Sümeyye Ceylan: “Bir insanın başka bir insana bir şey öğretebileceğine inanmıyorum. Kişi isterse öğrenir.”

SERAP KABAKÇI
Abone Ol

Mevcut ve yaygın eğitim sisteminin kalitesini bir adım öteye taşımak ve alternatif metotlar ile yeni nesillerin farklı bir eğitim deneyimi yaşamalarına olanak sağlamak amacıyla bir araya gelmiş eğitim profesyonellerinin hayata geçirdiği özellikli projeler üreten Usturlap atölye ile konuştuk.

Öykünüz nerde başlıyor?

Türkiye’deki eğitim sistemine herkesin taktığı bir dönem olur. Viyana’dan dönüş yaptığımda kendi çocuklarımız için, bu çocuklarla ne yapacağız, dediğimiz bir vakit arkadaşım Zeynep’le Güliz’i aradım. “Bir şeyler yapmalıyız” diye konuştuk. Sonra Usturlabı kurmaya karar verdik.

Nasıl eskiden bilim insanları usturlab ile yerlerini yönlerini bulabiliyor ise şimdi çocuklar Usturlab Atölye’yi kullanıp içlerindeki cevherlerin kendilerini nereye götüreceklerini, kendi yollarını bulsunlar istedik.

Alternatif bir eğitim misiniz?

Finlandiya, Kore, İskoçya, İzlanda ve Hindistan’da çok iyi alternatif eğitimler var.

Usturlab’ı kurduğumuzda gelişmiş ülkelerde bu tarz faaliyetlerin normal eğitim sistemi içinde değil de yerel yönetimler, bilim merkezleri üzerinden yapıldığını gördük.

5 yıl önceden bahsediyorum, Türkiye’de bu kadar bilim merkezi de yoktu o zaman. Astronomi eğitimi aldım. Astronomiyi bir film gibi düşündüm, izlemek istiyorsun ama uzun sürüyor film. O filmi kısa bir şekilde, teaser gibi vurucu ve heyecan verici noktalarıyla göstermek istedik çocuklara.

Orman kâşiflerinde çocuklar ne yapıyor?

Tüm duyularıyla kâinatı, yaşadığı canlı yaşamı anlama ve tanıması. Tanısa sevecek.

Bana göre bir insanın on yaşına gelmeden kazanması gereken bir iki özellik var:

  • 1. Eleştirel düşünme, mantık ilkeleri dairesinde bir olayı yorumlayabilme kabiliyeti. Cümle kurduğu zaman öncülden hangi sonuç çıkabileceğini, düzgün düşünmeyi öğrenmesi. Takip ettiğinde saçmalamaması.
  • 2. Temel astronomiyi yani kâinata, uzağa yakına daha derin bakmayı öğrenmesi. Buna ekoloji-biyoloji üzerinden bakıyorum. Orman kâşifleri dediğimiz şey bu aslında. Tüm duyularıyla kâinatı, yaşadığı canlı yaşamı anlama ve tanıması. Tanısa sevecek. Böcekten korkuyor; ayağına diken değiyor, tepki gösteriyor; ot görüyor, yoluyor; ağaç görüyor, kesiyor; anlatabiliyor muyum? Anadolu irfanında ağaçtan meyve koparırken izin istenmesi gerekiyor mesela. Yerken besmele çeker, bittikten sonra da elhamdülillah der, hakkını verir. Hayvan keseceği zaman ihtiyacı kadar keser.

On binlerce hayvanı kapalı bir alana doldurup demirle sağarak, yavrusunun hakkını bırakmadan anneyi depresyona sokup aldığı sütü satışa vermez! Böyle bir sistem var ve biz bu hayvanları yiyoruz. Sonra neden bu kadar sorun var diyoruz.

Bu nasıl bir sonuç doğuruyor?

Enerjinin kaybolmama kuralınca bu kötü enerji kaybolmuyor. İnsana hilmiyetle, irfanla muamele yakışır. Buna bilimsel olarak da bir isim bulabilirsiniz. Nasıl aç kalmak -oruç- Nobel ödülü aldıysa... Kadim bilgiler de bilim olarak bir şekilde karşımıza çıkıyor.

Atölye çalışmalarınız da yaş sınırı nedir?

