Öteki öte

ONURHAN ERSOY
Abone Ol

2020 yılında dünyaya bir virüs yayılacaktı. Birkaç milyon insan ölecekti ve geri kalanlar sürü bağışıklığı kazanacaktı. Sonraki nesiller de bu virüse bağışıklık kazanmış olarak doğacaktı. Gerekli antikorlar kazınacaktı genetik koduna insanlığın. Peki sen ne yaptın? Geçmişe gelerek virüsün ortaya çıkışını engelledin.

  • "boşluktayım merhaba
  • bana hatıra bir fotoğrafa bakıyorum
  • aynı pozu veriyorum aynı meydandayım
  • ellerim cebimde tek omzum düşük
  • onurlu bir hayatın kopyasıyım yanında"
  • Furkan Ece / Biz Sevmeyi Böyle Öğrendik

Marlboro'nun kırmızısını hayranlıkla izliyordu. Yüzüme de bakıyordu arada, kaçamak. Ne diyeceğini, nasıl diyeceğini bilemeyen biri gibi kaçırıyordu bakışlarını. Kaçıracak sözlerin provası gibi. Lafa girmesi gerekiyordu artık. Zira insanlar tanımadıkları insanları işinden gücünden alıkoyup bir yerlere götürüyorsa "konuşmamız gerek" diyerek, konuşmaları gerekirdi. Durup zamana hayran bakışlar savurmanın zamanı olurdu ve bu zaman o zaman değildi. "Ee, ne konuşacağız?" dedim. Üniversitenin ilk günüydü. Sabahın dokuzunda okulda olmam gerekiyor zannetmiştim. Ne bileyim. Sabahın dokuzunda okulda olmak için sabahın yedisinde evden çıkmam gerekiyordu. Sabahın yedisinde evden çıkmam için sabahın altısında uyanmam. Ben de gecenin ya da sabahın dördünde uyuyan biri olduğum için o gece uyumamıştım. Breaking Bad izlemiştim dizimag'den. Okula geldiğimde aradığımı bulamadım. Biraz bakındıktan sonra öğrenci işlerini buldum ve dersimin saat 4'te olduğunu öğrendim.

Ben de gecenin ya da sabahın dördünde uyuyan biri olduğum için o gece uyumamıştım. Breaking Bad izlemiştim dizimag'den.

Küfürler sövgüler kendi içimde, kederli bir öfke. Çıktım gezindim, boş dolanmalarla biraz zaman öldürdüm ve çabucak kürkçü bellediğim okula döndüm. Kampüste aylakça duruyor, benim gibi birinci sınıfları gözlerinden tanımaya çalışıyordum. Sonra yanıma geldi. Onu ilk kez görüyordum. O, beni ilk kez görmediğini iddia ediyordu. Konuşmamız gerektiğini, çok önemli bir şey olduğunu söyledi. O da birinci sınıftı sanırım. Vakit geçsin, geçerek ölsün istedim, kabul ettim. Okul civarında bir kafe burası, üçüncü dalga. Vızır vızır garsonlar ve zırıl zırıl süs köpekleri oluşturuyor bitki örtüsünü. Ben americano söyledim, o cortado. Sonra cebinden çıkardığı sigara paketini hayranlıkla izlemeye başladı. Kendisini tetiklemem üzerine, ağzından çıkarmasını beklediğim önemli baklayı çok alakasız bir noktadan fırlattı. "Bana cortado içmeyi sen öğrettin biliyor musun?" Tanışıyor muyduk? Süzdüm biraz, yok, tanışmıyorduk. "Ben hayatımda hiç içmedim ki ondan," diye cevaplayabildim.

