Pandemi kıskacında eğitim teknolojileri: Nereden nereye?
Pandemi öncesinde zaten hepimizin dijital dünya ile etkileşiminde iki arada bir derede olma halimiz, araçlarda zengin olurken acaba amaçlarda da aynı ölçüde zengin olabiliyor muyuz sorumuz hala taptaze gündemdedir. Eğitimde neyi mi nasılı mı tartışmalıyız? Eğitim ve teknoloji birleşim kümesi konu olunca bu sorular ayrı bir önem kazanıyor. Acaba aslında daha çok araç konumundaki eğitim teknolojilerini fazla mı amaçsallaştırıyoruz? Yoksa eğitim teknolojileriyle her türlü imkân ve öğrenme farkını kapatabiliyor muyuz? Derinleşmeye, bireyselleştirmeye imkân tanıyabiliyor muyuz?
Fransız sanatçı Jean-Marc Côté, 1899 yılında Yüzyılın Sonu Kartları (fin de siècle cards) adını verdiği koleksiyonunda 100 yıl sonra teknoloji nereye gider sorusunun cevabını arayan çizimler yapmıştı. “2000 Yılı” başlığını taşıyan her bir resimde, bugün merak, umut, hayret ve kaygı karışımı bir hisle seyrettiğimiz teknolojik gelişmelerin adeta birer prototipi sergileniyordu. Çizimler arasında neler yoktu ki; ev robotları, otonom patenler, akıllı tarım sistemleri ve eğitim teknolojileri. Côté, çizimlerinin birinde biraz da ironik bir şekilde sınıfta oturan ve her biri kulaklık takan öğrencileri resmetmişti. Kulaklıklar kablolarla merkezi bir makineye bağlıydı. Bildiğimiz bir kıyma veya öğütme makinesiydi karşımızda duran. Başındaki öğretmen ise elinde tuttuğu kitapları teker teker makinenin içine atıyordu. Pek muhtemeldir ki kablolarda sese dönüşen kitaplar belli ki sınıfın içinde sıralarında oturan çocukların beynine kitlesel biçimde yükleniyordu. Çocukların yüzünde acı ifadesi hakimdi.
Aslında çizimlerin o devir için halen sürmekte olan birinci endüstri devriminin (Endüstri 1.0) tüm baskın öğelerini içeriğinde barındırdığını görebiliyoruz. Teknolojik araçlarla bezenmiş fütüristik hayallerini tasvir ederken bile bunu kitleselleşme ve standartlaştırmadan ayıramayan, arındıramayan bir eğitim zihniyetinin ta kendisi resmen gözler önüne serilmişti. Côté’nin illüstrasyonlarına, disipline etmeyi merkezine almış, fabrikasyon bant sistemi mantığında hiyerarşik ve mekânik çalışan, sosyal ve duygusal becerileri hiçe sayan, makbul vatandaşı ön plana çıkaran, tek tipçi bir anlayışın ileri görüşlülüğü de (artık ne kadar olabiliyorsa) denebilir. İnsan odaklılık maalesef bu kurguda epeyce ihmal edilmekteydi.
- 18. yüzyılın başında kara tahta ve tebeşirle zenginleşen okullar ve sınıflar, akabinde her endüstriyel-teknolojik icadın katkısına ve etkisine maruz hale geldi. Matbaa ve daktilo yazıyı, böylelikle de okur-yazarlığı yaygınlaştırdı. Devamında, telgraf, telefon, radyo, televizyon ve bilgisayar beşlisinin öğrenme süreçlerinde ses ve görüntünün yaygınlaşmasında büyük payı oldu. Mikrofon, hoparlör, sinema, fotoğraf makinesi, tepegöz, projektör, fotokopi ve hesap makinesi gibi cihazlar hayatı kolaylaştırırken öğrenme süreçlerine de görsel/işitsel çeşitliliği ve zenginliği getirdiler.
Bu gelişmelerin de yardımıyla BBC, 1920’lerde öğrencilere yönelik radyo programları yayınlamaya başladı. ABD’nin New York şehrindeki Haaren Lisesi’nde 1923 yılında ilk kez sınıfta radyo ile ders yapıldı. 1930’larda radyo ve alıcı anten fiyatlarının düşmesiyle okullardaki kullanımları da arttı. 1931 yılında ABD’nin 25 eyaletindeki eğitim bakanlıklarında film ve diğer ilgili medya ile ilgili bugünkü eğitim teknolojileri bölümlerinin öncüleri kurulmuştu. 1969’da BBC’nin de katkılarıyla İngiltere’de Open University (Açık Üniversite) eğitim ve öğretime başlayarak bir ilke imza atıyordu.
