7 film ile dünya sineması

DOĞA KUTLU ÖZTÜRK
Abone Ol

Sinema, bir sanat dalı olmanın getirdiği evrensellik ile dünyanın her yerinde içerikleri bulunan bir oluşum. Ana akım sinemanın “Hollywood’un” elinde olmasının yanında kendi içinde bir sistem ve sinema kültürü oluşturmuş birçok ülke var. Gelin sizlerle gözlerden ırak kalmış fakat kaliteden ödün vermeyen, Dünya Sinemasından birkaç filme bakalım.

Birleşik Krallık - Jabberwocky (1977)

Jabberwocky (1977).

Babasının ölümünden sonra genç Dennis Cooper, şehir merkezine iner. Şehirde k.m. maceralara atılan Dennis, krallığı tehdit eden Jabberwocky adlı canavarı öldürebilecek midir?

Monty Python ekibinin filmlerinin de yönetmen koltuğunda oturmuş olan Terry Gilliam, bize zeki İngiliz mizahına bulanmış bir ortaçağ filmi sunuyor. Monty Python and the Holy Grail ile sinemada büyük ses getirmiş olan Gilliam, başrolde yine Monty Python ekibinden olan ve Gilliam ile Brazil filminde de çalışmış Michael Palin’i kullanarak bize o alışılagelmiş olan ortaçağ hikayelerinden farklı ve bir o kadar da eğlenceli bir film sunuyor.

Danimarka - Dalgaları Aşmak (1996)

Dalgaları Aşmak (1996).

Küçük ve tutucu bir İskoç Köyünde yaşayan yeni evli Bess ve Jan, Jan’in işi dolayısıyla ayrı kalmak zorundadır. Erkek kardeşinin ölümünden sonraki yas sürecinde derin düşüncelere hapsolan ve akli dengesi çok da yerinde olmayan Bess, Jan’den ayrı kalma fikri üstüne sık sık sinir krizleri geçirmeye başlar. İş sırasında kafasına aldığı bir darbe ile boynundan aşağısı felç kalan Jan artık Bess’in yanındadır. Fakat Jan’in bu durumundan kendini sorumlu tutan Bess, şimdi de Jan’in sınırları zorlayan isteği ile karşı karşıyadır.

Lars von Trier’in 6. filmi olan Breaking the Waves, yönetmenin en tartışmaya açık eserlerinden biri. Gerilim’i yapımlarında önde tutan Trier, Dancer in the Dark filminde de olduğu gibi kendisinin sinema tarihindeki en iyi drama yazarlarından biri olduğunu gösteriyor bize. Bess’in üstündeki kilise baskısının yanında tanrıyla arasındaki ilişki üzerinden varoluşsal bir tartışma sunan film, Jan’in Bess üzerinde kurduğu istek sistemiyle bize “ahlak” dediğimiz şeye de her açısından tekrar baktırıyor.

Estonya - Mandalina Bahçesi (2013)

Mandalina Bahçesi (2013).

1992’de Abhazya’daki savaşta; Ivo adlı Estonyalı bir adam, mandalina bahçesinin hasadı için geride kalır. Evinin önündeki çatışma sırasında yaralanan bir adam orda terk edilir. Ivo’nun artık evinde bir misafiri vardır.

Savaş ve insanlık üzerine yapılmış en güzel yapımlardan biri olan Tangerines, Gürcistan ve Abhazya güçleri arasındaki savaş üzerinden evrensel bir hikaye anlatıyor. Estonya - Gürcistan ortak yapımı olan film, güçlü oyunculuklar ve etkileyici bir hikaye olmanın yanında Estonya sineması için de çok büyük bir değer.

İran - Serçelerin Şarkısı (2008)

Serçelerin Şarkısı (2008).

Devekuşu çiftliği olan Karim, kızının işitme cihazı bozulunca kendi ve ailesinin hayatını derinden etkileyecek bir yolculuğa atılır. Motorsikletle kaos ve tekinsizliğin hakim olduğu Tahrana giden Karim; şehirde karşısına çıkacak olan fırsatlar tarafından sınanıp sahip olduğu ahlak anlayışı ve içinde olduğu kabilenin kırmızı çizgilerini sorgulamaya başlarken, şehirdeki yaşam ile çölün ortasında konumlanmış kendi köyündeki hayatı hem kültürel hem de ekonomik olarak kıyaslayacaktır.