  • Kapalı sözler açılmaya muhtaçtı. Anladığım kadarıyla kapalı da bir durum vardı ortada, ardına kadar açmasını bekleyecektim. Ağızdan kerpetenle laf alarak açılamazdı böyle muhabbetler ama, kendisini rahat hissetmesini sağlamalıydım herhalde. Hale bak, onun beni rahatlatması gerekirken... Neyse ki beni uğraştırmadan girdi söze. "Ali, sana geldim çünkü sadece sana güvenebilirim." E bu beni tanıyormuş. Gerçi aynı okuldayız, kaydımız kuydumuz var, görmüştür ismimi. Güven meselesi nereden çıktı anlamasam da... Güveniyorsan anlat kardeşim, ama neden güvendiğini temellendir önce. Nelerle uğraşıyoruz uykusuz halimizle. "Ben gelecekten geliyorum." Heh, şimdi oldu işte. "Nasıl geldim, niye geldim bilmiyorum. Çok da gelecek değil, altı yıl gelecek. Zaten bilinçli bir yolculuk yapsam gider Hitler'i falan öldürürdüm herhalde, niye altı yıl önceye geleyim dimi..." "Kardeşim senin ismin ne?" diye kestim sözünü.

Boş muhabbetlerle uğraşacak enerjim yoktu. Boş muhabbetin de bir adabı vardır, karşındakinin boşluğunu tartar oradan açarsın muhabbeti. Böyle lök diye olmaz, can sıkar. "Bora ben. Sen de mi partiden sıkıldın, bu arada Bora ben'in Borası." "Tamam Bora kardeşim. Bak, ben de severim böyle egzantirik muhabbetleri. Valla, iyidir sohbetim. Ama bu işin de bir yolu yordamı var. Sen tanımadığın insanları çevirip ‘çok önemli bi şey diycem' diye alır götürür sonra gelecekten geliyorum falan dersen millet ciddiye almaz seni. Aaa ne tatlı muhabbet demez kimse, deli mi ne, der." "Aga, açıklayacağım her şeyi sabırlı ol." "Bak hala... Beni tanıdığını iddia etmen bizi arkadaş yapmıyor farkındasın dimi?" "Kartal'da yaşıyorsun. Babanın kotçu dükkanı var, bir de ortağı var. Babaannen Okmeydanı'nda, anneannen İstinye'de yaşıyor. Babaannenin alt katında amcanlar yaşıyor. Amcan donculuk yapmış bir dönem Bağcılar'da.

Boş muhabbetlerle uğraşacak enerjim yoktu. Boş muhabbetin de bir adabı vardır, karşındakinin boşluğunu tartar oradan açarsın muhabbeti. Böyle lök diye olmaz, can sıkar.

Sen sevgilinden yeni ayrıldın, hemşire o da." Beyninden vurulmuş İbrahim Tatlıses gibiydim o an. Kurduğu cümlelerin yarısında fırlayıp yumruğu yapıştıracaktım aslında. Sonuna kadar bekleyince sindirme süresi doğdu, yuttum hepsini. Ne diyeceğini bilemiyor insan böyle olunca. Küfür mü edeyim, dediklerini mi sorgulayayım, kalkıp gideyim mi... Garson geldi, kahvelerimizle. Bardağı kafasına mı geçirsem. Hep istemişimdir birinin kafasında bardak, şişe gibi camdan ürünler kırmayı. Sırf bu yüzden bir şişe su sipariş ettim garsona. Belki lazım olur. "Korktun biliyorum, başka türlü seni nasıl inandıracağımı bilmiyordum kusura bakma. İkna oldun mu şimdi?" "Geçmişime dair şeyler söyleyerek gelecekten geldiğini nasıl kanıtlayabilirsin ki? Belki çok iyi araştırdın, ajan gibi bir şeysin, sapıksın, ne bileyim." "Geleceğini bilmiyorsun ki, geleceğini söylesem nasıl inanacaksın?" "İpucu ver."

  • "Eski sevgilin evlenecek bir yaz günü. Evinin olduğu sokağın köşesine gideceğiz seninle, Gazapizm dinleyip susacağız. Radikal Sevdalar dinleyeceğiz. Siyah tişörtlerimiz ve bakımsız sakallarımız olacak. Kızın alt komşusu balkondan Carlsberg içerek eşlik edecek bize. Zizek'e benzeyecek alt komşusu. Sen o aralar Zizek'le çok haşır neşir olduğun için bakışlarını kaçıracaksın. Bakmayacaksın binaya. Bakmayacaksın sen içemeden kendi kendine yanıp biten sigarana. Boşluğa bakacaksın. Sokağa değil, elektrik direklerine değil, başıboş köpeklere bile değil. Dümdüz, boşluğa." "Eyvallah, çok yardımcı oldun gerçekten." "Başka ne denir bilemedim." "Velev ki doğru söylüyorsun, gerçekten gelecekten geliyorsun, ne ayak peki? Niye bana geldin? Yok mu başka arkadaşın, bugünde tanışık olduğun?" "İnanmazlardı ki. Dediğin gibi, onlara gitsem saçma sapan geyik muhabbeti açtım zannederler. Kanıtlamak için geçmişlerini de dökemem, zaten bu günde de biliyordum çünkü.

