Yaşayan ölüler: Vampirler

MESUT AYTEKİN
Abone Ol

Sinema, vampir mitosuna eklemlediği yeni nitelik ve özelliklerle daha da zenginleştirişmiş, yaygınlaştırmış, kabul edilebilir hale getirmiştir. Vampir sinemayı, sinema vampir mitini beslemiştir.

Kafa kâğıdına şöyle bir bakacak olursak, Drakula’nın bir armağanı olarak, 19. yüzyılın sonlarında dünyaya gelmiş kan emicinin memleket hanesinde Transilvanya yazar. Merkezden uzakta taşrada kendine ait malikânesinde ikamet eden bu yaratığımız hâli vakti yerinden bir Orta Çağ derebeyidir aslında. Aileden zengin olması, gündüzleri yatıp geceleri ava çıkmasına olanak vermektedir. Uşakların ve hizmetçilerin pirüpak ettiği o taş yapılı büyük şatosunda gece misafirleri ile kana kan bir mücadele verir. Bir rivayete göre insandan bozma üçüncü bir türdür. Onu ünlü yapan kişi ise Viktorya Dönemi'nin düş kırıklıklarını eserlerine yansıtan Bram Stoker’dır.

Bram Stoker

Stoker, eserini tarihî kaynaklardan ve İngiliz gezgin Emily Gerard tarafından yazılan Ormanın Ötesindeki Toprakları’ndan esinlenerek kaleme almıştır. Drakula, dönemine kadar gelişen, olgunlaşan ve çizgileri beliren vampir mitosunu toparlayıp bir çerçeve içine sokmuş, vampiri ana karakter Kont Drakula kimliğinde somutlaştırmıştır. Tabii dönemin gözde sanatı olan sinema da bu kendini ispatlamış esere ilgisiz kalmaz ve Drakula’nın defalarca uyarlamasını yapar. Ancak vampir figürünü ya da vampire yapılan ilk göndermeyi Melies’in Şeytanın Kalesi (1896) filminde görürüz. Sonrası çorap söküğü gibi gelir.

Sinema zengin bir malzeme

Vampirler, sinema için biçilmiş kaftan bir figürdür. Her şeyden önce gizemli ve ulaşılmazdırlar. Asil geçmişleri, cool yapıları, hipnotize eden, kararlı bakışları, yakışıklı ve çekici dış görünüşleri ile tam aranan esas oğlandırlar. Tek bir ifadeyle “karizma”. Tercih edilmelerinin en önemli sebeplerinden biri de cinsellikle bezeli olmalarıdır; boyundan kan emme, kırmızı dudaklar, çapkın bakışlar, köpek dişler, bakımlı bedenler… İlk dönemin asilzade vampirleri, takım elbiseli entelektüel portre çizen burjuvaları sonraları yer altına inen seks objeleri olarak beyaz perdede arzıendam eder. Korku sinemasının geçirdiği dönüşüm vampirleri de değirmeninde öğütür.

  • Artık klasik vampirlerin takım elbiselerini deri montlar, şatolarını banliyöler ya da şehrin keşmekeşindeki izbe mekânlar; karanlığın içinden gelerek boyunlara batırılan nazik köpek dişlerin yerini kan görünce tüm hayvani arzuları ortaya çıkaran vahşi dişler alır. Vampirler, birçok dövüş tekniğine hâkim olarak çılgınlar gibi kavga edebilmekte, hızlı yer değiştirebilmekte, bilimle uğraşıp farklı silahlar geliştirebilmektedir.

Gündüzleri dolaşmalarına izin çıkmış, kutsal su onları yakmaz, dualar incitmez olmuştur. Kazığın yerine gümüş kurşun geçer. Sarımsak ise fonda bir dekordur artık. Eskinin salt kötüleri, iyilerin de safında yer almış hatta insanları koruyanlar olarak mübarek tarafa geçmişlerdir. Underworld ve Blade serisi bunun en bariz örneğidir. Türün façasını bozan ise kimi eleştirmenlere göre Alacakaranlık serisi olur. Bir oturuşta on kitap okuma gücündeki ergenler için yazılmış Alacakaranlık kuşağı, duvarınıza “büyük adamdı” diye asılacak portrelere sahip vampirleri, şimdilerin bol aşkımlı, aşkitoları seviyesine indirmiştir. Gecenin çocukları, gündüzün “aşk böcüğü” olarak yakışıklılığın ve six pack’in dibine vurmuşlardır. Üstüne üstlük bir de mahallenin öteki delikanlısı olan kurt adamlara kafa tutarlar. Türün klişelerini bozan, biraz da sulandıran seri dünya çapında büyük gişe yapar ve genç sinema izleyicileri arasında çok tutulur.

Eskinin salt kötüleri, iyilerin de safında yer almış hatta insanları koruyanlar olarak mübarek tarafa geçmişlerdir. Underworld ve Blade serisi bunun en bariz örneğidir.

Günümüzde vampirler, klasik vampir miti ile beslenen türün yanında modernleşen vampir türü ile de yollarına devam etmekte ve teknoloji ile hemhâl olmuş şekilde acil kan arayışlarını sürdürmektedirler.