Elbette, Côté’nin çizimlerinin ardından geçen 120 yıl içinde köprünün altından çok sular aktı. Birinci endüstri devrimine üç endüstriyel dönem daha eklendi. Her biri kendi eğitim paradigmalarını da şekillendirmeyi başardı. Modernizmin konsolide olduğu birinci endüstri çağında, merkezileşmiş, uzmanlaşmaya dayalı, endüstriyel, yukarıdan aşağıya inen, öğrencilerin öğrenme hızına, bireysel istidatlarına pek de aldırış etmeyen bazı standartların oturtulması için çaba harcandı. Eğitim 1.0’ın prensipleri, kurumsallaşma, fiziksel mekânların güvenliği/disiplini, ölçme-değerlendirme, kazanım, yüz yüze eğitim temalarının yoğun uygulamalarıyla belirlendi. Pedagoji bilimi de, öğretim tasarımındaki göreceli kuramsal sığlık dolayısıyla bürokrasi lehine fazlasıyla tek yönlü, ideolojik, aşırı fiziksel, mekân-bağımlı, sosyal mühendisliğin cirit attığı bir görünüme bürünmüştü.
Endüstri 2.0 ve Endüstri 3.0 eğitimde makas değişikliklerine neden oldu. 1970’lerde mikroçip ve transistör teknolojisinde yaşanan devinimle birlikte bilgisayarlar daha da gelişmeye başlayınca olayın rengi de değişti. Yavaş yavaş sesli ve görüntülü konferans sistemleri hayatımıza girdi.1980’lere gelindiğinde bugün toplam değerleri 4 trilyon dolara yaklaşan Apple ve Microsoft’un isimleri piyasada dolaşmaya başlamıştı bile. Intel, Dell, HP, IBM, Oracle, Cisco gibi köklü teknoloji şirketleri yazılım ve donanım alanında eğitim sektörünü de derinden etkileyen inovatif çözümler sunma yarışına giriştiler.
Tabi hiçbir yenilik İnternet kadar etkili olmadı. Çünkü yine bugünün gözünden bakınca eski ve yeni eğitim teknolojileri olarak ikiye ayırabileceğimiz son 120 yıllık tarihin ilk yarısı çevrimdışı dönemdi. Okullar, öğretmenler, öğrenciler, bakanlıklar birbirleriyle anlık ve çok katmanlı biçimde bağlı değillerdi. Aralarındaki etkileşim tek yönlüydü. Internet hızlıca her alanda olduğu gibi öyle bir çevrimiçi bağlantı ağı kurdu ki eğitim, artık yerleşik, geleneksel aktör ve kurumların tekelinden çıkarak, yöntem, ürün, yaklaşım, iletişim, etkileşim, teknolojik çözüm bakımından boyut değiştirdi. Eğitim teknolojilerinde de diğer birçok temel ihtiyaç alanında olduğu gibi bir milat yaşanmaktaydı. Önce Web 1.0 ve ardından 2004’ten itibaren ortaya çıkan paylaşıma, optimizasyona, ortak çalışmaya, gerçek zamanlı etkileşime dayalı Web 2.0 kavramları bu sınırsız etkileşimi Web 3.0, Endüstri 4.0 çağına taşımayı başardı.
Artık eğitimde bile bulut çözümleri, yapay zeka, siber-fiziksel sistemleri konuşuyoruz. Sosyal medyanın literatüre kazandırdığı 'sosyal öğrenme' kavramı, webinar seçenekleri, Youtube gibi video platformları, podcast, powerpoint veya prezi benzeri görselliği ön planda tutan sunum olanakları, whatsapp gibi anlık mesajlaşma uygulamaları, bloglar, sayısız mikro-uygulama, eğitimin okulun dört duvarını aşan daha geniş ölçekli bir ekosistemde faaliyet göstermesine olanak tanıdı.
Tüm dünya bağlantılı koskoca bir sınıf ve okul olarak görülmeye başlandı. Kara tahtaların yerini akıllı tahtalar, interaktif içerikler, sanal ve artırılmış gerçeklik ile hazırlanmış ders materyalleri gibi küresel eğitim piyasasının vazgeçilmezleri alıverdi. Google, Facebook gibi teknoloji devlerinin eğitim teknolojilerine yatırımları ciddi seviyelere ulaştı.