Sana geldim çünkü seninle dost oluyoruz. Şimdi değil, önümüzdeki yıl. Kusura bakma, birilerine derdimi açmak için bir yıl bekleyemezdim. Neyi nasıl yapacağımı bilemeden, çok zor olurdu." "Ne derdin var ki? Kimsenin eline geçmez bak bu fırsat. Hatalarını biliyorsun, neyi yanlış yaptıysan hepsini düzeltebilirsin. Hayatını mükemmele çevirebilirsin." "Sorun da bu ya. Hatalar yeni yollar açıyor bize, yol çatallandıkça doğruyu buluyorsun. Olmuş olan, olacak olanların en iyisidir. Yaşanan hayat mümkün evrenlerin en iyisidir yani, paraleller iyi olsalardı paralel olmazlardı. Gerçi, daha paralel yapı falan çıkmadı dimi... Yani, çıktı tabii de, kabul edilmedi henüz... Of, Türkiye spoiler'ı vermemek çok zor. Kenan Işık'la konuşuyor gibi hissediyorum, neyi nereden başlayarak açıklayacağını seçmek çok zor." "Kenan Işık'a bir şeyleri açıklamak neden zor ki?" "Off, bu da spoiler. Pardon, devam edelim." "Edelim tabii de, anlamıyorum ki. Gidip bir profesöre, kuantum falan bilen birine anlatsan daha çok yardımcı olmaz mı? Mümkün evrenin en iyi evren olduğu düşüncesi biraz romantik bence, bir gerçekliği yok."

Sorun da bu ya. Hatalar yeni yollar açıyor bize, yol çatallandıkça doğruyu buluyorsun. Olmuş olan, olacak olanların en iyisidir.

"Ali ben zaman yolcusuyum. Sence gerçeklikle içli dışlı bir tip miyim şu an?" "Bence sen gerçeğin ta kendisisin. Hem neden spoiler vermemek istiyorsun ki, sal gitsin. Sonuçta bana geldin, geçmişi çoktan değiştirdin yani. Bu saatten sonra geleceği anlatmanda bir sıkıntı yok bence. Anlatsana biraz." "Fifa'ya sokak futbolu modu geliyor 2020'de. Bazıları hala Pes13 oynamaya devam ediyor ama. Bir ara darbe olur gibi oldu ama olmadı engellendi. Sonra bir ara savaş çıkar gibi oldu ama o da tam olmadı. Gerçi savaş hep var da üf ne bileyim. Kötü insanlar var ya şu an, işte o zaman da varlar. Kötüler pek ölmedi ya. David Bowie, Kobe Bryant ve Erdal Tosun öldü. İbrahim Tatlıses hala yaşıyordu en son. Baya kişi öldü he. Zeki Alasya öldü bak bir ara. Belli bir yere kadar senede birkaç ünlü ölüyordu klasik, sonra salgın çıkınca tabi iş sıkıntıya bindi." "Ne salgını?" "Boş ver onu şimdi, bana yardım et sen, bir yol göster." "Usta ne yolu göstereyim, git Doctor Who izle bence."