Vampirlerin biyografisi

Vampirler hem ölüdürler hem de değildirler; onlar “ölü-olmayan”lardır, ölmüş olduğu hâlde yaşayanların kanını emen veyahut kanla bir şekilde buluştuğu zaman yaşamaya devam edebilen varlıklardır. Şüphesiz vampirler deyince hemen hemen herkesin aklına uzun dişler, pelerin, devasa bir şato, kazık, gümüş kurşun, haç ve yarasa gelir. Rüştünü ispatlamış bir korku ögesi olarak vampirler, sinemanın vazgeçemediği bir tür olan korku sinemasının önemli bir alt türüdür. Varlığı ve yokluğu tartışılan vampirler, edebiyattan sinemaya, tiyatrodan operaya kadar pek çok sanat dalında işlenmiştir. Bram Stoker’ın ifadesiyle “gecenin çocukları” kimine göre bir hastalık, kimine göre tarihin karanlıklarında yatan bir gerçeklik, kimine göre bir lanet, kimine göre Avrupa’nın gotik döneminin eğlenmek için şömine başında uydurduğu hikâyelerden ibarettir.

  • Geçmişleri yeryüzünde işlenen ilk cinayete, Habil ile Kabil’in hikâyesine, Lilith efsanesine kadar dayandırılan vampirleri, okülistler çoğunlukla hayalet gibi görülebilen, ölen kişinin astral bedeni ya da eterik dublesi olarak kabul ederken Barbara Creed, bunu kadının âdet kanamasıyla ilgili sembolik bir öyküye bağlamaktadır. Orta Çağ’da Kilise’nin, otoritesini sağlamlaştırmak için karşısındaki güçleri ve halkı bezdirmek maksadıyla şeytan ve vampirlikle suçladığı insanları cezalandırmasının da bu mitin yaygınlaşmasında ve inanılır hâle gelip gerçeklik kazanmasında önemli bir payı vardır. Zaten bu yüzden vampir mitinde birçok Hristiyan ögesi bulunmaktadır.

New Moon

Vampirlerin güçlü ve zayıf yönlerini şu şekilde özetleyebiliriz: Yaşamak için canlı kanına, özellikle insan kanına ihtiyaç duyan vampirler, insan görünümlü farklı türde yaratıklardır. Gün ışığına çıkamayan vampirler geceleri avlanmaktadır. Pagan kültürüne gönderme olarak nitelenecek şekilde Allahsız olan vampirlerin din ve diyanet ile ilgisi yoktur. Aksine dine düşmandırlar. İncil’den kutsal sudan, dualardan, dinî ögelerden velhasıl Allah’a inanmaktan ve imandan korkmaktadırlar. Bunlar onlara zarar vermekte hatta ölümlerine bile neden olabilmektedir. Sarımsaktan hoşlanmayan vampirlerin kan dolaşımları yoktur, vücutları daima soluk ve soğuktur. Uzun yıllar yaşayabilen vampirlerin aynada yansımaları da olmaz.

Ölmeleri için ise ya başlarını keseceksiniz ya kalplerine kazık çakacaksınız ya dinî ögelerle saldıracaksınız ya da gün ışığına çıkaracaksınız. Yoksa onlarla baş edebilmek mümkün değil. Zira düz duvara tırmanabilen, şekil değiştirebilen (yarasaya, fareye, sise dönüşebilen), hızlı hareket eden vampirler çok güçlüdürler.

Mutsuz olmak varken şu dünyada...
Nihayet

Yerli vampirler

Türk sineması vampirleri boş geçmemiştir. 1952 tarihli Drakula İstanbul’da ilk vampir filmimiz olup Drakula’nın Amerika ve Avrupa dışındaki ilk Drakula uyarlamasıdır. Mehmet Muhtar'ın yönetmenliğini üstlendiği film, Ali Rıza Seyfi'nin Bram Stoker'ın romanından uyarladığı Kazıklı Voyvoda adlı romandan Ümit Deniz tarafından senaryolaştırılmıştır. Romandaki pek çok şey Türk kültürüne uygun olarak değiştirilmiştir. Vampir yerine hortlak kavramı, İncil yerine Kur’an kullanılmıştır. Türk sinemasının ilkleri yaşadığı ve cesurca pek çok türde ve konuda ilklere imza attığı yıllarda çekilen Drakula İstanbul’da ilkleri barındıran başarılı bir uyarlamadır.

Drakula İstanbul’da

Bunun dışında Yavuz Yalınkılıç’ın yönettiği Ölüler Konuşmaz ki (1970) vampir filmlerine atıfta bulunan bir diğer filmimizdir. Kutluğ Ataman’ın Karanlık Sular adlı filminde ise (1994) bireyin geçirdiği dönüşümü anlatmak için mistik öğeler ve vampir metaforu kullanılır.

Bunların dışında komedi filmleri olan Laz Vampir Tirakula (2012), Kutsal Damacana: Dracoola (2011), Hababam Sınıfı Üç Buçuk (2006)’ta karşımıza çıkanlar, yerli vampirlerdir.