Yaşamın ucuna yolculuk’ta Tezer Özlü

TAHSİN YILDIRIM
Abone Ol

Manik depresif, Tezer Özlü’nün yaşamının en zor dönemlerini geçirmesine neden olan hastalığıdır. Hayatı acı ile yoğrulan Tezer Özlü bu hastalığından dolayı her an yaşadığı intihar duygusundan Çocukluğun Soğuk Geceleri’ne sığınmış Yaşamın Ucuna Yolculuk yapmıştır.

Edebiyatın aykırı kadını

Ömrü bedeni ve ruhi sıkıntılarla geçen Tezer Özlü huzuru, sükûnu bulmak düşüncesi ile üç evlilik yapmıştır.

Yazmayı bir varoluş gerekçesi olarak gören Türk edebiyatının erken kayan yıldızı Tezer Özlü, öğretmen Sabih Bey ve Nimet Özlü çiftinin Demir Özlü, Sezer Duru’dan sonra 10 Eylül 1942’de Kütahya’nın Simav ilçesinde dünyaya gelen üçüncü çocuğudur. Çocukluğu Simav, Ödemiş ve Gerede gibi yerlerde geçen Tezer Özlü’nün ağabeyi Demir Özlü 1950’de İstanbul’da Kabataş Erkek Lisesi’ne yatılı olarak girmiştir. Tezer Özlü aynı yıl Gerede’de ilkokula başlamıştır. 1952 yılında baba Sabih Bey’in İstanbul’a tayini vesilesiyle aile ikiye bölünmüştür. Tezer Özlü, annesi Nimet Hanım’ın İstanbul’a tayini bir yıl geç çıktığı için ailenin diğer fertlerinden ayrı kalmıştır. Annenin tayininin İstanbul’a çıkması ardından Tezer Özlü İstanbul’da Taksim 29 Ekim İlkokulu’na, sonra Avusturya Kız Lisesi St. Georg’a girerek eğitim öğretimine devam etmiştir. Bu yıllarda okulunun organizesi ile arkadaşlarıyla Avusturya, Almanya ve Hollanda’ya gitmiş, bu coğrafyaları tanıma ve bu kültürlerden istifade etme imkânı bulmuştur. Batı’yı tanıması onun ufkunu açmış, onu okul dışında farklı eğitim kulvarına itmiştir. Bu sırada lise son sınıfta diplomanın bir anlam ifade etmediğini, önemli olanın kişinin kendini yetiştirmesi olduğunu söyleyip okuldan ayrılmıştır. 1965 yılında, babasının ısrarı ile İstanbul Erkek Lisesi sınavlarına girip liseyi derece ile bitirmiştir. İş için çeşitli Avrupa ülkelerine giden ve o ülkelerde yaşayan, çalışan Tezer Özlü Türkiye’de de farklı kurumlarda çalışmıştır.

  • 1984 yılında göğsündeki tümör sebebiyle İsviçre’de ameliyat edilerek göğsü alınsa da geç kalındığından tedavi imkânı pek kalmamıştır. 18 Şubat 1986’da Zürih’te kanser tedavisi gördüğü Kanton Spital Hastanesi’nde hayata veda etmiş, 25 Şubat 1986’da Türkiye’ye getirilerek Aşiyan Mezarlığı’na defnedilmiştir. Sevenlerince Aşiyan’da son yolculuğuna yağmurlu bir günde uğurlanmıştır.

Evlilikleri

Güner Sümer'le Paris’te tanışan çift 1964 yılında evlenmiştir. Bu evlilik uzun sürmemiş, onun hayatında derin izler bırakmış ve onu mutsuz etmiştir.