Orman kâşifleri ve uzay eğitimini de dört yaşından başlayarak yetişkinlere kadar yapıyoruz. Bireysel çalışmalarda atölye içerisinde etkinlikler yapıyoruz. Orman Kâşifleri, Uzay Bilimleri, Doğa Bilimler, Yazılım-Programlama-Robotik, sanat, kriptoloji atölyeleri gibi…

Tüm yıl çalışmalar devam ediyor mu?

Yıl içinde on iki haftalık programımız var. Günde üç atölye çalışması yapıyoruz. Astronomi, robot-programlama ve biyo-mimikli sanat atölyeleri… Atölyelerimizin temel bir prensibi soruyla başlıyor olması.

Çocuklardan cevap alıyoruz, konuyla ilgili ne bildiklerini öğreniyoruz. Şöyle düşünüyoruz: Hayatımızda anlam olmayınca “Ben neden buradayım, neden bunu yapıyorum?” diye boşluğa düşüyoruz. Çocuklara da bir kurgu verirken yaptıkları işi neden yaptıklarını düşündürüyoruz. Bir şey sunuyorum, neden sunuyorum ya da onlar buna neden dâhil olmak istiyor? Belki istemeyecekler.

Bunu onlara öğretiyor musunuz?

Çocuklara bir şey öğretmiyoruz. Esasında ben bir insanın başka bir insana bir şey öğretebileceğine de inanmıyorum. Ben istersem öğrenebilirim, o da bir keşif yolculuğudur. Benim kendi içimde olan o bilgiye veya insana doğru çekilirim. Bunu da şöyle açıklıyorum: İlim sahibi insanlar evrendeki çekim kuvveti güçlü cisimler gibiler. Güneş sistemindeki gezegenler Güneş’e doğru çekiliyor ve belli bir yörüngeye oturup ondan faydalanıyorlar; büyüklük küçüklük, yakınlık uzaklıklarına göre... Bazıları da karadelik gibi etrafındaki insanları yutup kendi varlıklarında yok ediyor. Bazısı da kendi yıldız oluyor. Bilme yolculuğunda astronomi ve kâinatta yaratılmış cisimler arasındakine benzer bir alaka görüyorum. Çocuklarla bizim aramızdaki ilişki de öyle.

Çocukların sizi yönlendirdiği oluyor mu?

Bilme yolculuğunda astronomi ve kâinatta yaratılmış cisimler arasındakine benzer bir alaka görüyorum. Çocuklarla bizim aramızdaki ilişki de öyle.

Zeynep’in oğlu Ömer, yıldıza baktığında “Hayır, o Ay’a en yakın olduğu için Jüpiter” diyor, demek ki onun bilimsel analitik düşünce düzeyi yüksek. Benim oğlumsa felsefi yaklaşımı ve hayal gücü yüksek olan bir çocuk. Mesela dinozor atölyesine katılmıştı. Bir sabah “Her şeyden önce, dinozorlardan da önce, göktaşlarından, karadeliklerden, Allah’tan bile daha önce ne vardı?” diye sordu bana. Bu soru kahvaltı sofrasına düşmüş bir bombaydı.

Şimdi ne diyeceksiniz bu çocuğa. Bizim inançlarımız gereği ezelî, ebedî, öncesi sonrası olmayan bir Allah tasavvurumuz var... Algılayabiliyor muyuz? Hayır. “Fizik algı”nın ötesinde bir şey olduğu için algılayamıyoruz, buna iman ediyoruz. Ben bunu çocuğa nasıl açıklayabilirim? Bu konuda hiç kafa yormadığımı fark ettim mesela. Bana bir bakış açısı açtı çocuğun sorusu.

Felsefe atölyeleri nasıl oluyor?

Felsefe atölyesinde Kant, Aristo, Descartes böyle bir şey değil. Mesela İbn-i Sina’nın uçan adam diye bir düşünce deneyi var.

Yıldız Kulkul felsefe atölyelerini tasarlıyor. 29 Mayıs Üniversitesi felsefe mezunu. Aynı zamanda çocuk gelişimi okumuş. Boğaziçi Üniversitesi’nde çocuklar için felsefe eğitimi var, onu da tamamladı. Felsefe atölyesinde Kant, Aristo, Descartes böyle bir şey değil. Mesela İbn-i Sina’nın uçan adam diye bir düşünce deneyi var.