Son 25 yıldır teknolojinin ilerleme hızı, dijitalleşmenin yönü ve dijital dönüşüm gerekliliği konusunda gördüklerimiz ve yaşadıklarımız artık eğitim teknolojilerini, eğitim ve teknolojinin bir kesişim kümesi şeklinde anlatılmamalıdır. Gartner’in her yıl güncellediği yeni teknoloji ve eğitim teknolojileri trendleri çizelgesindeki paralellikler savımızı doğrular niteliktedir. Eğitim teknolojileri, eğitim ve teknolojiye dair her bir noktayı kapsayan koskoca bir birleşim kümesidir. Bu kümede ne yok ki; mobil teknolojiler, uygulamalar, oyunlar, büyük veri, nesnelerin interneti, siber güvenlik, dijital vatandaşlık, 3-D yazıcılar, oyunlaştırma, AR, VR, sohbet robotları, blokchain, maker hareketi, robotik, kodlama. Aynı zamanda bu birleşim kümesinden hareketle, teknoloji ve insanın öğrenmesi konularında ortaya çıkan farkların pedagojik olarak kapanması, zamanın ruhuna uygun eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yürütülmesi için harmanlanmış, ters yüz edilmiş, oyun tabanlı öğrenme gibi yeni nesil yöntemler geliştirdiğini bilmek gerekir. Diğer tarafta LMS, Coursera veya edX benzeri MOOC, Khan Academy gibi uzaktan eğitim platformları, Udemy, Udacity benzeri sertifikasyona dayalı mikro-kurslara rağbet arttı. Birinci eğitim teknolojileri döneminde sıkça rastlanan bilgiye dayalı sürecin yerini öğrencilerin beceri adı verilen bildikleriyle neler yapabileceğinin önem kazandığı yeni bir döneme almaya başladı. Şimdi amaç biraz da “teknoloji ile, teknoloji çağı için, teknolojiyi öğrenmek” olarak beliriyordu.
Bu denklemde her şey 2020 yılının başına kadar yerli yerindeydi. Ta ki COVID-19 pandemisi patlak verene kadar… Yirmi beş yılını sosyal bilimler, iletişim, eğitim ve teknoloji birleşim kümesindeki konuları araştırmakla geçiren birisi için son altı ay her şeye bedel denebilir. Kısaca hatırlamak gerekirse; salgın kısa süre içinde başta Çin, Avrupa, Kuzey Amerika, Latin Amerika olmak üzere tüm dünyada son derece ciddi boyutlara ulaştı. Halk sağlığı, enfeksiyon, epidemiyoloji uzmanlarının tavsiyeleriyle sosyal izolasyon en önemli önlem haline geldi. Bir bakıma hayat klastrofobik bir hal alarak dünya nüfusunun önemli bir kesimi evlerinde izolasyon kuralları uyguladı. Örneğin, pandeminin zirveye ulaştığı günlerde dünya öğrenci nüfusunun %92’si yani 1.6 milyar öğrenci evlerindeydi. Küresel ekonomik düzende tedarik zincirleri koptu. Parakende ve hizmet sektörleri ciddi yaralar aldı. Okul binaları kapandı ve imkânı olanlar uzaktan eğitimin senkron ve asenkron yöntemleriyle öğrenme süreçlerine devam etti.
Böylelikle modern yaşamın, örneğin modern eğitimin, fiziksel ve mekân-bağımlı tüm kazanımlarının ve mecralarının pandemi süresince inanılmaz bir daralmaya maruz kaldığına şahit olduk.
- Mücbir sebeplerden ötürü okul binaları, restoranlar, parklar, sinema salonları, tiyatrolar, AVM’ler, iş merkezleri, plazalar, marketler, havalimanları belirli bir süre kapalı olmak zorunda kaldı. Hepimizin imdadına yaklaşık son yirmi yıldır eksponansiyel gelişme hızıyla insan hayatının her alanına dokunmayı başarmış dijital çözümler yetişti. Halbuki ne dijital konferans uygulamaları ne eğitim teknolojisi platformları, e-ticaret siteleri, dijital oyunlar, anlık mesajlaşma platformları ne de sosyal medya COVID-19 ile hayatımıza girdi.
İsminin başında “e-” olan fiziksel dünyanın kazanımlarının dijital ve elektronik manada siber alemdeki izdüşümleri bir anda dünyanın merkezi konumuna yükseldi: e-ticaret, e-devlet, e-sağlık, e-okul vs. Kısaca, 20 yıldır süren hiper-dijitalleşme pandemi sonucu son 6 ayın fiziksel-mekânsal daralmasını her anlamda ikame etmesiyle, iki sürecin iç içe geçişi ortaya yepyeni bir durum çıkardı. O yüzdendir ki dünyanın hemen her yerinde dijitalleşme adına 10 yıl sonra yapılması düşünülenler önümüzdeki 5-10 ay içinde yapılacak şekilde planlanmaktadır. Mekân-bağımsız iş yapış süreçlerinden beklentiler artmaktadır.