Ömrü bedeni ve ruhi sıkıntılarla geçen Tezer Özlü huzuru, sükûnu bulmak düşüncesi ile üç evlilik yapmıştır. Bunlardan ilki tiyatro ve sinema oyuncusu, oyun yazarı, edebiyatçı Adalet Ağaoğlu’nun kardeşi Güner Sümer’ledir (19 Mart 1936 - 27 Nisan 1977). Paris’te tanışan çift 1964 yılında evlenmiştir. Bu evlilik uzun sürmemiş, onun hayatında derin izler bırakmış ve onu mutsuz etmiştir. Çift 1967 yılında boşanmıştır. Boşandıktan sonra yaşadığı sıkıntılardan dolayı depresyona girip tedavi görmüştür. Bu sırada Tezer Özlü’yü hastanede ziyaret eden Güner Sümer’e bir şans daha veren Tezer Özlü onunla tekrar birleşse de bu ilişki ancak bir yıl sürmüştür. Güner Sümer’in alkol bağımlılığı ve yaşadıkları eve kadın alması bardağı taşıran damla olmuştur. “Paris’in Select kahvesinde başlayan, Şişli’nin özel bir sinir kliniğinde turuncu çiçeklerle biten beraberliğimiz…” diyerek evliliğini tamamen bitirmiştir. Her Şeyin Sonundayım adıyla basılan Tezer Özlü - Ferid Edgü mektuplaşmalarında bu bahis biraz da amiyane ifadelerle anlatılmıştır. Tezer Özlü kendi ifadesiyle 30 Ocak 1967’de 3 dakika 20 saniye süren duruşmadan sonra boşanmış ve huzurlu bir şekilde İstanbul’da annesi ve babasıyla birlikte yaşamaya başlamıştır.

Tezer Özlü ve Erden Kıral'ın kızı Deniz Kıral.

Tezer Özlü, ikinci evliliğini Erden Kıral (10 Nisan 1942-17 Temmuz 2022) ile 1969 yılı haziranında yapmıştır. 1973 yılında bu evlilikten, Deniz adını verdikleri kızları dünyaya gelmiştir. Bir aşka ve mantığa dayalı, iyi ilişkiler içinde devam eden evlilik Erden Kıral’ın işkolik olmasından dolayı sarsılmıştır. Tezer Özlü bu dönemde kültür ve sanattan uzaklaşıp “ev kadını” durumuna geldiğini düşünüp evliliğini gözden geçirmiştir. Tezer Özlü, kızı Deniz’in sorularından oluşan anketteki cevabına göre Erden Kıral’ı sevmesine rağmen bu evliliğin yürümeyeceğine kanaat getirip 1981 yılında ondan ayrılma kararı almış, resmen 1983 yılında boşanmıştır. Ayrılık kararı sonrası Almanya’dan aldığı bir yıllık sanatçı bursu ile adını Deniz Gezmiş’ten alan kızı ile Berlin’e gitmiştir.

Erden Kıral’dan ayrıldıktan sonra babası Sabih Özlü’nün de vefatı üzerine iyice bunalan Tezer Özlü 1983 yılı Aralık ayında Berlin’de Kanadalı sanatçıların katıldığı Okromazane adlı sergiye katılmıştır. Burada yeşil renkli montuyla Özlü’nün dikkatini çeken, kendisinden küçük İsviçreli fotoğraf sanatçısı Hans Peter Marti ile tanışmıştır. Uzun süre görüşen çift 2 Nisan 1984’te İsviçre’de evlenmiştir. Tezer Özlü’ye ilgiyi esirgemeyen Hans Peter’in bu tavrı ona mutlu bir evlilik yaşatmıştır.

Gelgitler arasında bir hayat

Hans Peter Marti ile Uzun süre görüştükten sonra çift 2 Nisan 1984’te İsviçre’de evlenmiştir.