"Zaman yolculuğu konseptini anlamak istemiyorum ki ben, kendimi anlamak istiyorum. Bir hatayı tekrarlamak mümkün mü, bunu anlamak istiyorum. Bilinçli yapılan şey hata mıdır, kötülük müdür? Yani... dünya berbat bir yer. Şu an da berbat ama o zaman daha da berbat oluyor. Şu an bunu değiştirmek için bir fırsatım var mı? Vardır belki, birilerine suikast falan düzenlersem belki dünya daha iyiye gider bilmiyorum. Ben zaman polisi değilim ki ama, geri dönüş biletim yok. Ben Bora'yım, bugünün ve yarının Bora'sı. Evde annem bekliyor. Yarının annemi değil, bugünün annemi. Bugün yapacağım her şey, bugünde değiştirecek hayatımı. Bugün dünya için ne yaparsam yapayım kendim de burada olacağım. Dünya yanarken içinde olmaya devam edeceğim. Dünyanın yanışını durdurmak için elimden gelen bir şey yok." "Baya iyimsersin sen he. Özellikle bir zaman yolcusu için..."

  • "Öyle ama napayım. Fight Club'ın son sahnesi gibi, el ele tutuşmuşuz ve yok oluşu izliyoruz. Dünyaya bir şey sunamam. Dünya kötü olacak olmasına, hayatlarımız da haliyle. Bu demek değil ki ama her şeyiyle berbat olacak hayatlarımız. İnsan isterse Sagopa gibi pesimist olsun yine de bir şeyleri sevmeye eğilimli. Evet, insan sevgiyle beslenen bir yaratık. En kötü durumda bile güzel bir şeyler oluyor. Ki sen, ben falan fena değildik. Ben mutluydum çoğu kişiye kıyasla. Sevgilim vardı. Çok seviyordum. Çok seviyorum yani. Şimdi yok ama. Yollarım hatalarımla çatallandı ve ona çıktı, bu yüzden sevdim tüm o hatalarımı. Şimdi o hataları yapmadan ulaşamam ki ona. Aynı hataları nasıl yapacağım peki? Aynı şeyleri hissetmeden yani. Başka sevgililerim olacak mesela, onları sevdim bugünkü ya da az biraz yarınki halimle. Ama en yarınki yani en bugünkü halimle sevmiyorum onları, ne olacak? Sevmediğim insanlara sırf zamanı öldürüp günüme ulaşmak için seviyor rolü mü yapacağım? Ya tekrar sevgili olduğumda onlarla, onlar için bu ilkken, yeniden aşık olursam onlara? Birine en azından. O zaman kendi zamanıma ve aşkıma ihanet etmiş olmaz mıyım? Sorularla doluyum Ali. Kuyularla doluyum."

Ben bir sigara yaktım. O gözünü çakmağıma dikti. Amazon'dan aldığım Constantine zipposu. Prometheus'un ellerindeki ateşi ilk kez görmüş insanoğlu gibi bakıyordu çakmağa. Hayran ve şaşkın. Sonra gözlerinin önünden bir film şeridi geçti, ben izleyemedim. "Dolar ne kadar şimdi?" diye sordu. Ne alaka şimdi. "İki-iki buçuk civarı, tam bilmiyorum. Niye, bütün paramı dolara basmamı mı söyleyeceksin gelecekten gelen biri olarak? Yoksa iddia mı oynayalım? Bu hafta Atletico maçı ne olur?" "Sence altı sene öncesinin fikstürünü ezbere bilecek kadar boş bir adam mıyım ben ya? O izlenimi mi verdim yani?" "Yok da ne bileyim tanımıyorum ki. Geldin anlatıyorsun yok sevgilimi özledim yok eski sevgilimi özlersem sevgilimi aldatmış olur muyum falan ama anlamadım ki ben senin derdini. Seni anlamadım yani. Sen nasıl birisin onu anlamadım. Kafası karışık birisin, bunu anladım bi." "İddia değil... Çok şey var ama. Youtube işine çökmek lazım mesela. İnsanlar deli gibi para bulacak youtube videolarıyla. Hem gelecek yılların tutmuş youtube içeriklerini de biliyorum, bunları henüz yapılmamışken yapabiliriz. Hatta Gazapizm'in ya da Eypio'nun patladıkları şarkıları da yapabiliriz onlardan. Arif V 216'da Arif'in yaptığı gibi..."