Örnekleri çeşitlendirmek gerekirse; EBA, Zoom, Microsoft Teams, Blujeans, Netflix, Pubg, Alibaba, Getir, Hepsiburada, Youtube, Spotify, Tiktok, Instagram ve türevleri an itibariyle sanki hiçbir zaman eskiye dönülmeyecek gibi, aynı zamanda birkaç ay öncesiyle karşılaştırılmayacak yoğunlukta hayatlarımızı organize edici roller üstlenmişlerdir. İş toplantıları, canlı yayınlar, dersler günlük rutinimiz oldu. Aralık 2019’da 10 milyon kullanıcısı olan Zoom, Nisan 2020’ye gelindiğinde 300 milyon kullanıcıyı aştı. Bu süreçte, Tiktok üç yıl içinde tüm dünyada 1 milyar kullanıcı sınırını en hızlı geçen şirket oldu. Netflix, Mart ayı sonunda 183 milyon kullanıcıya ulaşırken, 2020’nin ilk çeyreğinde rekora imza atarak 16 milyon yeni kullanıcı edindi. Unutmayalım, Netflix kendi başına tüm internet trafiğinin %11’ine, Youtube ise %15’ine tekabül etmektedir. Tüm uydu haberleşmesi trafiğinin neredeyse %13’ünü oluşturan Whatsapp’ın kullanımı %40 arttı. Dijital oyun gelirlerinde %20-25 büyüme gözlemlendi. Nasıl olmasın ki sadece pandemi sürecini sorgulayan araştırmalara bakıldığında özellikle 16-45 yaş arası herkesin dijital hayatı tamamen içselleştirdiğini görüyoruz. Özellikle öğretmenlerin uzaktan eğitim konusunda oldukça fazla tecrübe edindiklerini ve birçoğunun ustalaştığını söyleyebiliriz. Hatta öğretmenlerimizin, elinden telefon düşmeyen, zamanlarının önemli bir kısmını sanal dünyada geçiren öğrencileriyle aralarındaki dijital farkı kapattıkları bile iddia edilebilir.
- 2012 yılında yabancı düşünce kuruluşları tarafından hazırlanan ve Türkçe’ye tercüme ettiğimiz bir infografikte 2030 yılına dek öğrenme mekânlarının sınıflardan stüdyo ve sanal mecralara dönüşeceğini gösterirken, eğitim içeriklerinin ise bu değişime ayak uydurması öngörülüyordu. 4-5 yıl önce çeşitli konuşmalarımızda neredeyse gerçeklemesi zor şeklinde gösterdiğimiz stüdyovari sanal sınıfların videoları bugün artık dünyanın her köşesinde sıradanlaştı.
Dört duvarı LED ekranlarla kaplı stüdyo sınıflarda, dijital katılım sağlayan yüzlerce öğrencinin dersi takip etmesi, yüzü ekranlardaki öğrencilere dönük hocaların teknolojinin tüm imkânlarını kullanarak adeta şov yaparcasına ders anlatması artık bir lüks değil.
Bu tabloda veri temelli iş modellerinin rolü yadsınamaz. Verinin türünü, kaynağını iyi anlamak şart: biyometrik veri, ses verisi, demografik veri, duygusal veriler. TikTok’un ABD dahil bazı ülkelerde yasaklanması, Zoom’un veri politikası konusunda defalarca kamuoyunu rahatlatmayı hedefleyen düzenlemeler yapması son derece dikkat çekicidir. Bu açıdan bakıldığında modern eğitimin bio-politik hedeflerinin, pandemiyle hızlanan post-dijitalleşme sırasında bio-algoritmik bir yöne doğru değiştiğini gözlemlemek yanlış olmasa gerek.
Lakin klasik eğitim ve eğitim teknolojilerini kuşatan yapay zeka temelli algoritmik sistemler, bireyselleştirme iddiasıyla insanı salt bir öğrenen olmaktan çıkararak, makine öğrenmesine bir rakip, insan-makine etkileşimine taraf ve tüm bunlar olurken veri güvenliği, mahremiyeti gibi konulara da hassas hale getirmiştir.