Yaşam boyu süren bir hastalık olan manik depresif, dönem dönem ataklarla seyreder. Manik depresif hastalarda, ölçüsüz davranışlar, evliliklerin sürdürülmesinde güçlük yaşama, alkol ve madde bağımlılığı gibi sosyal açıdan da oldukça olumsuz etkiler gözlemlenebilmektedir. Hastalığın en riskli yanı, depresif ataklar esnasında hastaya intiharı düşündürmesidir. Manik atakların şiddetli olması durumunda hastanın hastaneye yatırılması gerekmektedir. Manik depresif, Tezer Özlü’nün yaşamının en zor dönemlerini geçirmesine neden olan hastalığıdır. Hayatı acı ile yoğrulan Tezer Özlü bu hastalığından dolayı her an yaşadığı intihar duygusundan Çocukluğun Soğuk Geceleri’ne sığınmış Yaşamın Ucuna Yolculuk yapmıştır. Sibel Gümüş’ün kaleme aldığı “Tezer Özlü’nün Eserlerine Bunalım Edebiyatının Etkisi” başlıklı tezine göre Özlü’nün eserlerinde yer alan depresyon ve klinik süreçleri ile yazarın hayatıyla hemen hemen paralel ilerleyen olaylar, bize yazarın bu psikolojik süreçleri nasıl atlattığı konusunda da bilgi vermektedir. Yazarın eserlerine yansıyan bu psikolojik süreçler, eserlerden alınan örnek pasajlarla aşağıda dikkatlere sunulmuş ve böylelikle de yazarın yaşamından (hastalığından) kaynaklanan “bunalım”ın, aynı zamanda onun sanatçı kişiliğinin şekillenmesinde de temel noktayı teşkil ettiği gösterilmiştir. Eserlerde, klinik süreçlerin izlerine örnek olarak Çocukluğun Soğuk Geceleri romanında/anlatısında görüleceği üzere anlatıcı, daha genç yaşında birtakım hususlara karşı çıkmak, baskılara boyun eğmemek ve kurallar dünyasından uzaklaşmak için gece herkesin uyuduğu bir vakitte, kendisini izleyen “ölüm” düşüncesine teslim olup uyku ilaçları içerek intihar etmiştir.

Hastane günleri

1984-yılı-Arnavutköy-Leylâ-Erbil-ve-Tezer-Özlü.

Güner Sümer’le evli olduğu ilk yıllarında Ankara Sanat Tiyatrosu’nda bazı oyunlarda roller almış, bu sayede huzurlu bir zaman geçirirken kısa bir süre sonra bu evlilikte aradığını bulamadığını fark eden Özlü’nün ruh sağlığı iyice bozulmuştur. Yaşadığı mutsuz evlilikten dolayı sıkıntıları içine atan Tezer Özlü’ye konan manik-depresif teşhisinden sonra bir süre hastanede tedavi görmüştür. İlerleyen yıllarda insanlarla kısa süre dahi olsa diyalog kuramayacak, yaptığı işe odaklanamayacak duruma gelmiştir. Oluşan ani ruh değişimleriyle de kabına sığamadığı fark edilince ayakta tedavilerle çözüm aranmıştır. Hastalığına dair yapılan ilk tedavisinde yaşadığı olumsuzlukların kendisinde oluşturduğu korku nedeniyle bir an önce oradan uzaklaşmak istemiş fakat geçirdiği ağır depresyon nedeniyle tekrar kliniğe dönmek zorunda kalmıştır. Konuşulanları algılamakta zorlanan ve yorgunluk hissiyle güçsüzleşen Özlü, Şişli’de bir klinikteki, “demir karyola, bir ikinci somya, bir küçük lavabo, sevimsiz, beyaz bir giysi dolabı, bir komodin, bir de küçük masa”yla hep hesaplaşmıştır. Klinikte ilaç verilip uyutulan yazar-anlatıcı, kliniğin sessizliğini ölüm sessizliğine benzetmiştir.

  • Kimi zaman depresyonunu yenerek hayatına diğer insanlar gibi devam etme isteği duymasını Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde anlatmıştır: “Bulutları dağıtmak, güneşi avuçlamak, çocuklarla tepelerde koşmak, ağaçları, rüzgârı, güneşi, yağmuru, insanları onlarla birlikte yaşamak istiyorum.”
Manik atakların sıklaşması nedeniyle elektroşoklar verilmesi onun hiçbir zaman unutamayacağı acılar yaşamasına neden olmuştur.