Yazı sözün peşinden koşar
Post Öykü

"Nasıl ya, rapçiler ünlü mü olacak gerçekten? Yani ne bileyim Allame falan olur da, Gazapizm'den APO'dan beklemezdim mesela ünlü olmalarını. Nasıl oluyorlar anlatsana biraz." "Geleceğe dair çok fazla şey söylersem her şeyi bozacakmış gibi hissediyorum ama." "Peki Da Poet ünlü oluyor mu? Karaçalı ya da?" diye soruyorum. "Yok, onlar hala aynı. Aynıydı yani." Hevesim kursağımdan geçemiyor böylelikle. "Şanışer'in dokuz yıl öncesine mektup diye bir şarkısı var. Şimdi yok da, olacak yani. Onun gibi hissediyorum kendimi. Kendi mektubum kendim olmuşum gibi," diye devam ediyor söze. "Manşet Lütfen'den beri Şanışer dinlemedim," diyorum. "Dinleyeceksin," diyor ve gülümsüyor. Tebessümünün kıvrımından bir anlam çıkarmama izin vermeden sürdürüyor konuşmasını. "Biz seninle böyle tanışmıştık. İlk tanıştığımızda yani. Yine bomboş bir rap muhabbetiyle. İstatistik dersi vardı. Arkadaş ortamı, aynı masadaydık. Sen mi ben mi bilmiyorum bir şarkı mırıldanmaya başlamıştı birimiz, diğeri de devam etmişti. Sonra böyle devam etti. O gün derse girmedik. Daha sonra pek çok derse girmedik. Esnaf gibi çöktük okulun köşelerine. Geniş görüş sunan köşelerden sağa sola laf attık, milletin masasına yanlayıp terk edildik. Güzel günlerdi be Ali..."

"Eyvallah. Madem daha buradasın, planların var geleceğe dair, biz de dost oluyoruz dediğin gibi, yapılır yine aynıları. Ben daha yaşamadım, bana yaşamadığım şeyin nostaljisini yaşatma, bırak biz de yaşayalım." Gülümsedi. Nedense içimde bir sıcaklık vardı. Geleceğin güzel olacağına dair bir inanç yerleşmişti içime, geleceğin çok kötü olacağına bizzat tanıklık etmiş biri tarafından uyarılmış olmama rağmen. Biz konuşurken, içeri biri girdi. İçeri birçok kişi girip çıkıyordu tabii fakat bu girenin dikkat çekmemesi mümkün değildi. Hırpani, bu kişinin görünümünü tanımlamak için en doğru sıfat olacaktır. Dikkatimi özellikle çekti çünkü bizim masamıza geldi. Boş bir sandalye çekip yanımıza oturdu. Gözlerimizin içine bakmaya başladı sırayla. Sürme mi var onun gözlerinde? "Hanginizi öldürmem gerekiyor yardım eder misiniz?" diye giriş yaptı. Anlaşıldı, buraların terminatörü buydu. "Hayırdır birader?" dedi biri, ben ya da Bora. İkimiz de aynı anda bir şeyler dediğimiz için hangi cümleyi hangimiz kurdu ayırt etmek zor oldu.

  • Hırpani de bu sözel kaosa ortaklık etmek istememiş olacak ki arzusunu eyleme dökerek elini beline attı ve masaya bir tabanca koydu. Masaya konmuş tabanca bizim sırtımıza gerginlik olarak yüklenirken Hırpani'nin yüzüne rahatlık olarak yansıdı. Bacak bacak üstüne attı, gözlerimizin içine baktı gözlerinin içinden sırıtarak. Yüzü hala kütük gibiydi fakat gözleri gülüyordu. Küllükteki el etmekten korktuğum ve yana yana giden sigaramı alıp bir nefes çekti. Öksürdü sonra. Fiyakası yerle bir. "Ne ağırmış lan sizin sigaralar, bu kadar tütün konur mu buna hiç!" diye sigaraya çıkıştı. Sinirli bir arkadaştı anlaşılan. Yaşını anlayamamıştım bir türlü. Saçlarında aklar vardı fakat yüzü genç duruyordu. Dünya üzerinde yalnızca Van Persie, Tamer Karadağlı ve Karaçalı'nın dahil olduğu melanin eksikliğinden muzdaripler kulübünün bir üyesiydi muhtemelen. Genç yaşına karşılık bir genç ne kadar yaşlı olabilirse o kadar yaşlıydı. "Hanginiz zaman yolcusu, söyleyin de olsun bitsin şu iş." dedi biz onun son cümlesine uygun bir tepki veremeden. Zaman yolculuğu meselesine hakim biri olması bizi bir miktar şaşırtmıştı.

