu genellikle azaltmaları yönünde olur. Rol dağıtımı yapmak, benim için doğru oyuncuları istihdam etmek demek. Bu nedenle genelde direktif vermem gerekmiyor. Tembel bir adam için iyi bir şey bu.

Hitchcock, "Yönetmenliğin %75’i oyuncu seçimidir." derdi.

Öyle mi demiş? Bunun kendi fikrim olduğunu düşünürdüm hep.

Altyazısız anlaşılabilen filmler yapma meselenize geri dönersek, 1999’da Juha adında bir sessiz film çekmiştiniz. Şu sıralar The Artist filminiz de büyük bir başarıya işaret ettiğine göre, bu alanı yeniden keşfedebileceğinizi düşünüyor musunuz?

Hayır, bunu çoktan yaptım. Yirminci yüzyılın son sessiz filmini çektim ve doğrusu bu çıkışı da çekilebilecek en iyi film ile yaptım. Dolayısıyla artık bir sessiz film çekmeme gerek yok.

Le Havre filminin üçlemenin ilki olacağını seziyorum.

Yani, hayatta sayısız plan var. Öyle üşengecim ki zihnimi meşgul etmesi için gelecekte çekeceğim filmlerin düşünü kurmam gerekiyor. Bunun son filmim olduğunu söylemeyi isterdim fakat ölmek için henüz çok genç olduğumdan, gerçeği yansıtmaz.

Son filmlerinizin arasındaki süreyi epey uzun tuttunuz. Son filminiz Alacakaranlıktaki Işıklar 2006’da, Geçmişi Olmayan Adam ise 2002’de yayımlandı.

Eskiden dünyanın en hızlısıydım. 80’lerin sonlarında senede dört film çekiyordum ama yaşlandıkça insan yavaşlıyor. Jarmusch bile benden daha hızlı artık.

Leningrad Cowboys Go America filmiyle dünya çapında ün elde etti.

Son zamanlarda filmleriniz için bütçe almayı daha güç buluyor musunuz yoksa bir film çekmek istediğinizde maddi desteğiniz her zaman hazır oluyor mu?

Para hiçbir zaman bir sorun teşkil etmedi, eğer bütçe alamasaydım o zaman da bütçesiz çekerdim. Paranın olmaması tembel insanlar için sadece bir bahane.

Geçmiş otuz yılda çekilmiş tüm Fin filmlerinin beşte birinin size ve erkek kardeşinize ait olduğunu okumuştum.

Şimdilerde çeyreği gibi geliyor.

Finlandiya’daki film kültürü nasıl? Sinema-sever bir ülke mi Finlandiya?

Eskiden bir sinema ülkesiydi, Godard’ın Finlandiya’daki seyirci sayısı, Fransa’dakinden daha fazlaydı geçmişte. Artık klasik Hollywood saçmalığı mevcut çünkü dağıtım bir sorun.

Mika ile Midnight Sun Festivali’ni kurmanızın nedeni bu muydu?

Onun nedeni daha ziyade kimsenin kimseyle tanışmadığı festivallere olan öfkemizdi. Hiçliğin ortasında bir festival yapmaya karar verdik ki herkes herkesle tanışsın, kimse kaçamasın. Yönetmenlere, "Kaçmak isterseniz bize göre hava hoş. Havaalanı 150 km uzaklıkta." dedik. Şimdiye dek giden olmadı. Finlandiya’ya gittiniz mi hiç?

Hayır, gitmedim.

Gitmeyin. Zaten hayat yeterince sıkıcı.

Sık sık "başarısız ve tembel" bir film yapımcısı olduğunuzu söylediniz, ama son otuz yılda fena iş çıkarmadınız, öyle değil mi?

Körler diyarında tek gözlüler bile kraldır.

Yönetmenin ödüller açısından bugüne dek en başarılı filmi, Geçmişi olmayan adam'dır.

Gerçekten içinize sinen bir filminiz oldu mu?

Eğer içime sinseydi film çekmeye devam etmezdim, yani açıkça görülüyor ki hayır. Yalnızca bir kereliğine de olsa mutmain olmadan ölmek pek hoş değil, bu yüzden denemeye devam ediyorum.

Yazdığınız senaryolar filmlerin son hâlleriyle ne kadar örtüşüyor?

Elimde senaryo varsa birebirdir, bir farklılık olmaz. Bazen senaryom olmaz ve doğaçlama yaparım -oyuncular katiyen doğaçlama yapmaz ama ben yaparım- ve hikâyeyi çekim yaparken kurarım. Oldukça hızlı yazabiliyorum ve fikirler hemencecik ortaya çıkıyor, dolayısıyla filmi yazmam ya da doğaçlama şeklinde ilerlemem bir fark yaratmıyor. İkisi de aynı.

Le Havre’ın müthiş sahnelerden biri de Little Bob’un performans gösterdiği sahne. Onu nerede keşfettiniz?

Little Bob, Le Havre’ın Elvis’i ve Elvis de Memphis, Tenessee’nin Little Bob’u. La Havre şehrinde Little Bob’a denk gelmeden gezemezsiniz. Sizin günlerinizden önce Avrupa’da ünlü bir yıldızdı, 70’lerin sonlarında Finlandiya’da bile turneye çıkmıştı. Yaptığı müziği biliyordum ama onunla daha önce tanışmamıştım. Tanışınca da onu da filme yazmam gerektiğine karar verdim. Filmlerimde nedense canlı müzik kullanmayı seviyorum. En azından bir şarkıyı hakiki kılmak hoşuma gidiyor.