Yazarın manik atak yaşaması herhangi bir nedene bağlı değildir. Delilik olarak bahsettiği bu atakları ortaya çıkaran nedenler, Süm’ün (Sezer Duru) kendisi kaçarken arkasından delidir diye bağırması, ilk eşinin sert davranışları, uyurken kapıya gelen arkadaşının sesiyle uyanması gibi olaylardır. Bu durumlardan sonra gelen ataklarda elektroşoklarla normale döndürülmeye çalışılmıştır. Hastanede kendisine uygulanan elektroşokun korkunç derecede acı verdiğini, ölümden de öte olduğunu düşündüğünü ve şok anında hissettiklerini Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde şöyle anlatmıştır: “bana bunu yapmamalıydılar/ bir gizlim yok ki/ hepsine her zaman hastayken de iyi davrandım/ kimseye bağırmadım/ kimseye saldırmadım/ acıları kendim çektim her zaman/ öleceğim de ne olacak/ ölsem ne olur/ ama dozun derecesini çok kaçırdılar/ işte elektriğin dişlerimdeki metal dolgulardaki titreşimini duyuyorum/ dayanılır gibi değil.”

Yaşadığı mutsuz evlilikten dolayı sıkıntıları içine atan Tezer Özlü’ye konan manik-depresif teşhisinden sonra bir süre hastanede tedavi görmüştür.

Hastanede elektroşokların artmasıyla birlikte yazarın yaşamı daha da zorlaşmış, bir süre sonra bu şoklar evde de uygulanmıştır. Tedavi için üniversite kliniğine tekrar götürülen yazar, hiçbir surette hastanede kalmak istememiştir: “Buraya getirilip bırakıldığım an, ardımda kilitlenen kapının camlarını kırmakla ne denli azgın bir deli olduğumu kanıtlıyorum. Burası, yıllar önce, ölüm deneyinden sonra gözlerimi açtığım klinik.” Yine Gümüş’ün kaleme aldığı teze göre hastanedeki uygunsuz olaylar orada kalmasını zor ve dayanılmaz hâle getirmiştir. Doktorların hastalarına ahlaksızca yaklaşması, bir hemşirenin sevgilisinin önünde hastayı kıyafetlerini çıkartması için zorlaması, hastabakıcıların hastaları dövmesi ya da gömleğe bağlaması gibi kötü olaylara şahit olan veya maruz kalan yazar bu nedenlerle kliniklerden kaçmıştır. Tezer Özlü ruh hâlinin düzeldiği zamanlarda sırf kurtulmak için yaptığı mücadeleyi de yine Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde şöyle anlatmıştır: “Direnmeliyim. Beni iyileştiren ne şok. Ne de ilaçlar. Beni iyileştiren, bu kliniklere bir kez daha kilitlenme olasılığının verdiği büyük ve derin korku.”

Farklı tedavi arayışlarından sonra Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırılmıştır. Tezer Özlü, burada uygulanan tedavilerden çektiği acı ve korkuları da Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde etraflıca anlatmıştır. Yaşamın Ucuna Yolculuk’ta bahsettiğine göre İstanbul’da adını belirtmediği akıl hastanesinde günde altmış sigara içtiği bile olmuştur: “Yapacak başka hiçbir şey olmadığı için. Davranış özgürlüğümü elimden alacaklardı. Her zaman için alamadılar.” Cem Mumcu, “Türk Edebiyatının Hüzünlü Prensesi:

Tezer Özlü’ye Armağan.

Tezer Özlü” başlıklı yazısında bu hastanenin Şişli’deki Fransız Lape Hastanesi olduğunu yazmıştır.

Leyla Erbil, Tezer Özlü’ye Armağan kitabındaki yazısında ise onun son günlerini şöyle anlatmıştır: “Tezer 1973’ten 1985’e hasta olduğunu öğrenene kadarki süreyi şoksuz, hastanesiz, hastalıksız yaşadı. En çok birlikte olduğumuz o sürede, kitaplarında da anlattığı biçimde korku ve kaygılarını durdurabilmiş, “çılgınlığı” yenebilmişti. Ancak sürekli baş, diş ağrıları, bel ağrıları çekerdi. 1985’te kanser olduğunu öğrendiğinde yakasına yapışmış olan eski depresyona, gayya kuyusuna indi yeniden."