Hikâyenin yankısı

ONURHAN ERSOY
Abone Ol

Öyküdeki anlatıcı, hikâyesini anlatarak hikâye tohumunu dinleyicisine ekiyor. "İnsanlar gibi eşyaların da varlığı hikâyelerine bağlıdır," diyor. Bununla birlikte, hikâyelerin de varlığı anlatılmalarına bağlıdır. Bir hikâye ancak ağızdan ağıza aktarıldığı takdirde canlı olabilir. Bu yüzden hikâyeler tekrar tekrar anlatılmalı, deyim yerindeyse yankılanmalıdır.

Walter Benjamin'in o meşhur yazısında da dediği üzere, "bir şeyi layıkıyla hikâye edebilen insanlara gittikçe daha az rastlıyoruz artık." Şanslıyız ki Mahmut Sami Yıldız bir hikâye anlatıcısı. Ya da en azından, hikâye anlatıcılığı üzerine kafa yoran ve hikâye anlatıcısı karakterlere yer veren bir öykü yazarı.

Walter Benjamin

Uzun süredir dergilerde takip ettiğimiz öyküleri toplanıp Yankı Ustası olduğunda, bütüne daha rahat bakarak bunu görme imkânına sahip oluyoruz. Söz uçar, yazı kalır. Bu atasözüne yalnızca yazının önemini işaret eden bir cümle olarak bakmamak gerekir. Bir hikâye, anlatıldıkça yaşar. Öykü, roman gibi modern türlerse hikâyenin tekrar tekrar anlatılmasından ziyade bir kişinin zihninde oluşup yazıyla sabitlenmesini amaçlar. Sözlü kültürde hikâyeler sözle uçar, uçarak yaşardı. Bu yüzden modern türlerin sınırları içinde anlatılmış hikâyeler her zaman daha soluk, cansız olmaya mahkûm. Yazar da bunun bilincinde ve kendisi antik bir hikâye anlatıcısı olmasa da, ele aldığı karakterler hikâye anlatıcısının özelliklerini taşıyorlar. Kitaptaki neredeyse tüm öyküler, bir hikâyeyi anlatmak üzerine kurulmuşlar. İlk öykü "Sonsuz Ağaç", diğer tüm öykülerde karşılaşacağımız hikâye ağacına nasıl tırmanılacağını gösteren gayriresmî bir hikâye anlatım kılavuzu.

  • "Francisco Pradilla Ortiz sergisinin afişini gördüğümde içimde kim bilir ne zamandır uyumakta olan hikâye tohumunun çatladığını hissettim. Çoğunlukla böyledir, hikâyenin ekilişinin farkında olunmaz. Fakat filizlenmenin başladığı o eşsiz an bütün haşmetiyle sarsar kişiyi. Sonrası malum; hızla fışkıran sürgünler, dallar, budaklar, yapraklar ve gücü ölçüsünde yıllara direnebilmesi için kalın bir kabuk."

Böyle başlıyor "Sonsuz Ağaç" öyküsü. Böyle başlıyor bir hikâye. Öyküdeki anlatıcı, hikâyesini anlatarak hikâye tohumunu dinleyicisine ekiyor. "İnsanlar gibi eşyaların da varlığı hikâyelerine bağlıdır," diyor. Bununla birlikte, hikâyelerin de varlığı anlatılmalarına bağlıdır. Bir hikâye ancak ağızdan ağıza aktarıldığı takdirde canlı olabilir. Bu yüzden hikâyeler tekrar tekrar anlatılmalı, deyim yerindeyse yankılanmalıdır. Benjamin, artık büyük hikâye anlatıcılarına rastlamamamızın en önemli sebepleri arasında deneyim aktarımının yok olmaya yüz tutmasını sayar. Artık deneyimin yerini enformasyon almıştır.

  • "Bütün hikâye anlatıcılarının beslendiği kaynak, ağızdan ağıza aktarılan deneyimdir. Hikâyeleri yazıya geçirenler arasında en büyük olanlar, adı sanı bilinmeyen sayısız hikâyecinin anlattıklarına en sadık kalanlardır. Adsız hikâyeciler arasında ise, birçok özelliği çakışan iki grup var. Hikaye anlatıcısı ancak bu iki grubu da temsil edebilen kişide tam anlamıyla vücut bulur. Bir atasözü 'Yolculuğa çıkanın anlatacakları vardır,' der; demek ki halkın gözünde hikaye anlatıcısı uzaklardan biridir."

Kitaptaki öyküler de geniş bir coğrafyaya yayılmış durumda. Neredeyse tüm öykülerde bir yolculuk hali görüyoruz. Anlatılan hikâyeler, ya bu yolculuklar tarafından şekillendiriliyor ya da yolculuk, hikâyenin anlatılmasını olanaklı kılıyor. Bir diğer önemli meseleyse öykülerin zamansız oluşu.

Dört kitap 4 öykü
Post Öykü

Evet, bazısı günümüzde, bazısı yüzyıllar öncesinde geçiyor fakat aradaki zamansal farkı önemsiz kılacak düzeyde bir atmosfer ortaklığı taşıyor öyküler. Öyküleri bir araya getiren hâkim atmosfer, öykülerin ortak teması olan hikâye anlatıcılığına önemli bir destek vazifesi görüyor. Her biri atmosfer bakımından birbirine bağlandığı için, kitaba bir kez girdikten sonra çıkmak çok da kolay olmuyor. İlk öyküden son öyküye dek süren bir yolculuğa çağırıyor kitap bizi. Yolculuğun sonunda, artık bizim de anlatacak bir hikâyemiz oluyor.