Maketten bir adamı atölyeye asıyoruz misina ile… Adam havada duruyor, hiçbir duyu organı yok, ne görüyor, ne dokunabiliyor, ne koklayabiliyor... Bu adam, bir şey bilebilir mi? 7 yaş üstü çocuklarla yapıyoruz bunu.

Bir fikir atıyor, ortaya sorularla genişleyen bir çalışma çıkıyor. Kısa bir filmden bir sekans izliyoruz, mesela Fellini’den bir film... Buradan hareketle ahlak felsefesindeki kötülük kavramı üzerine konuşuyor.Küçük Prens üzerinden 12 haftalık bir eğitim programı planladık. Felsefi anlamda MEB’de konu edilen tüm değerler eğitimini işleyebilirsiniz.

Danışmanlık da sunuyorsunuz aynı zamanda?

Yüksek matematikçi olduğum için bana en çok “Matematiği çocuğa sevdirmek için ne yapalım?” diye soruyorlar. Bunu dört yaşındaki çocuk için soruyor. Dört yaşında matematiği sevdirmek için yapabileceğiniz şey, ormana götürüp ağaçların kabuklarındaki dokuları fark ettirmeyi sağlamak, yaprakları yatırıp “Bak... Simetriktir, içinden ışık geçer” diye göstermek... Matematikle en alakalı şey örgü öğretmek mesela. “Parmakla örmeyi öğretin” dediğimde -ki dört yaş öğrenmek için çok uygun bir yaştır- “Bunun matematikle ne alakası var?” diyorlar.


Sadece bizim ülkemizde mi doğaya, keşif duygusuna saygı yok?

Türkiye sistemi değil dünyada da genel anlamda çocuğa saygı duyan, onun ritmini yakalayan bir eğitim sitemi yok. Öyle olsa zaten çok da kontrol edilebilir toplumlar olmaz bence. Çocuğu özgür bıraktığında onunla bir de baş etmen lazım. Büyüdüğünde aslan-kaplan olmasını istiyoruz, yeteneklerini geliştirmesini… Mesela yılan olacaksa en harika yılan olmalı. Bir ağaç olacaksa en büyük köklü, en güçlü ağaç olacak. Kartal örneği üzerinden gidelim, “tırnakları olmasın, tüyleri dökülmesin, gagasını oraya buraya sürtmesin, beni çizmesin, beni gagalamasın ama büyüdüğünde kartal olsun...” Sen onun gagasını, tırnağını kesersen kartal olmaz ki! Uçamaz bile…

Geleceğe bir temel atmak istiyorsunuz…

Tabiatın tetkik edilmesini ve derin bakmayı önemsiyorum. Biz de tabiatın bir parçasıyız düşüncesiyle bakarak, her saniye bir canlının yok olduğu bilincinde olmalıyız. Ormana gidip mangal yaptığımızda ağaçlara zarar verdiğimizi, onların da nefes aldığını, bağırıp çağırdığımızda kuşları depresyona soktuğumuzu, böcekleri hasta ettiğimizi bilmeye ihtiyacımız var.

Hale Sargın: Ne demişler, “ağaç değiliz ya, hareket edebiliriz”
Nihayet

Şehirleşmenin ciddi sinyal verdiğini görüyoruz. Seküler bakış açısını bir yana koyalım, Müslümanca bakacaksak en başta bizim savaş vermemiz gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Açıkçası bizim yetişkinlerden umudumuz yok, geleceğimiz çocuklar.

Bu bilinci çocuklara nasıl aktarıyorsunuz?

Elimize bir avuç toprak alıp, “Bunun oluşması için 100 yıl boyunca kaç solucan çalıştı, biliyor musunuz?” diyoruz. Bunu bir duygu ile verdiğiniz zaman taş olsa çatlıyor. 10 yaşına kadar çocuklarda maksimum verim alıyorsun. Çocuk bastığı toprağın kaç yaşında olduğunu merak ediyor.

Bir kelebeğin kozasını bulmuştu çocuklar. Kelebeğin kozadan çıkış anını gördüler. Şehrin hafızası çok mühim… Bizim amacımız yıllar sonra kent ormanına giden bir çocuğa “Ben bu böceği burada görmüştüm, şu ağacı burada öğrendim, biyolog olmaya karar verdiğim yer. Astronomi ile ilgilendiğim ilk atölye burası!” dedirtmek.