İsmail Kılıçarslan’a sorduk
Bir. Sokak, hemen her şeyi kendisinde öğrendiğim kara parçasının adıdır. Aklınıza ne gelirse oraya borçluyum. İki. Sokak benim için çıkmak, fayrap etmek, huruç etmek demek. Açılırsın sokakla, bu arada evden de çok uzaklaşmış olmazsın. Sokak, sana dönebileceğin bir ev de sağlar.
Efendim öncelikle yeni kitabınız “Sokakta” hayırlı, uğurlu olsun. İlgili kişi siz şair olunca sorma- dan başlamayalım. Bu hikâyeleri anlatmak için neden şiiri değil de öyküyü tercih ettiniz? Yoksa şiir malumatınızı anlatmaya kâfi değil miydi? (Yana bakan iki göz)
Ben bu öyküleri, şiir olarak anlatsaydım kimse bana para vermezdi efendim. Hâlbuki bu öyküleri öykü olarak anlattığımda Yeni Şafak Gazetesi’nden telif alıyorum. Neticede bir dostun dediği gibi “hepimiz para için yaşayan insanlarız.” Ama tabii, bu cevap bu söyleşiye uymaz. O halde şöyle diyeyim. Benim şiirlerim de doğrudan yaşantımın kendisinden kaynaklanır, ancak her zaman o şiirsel yoğunlukla anlatmaya devam etmek kolay değil. Ben de formu değiştireyim, anlattıklarım kalsın istedim. Bu yazdıklarıma da öykü değil “yaşantı parçaları” diyorum ben. Evet, diyorum.
Sokak sizin için ne ifade ediyor, desem; yahut sokak deyince aklınıza gelen ilk üç şey nedir?
Bir. Sokak, hemen her şeyi kendisinde öğrendiğim kara parçasının adıdır. Aklınıza ne gelirse oraya borçluyum. İki. Sokak benim için çıkmak, fayrap etmek, huruç etmek demek. Açılırsın sokakla, bu arada evden de çok uzaklaşmış olmazsın. Bulvar gibi değildir yani. Sokak, sana dönebileceğin bir ev de sağlar. Üç. Hakiki dostluklar sokakta sınanır.
Yazma ritüeliniz var mı?
Yok. Hiç olmadı. Bazen çok istiyorum biliyor musun? Yani şöyle “sabah altıda kalkar, bir saat okur, kendime bir kahve yapar ve ceviz çalışma masama geçip Pelikan marka dolmakalemimle…” diye anlatmayı. Fakat yok öyle bir şey. Arabanın arka koltuğunda, bir otel odasında, ofiste milyon tane başka işle uğraşırken, o esnada sol bek transfer ederken falan yazabiliyorum çünkü.
Öykülerinize bakınca, basit ama insana ait hikâyelerin ön planda olduğunu görüyoruz. Eyvallah, okurken dilimizde hoş bir tat, yüzümüzde tebessüm bıraktınız; yer yer de burukluk var tabii… Bu minvalde insanlık halleri, üslubu yendi mi?
Erbakan hocam gibi söyleyecek olursak “Bana ne üsluptan!” Ben zaten anlamam o işlerden. Anlatacak meseleniz varsa o mesele kendisini anlatmayı başarır zaten. Kendi üslubunu getirir beraberinde. Ayrıca ben hem Müslüman hem de şairim. Biçimi içerikten ayırmayı şirk görürüm. Bu ikisi birbirinden ayrı şeyler değildir, hiç olmamışlardır, olmayacaklardır.
Son olarak kılıç mı tüfeng mi? Kılıçsa çeliğine, tüfengse kabzasına ne işletirdiniz, yazardınız?
Ofisimin duvarında ikisi de asılı. Dolayısıyla ikisinin de üzerine bir şeyler yazabilme ihtimalim mevcutlu. Tüfengin üzerine “her askere yenilmek öğretilmiştir” yazabilirim. Kılıcın üzerine de “vay ki gençtim, almadın canımı.”