"Hayırdır, ne yapacaksın zaman yolcusunu?" diye sordu Bora. "Sen beni dinlemiyor musun?" diye yanıtladı o da. Niyeti ciddiydi sanırım. Ben gerçeklikten kopmuştum biraz. On dakikada nereden nereye gelmiştik. Kamera şakası mıydı bu? Silahla şaka olur muydu hiç? Suyumdan büyük bir yudum aldım. Bardağa dökmeden, şişeden. Şişeyi elime almak için bahaneydi biraz da. Biraz da yutkunmak için. Koskoca mekanda kimse fark etmedi mi masadaki koca tabancayı yani. Birileri polisi arasın alo. "Bakın, ikinizi de kılım kıpırdamadan vururum, sonra kahvelerinizin kalanını içerim. Söyleyin o yüzden." Arkadaş Michael Corleone sanıyor kendini. "Tamam tamam, benim," diye söküldü Bora.

"Bilinçli değil ama, valla. Uyuyordum ben. Uyandım sonra, bir baktım metrodayım. Önceki gece sarhoş olduğumu falan düşündüm önce. Kulaklığımda Manuş Baba çalıyordu, Nazan Öncel şarkıları söylediği dönemler. Garipsedim ama zaman yolculuğu yaptığımı düşünmedim tabii. Neyse eve gittim, baktım anahtarım uymuyor. Noluyor lan falan derken biri açtı kapıyı, hırsız sanmış beni. Ben de onu hırsız sandım. Baya ikna edici görünüyordu kendi evi olduğunu iddia ederken, özellikle biraz daha diretirsem polis çağıracağını söylediği kısımda. Ben de pardon yanlış geldim galiba diye çıktım apartmandan. Sonra telefona bakayım dedim ve bir şeyler dank etti. Spotify'dan çalmıyordu bir kere müzik. Telefon da benim telefonum değildi. Yani, altı sene önceki telefonum, bugün yani. Bizim sokakta, yani gelecekte bizim sokak olacak sokakta, bir köşede terk edilmiş bir kanepe ve boy aynası var. Senelerdir oradaymış, kimse ellemiyormuş nedense. Koştum baktım aynaya, kendimi tanıyamadım. Yüzümde ahmak bir umut. Aynayla göz göze geldik. Boşa geçmiş günlerim bir film şeridi. Askıya alındı tüm anılarım. Suratım da asıldı askıya. Suratım asıkken andırıyordum kendimi en çok. Yani diyeceğim o ki, kendi zamanıma dönme şansım varsa, böyle bir imkan sunabilirseniz, büyük bir gönüllülükle kaçar giderim buradan."

"Kaçar mısın gerçekten?" diye sordu kendisinden ısrarla Hırpani diye bahsedeceğim ateşli silah taşıyıcısı. "Bu kadar şansın varken geçmişini değiştirmek için? Eski geleceğine mi dönersin?" "Dönerim tabii. Ben hayatımı seviyordum. Yani, birçok açıdan sevmiyordum ama seviyordum biraz. İşimi, eşimi, arkadaşlarımı... Onlara kavuşmak için ne gerekirse yaparım..." "Siktir lan!" diye masaya bir tokat yapıştırdı silahın kabzasıyla Hırpani. Metal masa ve metal kabza çarpışınca ortaya çıkan metalik ses, çevre masaların dikkatini çekti. İnsanlar silahı görmüştü ve panik yaratmamak için deli gibi çırpınıyorlardı. Sonra Hırpani devam etti sözlerine. Silahı tam anlamıyla kavramış ve Bora'ya doğrultmuştu. "Lan gerizekalı! Sen eski hayatının aynısını yaşamış olsan, geleceği değiştirmemiş olsan benim burada işim ne? Sen dünyayı yok oluşa sürükledin diye buradayım ben!" "Nasıl? Ben buraya yok oluştan geldim. Zaten yok olan dünyayı nasıl ben yok etmiş olabilirim ki geçmişi değiştirerek? Kurtarırım en fazla." "Yok ya. Senin dünyan dünya da bizimki dünya değil mi?"