Children of Heaven (1997), The Colour of Paradise (1999) gibi yapımlarla İran sinemasının en başarılı yönetmenleri arasına adını yazdıran Majid Majidi, The Song of Sparrows ile İran'ın içinde oluşan şehir-kasaba farkı ve kültürel dejenerasyona dikkat çekiyor, aynı ülkenin vatandaşlarının ekonomik spektrumda nasıl bambaşka yerlerde olabileceğini gösteriyor. Gerek hikayenin akıcılığı ile gerekse değinilen konunun bize yakınlığı ile Serçelerin Şarkısı dünya sinemasının en anlamlı eserlerinden biri.

İsveç - İkinci Kattan Şarkılar (2000)

İkinci Kattan Şarkılar (2000).

Patronuna 30 yıldır burada çalıştığını bağıran yeni kovulmuş bir adam, sigorta parası için mobilya dükkanını yakmış bir babanın oğlu, metroda elinde içi yanık belgelerle dolu bir poşet olan suratı isli bir adam, sokaktaki bir falcının küresine dalmış işi için endişelenen bir ekonomist. Amaçları olan fakat hikaye ilerledikçe yolları ayrılan bir grup adam.

Songs from the Second Floor, Perulu şair César Vallejo’dan esinlenmiş; sevgiye ihtiyacımız, yüceliğimiz ve değersizliğimiz, kırılganlığımız ve içinde yaşadığımız yalanlar yığını ile ilgili, kara mizah dolu bir şiir-film. Bir grup erkeği odağına alarak günümüz dünyasının temellerine, para ve güç için hırs ile yanıp tutuşan bedenlerimize mercek tutan İkinci Kattan Şarkılar zekice hazırlanmış, kara mizah içeren bir Bergman filmi gibi.

Çin - Öylece Oturan Bir Fil (2018)

Öylece Oturan Bir Fil (2018).

Çin’in kuzeyindeki Manzhouli şehrinde sadece oturup dünyayı umursamayan bir film olduğu söylenir. Bu fil ana karakterlerimiz için bir saplantıya dönüşür. Bu saplantılarının peşinden gittikçe daha içine girdikleri tavşan deliği onları kendilerini bulacakları bir yolculuğa çıkaracaktır.

Hu Bo’nun Big Crack adlı kendi romanından uyarladığı An Elephant Sitting Still; 234 dakikalık ince karakter analizleri içeren, listemizin belki de en ağır ve derin filmlerinden biri. Zamanına rağmen karakterlere ayrı ayrı odaklanması ve kitaptan uyarlayan kişinin kitabın yazarı olması senaryoyu bir kaç kat yukarı çıkararak filme kolay adapte olmanızı ve karakterle empati yapmanızı sağlıyor. Filmin çekimleri tamamlandıktan sonra 2017’de 29 yaşında hayatına son veren Hu Bo, bu film ile giderken bize bir not bırakıyor. Bo’nun mental durumu da göze alınarak bakılınca oldukça depresif ve karanlık bir film olduğunu söyleyebileceğimiz Öylece Oturan Bir Fil; arkasındaki hikaye, insanın içini garip şekilde ısıtan gri tonu ve senaryosunun size vuracağı her sille ile izlemesi ve hazmetmesi gerçek emek isteyen bir başyapıt.

Polonya - Gümüş Küre (1988)

Gümüş Küre (1988).

Bir grup kozmik kaşif, Dünya’yı bırakıp özgürlüğü bulmaya ve yeni bir medeniyet kurmaya koyulur. Fakat ayrılışları ile peşlerinde kendi rüyalarının sonunu taşıdıklarının farkında değillerdir.

Listemizin son fakat belki de en iyi filmi olan On the Silver Globe; Andrzej Żuławski’nin dehasına bulanmış, renkleri ve prodüksiyonu ile Żuławski’nin Possession’ında da olduğu gibi Kubrick’e benzeyen; insan ve insanlık aşırı, metabir film. İnsanlık ve Dünya’yı semboller haline getirerek harika renkler ve kostümlere bulanmış bir şekilde varoluş ve var “olmayış” etrafında dolanan Gümüş Küre; çekilemeyen sahneleri, senaryodaki kopukluklar, dayandığı fikrin büyüklüğü ile hatalarını bile kullanarak biricikliğe ulaşan bir sinematografi şöleni.