"Açık konuşur musun lütfen? Dünyalar karışmasın." Bu esnada birileri telefonlarına sarılmıştı. Yani herkes telefonuna sarılı vaziyetteydi çoktandır fakat birileri kulaklarına götürmeye başlamıştı. Hadi polis imdat, başarabilirsin! "2020 yılında dünyaya bir virüs yayılacaktı. Birkaç milyon insan ölecekti ve geri kalanlar sürü bağışıklığı kazanacaktı. Sonraki nesiller de bu virüse bağışıklık kazanmış olarak doğacaktı. Gerekli antikorlar kazınacaktı genetik koduna insanlığın. Peki sen ne yaptın? Geçmişe gelerek virüsün ortaya çıkışını engelledin. Virüs hiç olmadığı için, benim dünyamdaki insanların var olması için gerekli antikorlar da hiç var olmadı. Zamandan silinmeye başladık, sen yeni bir zaman yazdığın için. Hayatlar yok oldu senin yüzünden. Milyarlarca insan erimeye, toz olmaya başladı. Beni yolladılar, seni durdurmam için. Kaderle oynamaman için." Araya girmek istedim fakat silahla insan arasına girmek ayıptan öte sorunlar doğurabilirdi. Başka insanlar toplaşmıştı çevrede. Kimse cesaret edemiyordu araya girmeye, teğet durabiliyorlardı. Beyefendi sakin olunlar uçuyordu havada. Pek umurunda değildi Hırpani'nin, onu bağlamıyordu bugünün insanı.

"Şimdi beni öldürürsen, sen de geçmişi değiştirmiş olmayacak mısın? Sonuçta ben, senin yaşadığın dünyanın Bora'sı, bu tarihte ölmedim. En az altı yıl daha yaşadım. Şimdi ölmem de değiştirmez mi her şeyi?" "Seni öldürmeyeceğim ki," dedi. "Bu yanındakini öldüreceğim. Senin ona verdiğin taktikler yüzünden çıkmıyor korona. O ölürse sıkıntı kalmaz. Sen pek önemli bir tip değilsin." Hayda. Yüzler bana döndü. Ben bana dönmedim, ben hiç bende değildim. Ben kitlenmiştim hedefime, doğru anı kolluyordum. Gelgelelim doğru an hiç gelmezdi. Doğru an, cesaret edememeyi bahane edemeyeceğin kadar kısıtlı vaktin kaldığı andır. Oyalanamadığın andır yani. Baktım ki namlu bana dönecek, kaybedecek tek bir canı olan her canlı gibi hamle yaptım. Deminden beri ağzından kavradığım şişeyi savurdum Hırpani'nin kafasına. Çok kolay kırılıyormuş bu şişeler. Gerçekten tatmin ediyor insanı. Yere düşen silahı kim aldı, seçemedim. Kalabalık aldı silahı. Kalabalıkta herkes eşitti. Ben kahramandım, kalabalığı tek tek tanıyacak değildim. Kalabalık, şahit yazılacaktı. Biz de yazılacaktık. Tarihe değil, zamana şahit olacaktık.

Ali'nin gözleri karardı. Siyahlaşmadı, bizzat karar kılığına büründü. Böyle kararlı gözler görmemiştim. Gözleri karar aldığında, yerdeki Hırpani yok oldu. Yok oluş böyle kolay mıydı? Ne toza dönüştü ne de buharlaştı. Kalabalık şaşırdı. Kalabalık yok oluşa nasıl şahit olunur bilmiyordu çünkü. Biz sıyrıldık zira kahramandık. Elimizi yüzümüzü yıkadık mekânın tuvaletinde. Aynayla bakıştık. Ben sormadım, ne yapacağız, diye. O da bana cevap vermedi, konuştu sadece. Aynayla, kendiyle, zamanla. "Değiştirmeyeceğiz bir şeyi," dedi. "Onurlu bir hayatın kopyası olacağız."