21. Yüzyıl becerileri ve eğitim paradigmasını kutsal amentüsü olan bireyselleştirme için dijital çözümler olmazsa olmaz olarak anlatılır. Ama algoritmik olanın doğasında sınıflandırmak, segmente etmek, ayırmak vardır. Farkında olarak ya da olmayarak, eğitim teknolojileri bireyselleştirme adı altında bu yolla standartlaşmaya sebep olabilmektedir. Siber alemde yankı odaları ve fikir baloncuklarına maruz kalmak post-dijital dönemde öğrenmenin önündeki büyük bir engeldir. Bununla birlikte hangi platform olursa olsun gerek eğitim teknolojileri alanında gerekse onlarla simbiyotik ilişkilere sahip, aynı ekosistemin eküri şirketleri uzaktan toplantı, eğitim ve benzeri faaliyetlerimizde her hareketimizi loglayarak, yüz ve ses verimizi toplayarak, lokasyonumuza, dosyalarımıza, cihazlarımıza, internet bağlantılarımıza, sunucularımıza, video ve foto galerilerimize erişerek, dikkat ve duygu düzeyimizi ölçerek veri kapitalizmine hizmet etmeyi sürdürmektedirler.
Unicef’e göre dünyada halen 463 milyon çocuğun uzaktan eğitime erişimi bulunmamaktadır. Ülkemiz açısından düşünüldüğünde hazır bulunma seviyemizin son derece üst düzey olması elbette çok sevindiricidir. Lakin ülkemizin eğitim süreçleri adına “yeni normal” şeklinde ifade edilen yakın gelecekteki dönemin tüm gereksinimleri 2023 Eğitim Vizyonu içinde masaya yatırılmış ve sürdürülebilir cevaplar ile bir yol haritası haline büründürülmüştü. Onun için de Milli Eğitim Bakanlığı olarak “yeni normal” 2023 Eğitim Vizyonu ile zaten başlamıştı.
Eğitim Bilişim Ağı’nın eba.gov.tr platformuna ek olarak kurulan EBA İlk, EBA Orta ve EBA Lise televizyon kanalları karma uzaktan eğitim modelimizin dünyada bir başarı hikâyesi olarak ilgiyle takibine vesile oldu. Süreç içerisinde 11. ve 12. sınıflara yönelik hazırlanan akademik destek sistemi, gerçek zamanlı derslerin işlendiği canlı sınıflar karma sistemi çeşitli imkânlarla donatarak gerçek manada bir örnek model niteliğine büründürdü. Pandeminin dönüştürücü gücü yenilikleri, ar-ge’yi de zorunlu kıldı. Türkiye’de kamu sektöründe ilk kez EBA Asistan ve MEB Asistan adıyla iki chatbot tasarlanarak eğitim teknolojisi ekosistemine dahil edildi.
Sayılar da bu başarı hikâyesini doğrular niteliktedir. Okul binalarımız kapalı iken EBA online platformumuz 3,1 milyar kez tıklanmış. Bakıldığında Türkiye’nin en çok ziyaret edilen onuncu sitesi ve dünyanın da en fazla ziyaretçi alan üçüncü eğitim platformu konumunda. Android platformunda EBA mobil uygulaması 17 milyon, IOS’ta ise 2 milyona yakın kez indirilmiştir. 5 milyona yakın canlı ders yapılmıştır. 1 milyonun üzerinde öğretmenimiz EBA platformunu kullandı. Akademik Destek Sistemi’ni 1,2 milyon öğrencimiz ve 190 bine yakın öğretmenimiz kullanmıştır. 23 Mart- 19 Haziran dönemine ait sıraladığım verilere göre EBA TV kanalları 2516 saat yayın yaptı. 10 stüdyoda 2358 ders videosu çekildi. Aralarında özel eğitim farkındalığı, rehberlik, egzersiz ve hobi, deney, akıllı teneffüs içeriklerinin yer aldığı 221 ders dışı etkinlik yayınlanmıştır. EBA Yaz Okulu bilim, sanat, kültür, yabancı dil alanlarında yayınlarına devam etmiştir. Öğretmen yetiştirme alanında 18 Mayıs-1 Eylül tarihleri arasında 500 bin öğretmenimize yönelik çevrimiçi mesleki gelişim programları yürütebilecek altyapı sorunsuzca kurgulanmıştır.
Ekonomiye gelince; küresel eğitim teknolojileri pazarının bu yıl sonunda 250 milyar dolara yükselmesi bekleniyor. Ocak-Temmuz ayları arasında dünyada 279 işlemin toplamında eğitim teknolojisi şirketlerine 4,1 milyar dolar yatırım gitti. Çin burada hem iç hem de dış piyasaya hitap etmesi bakımından lider konumda. Sadece Pekin ve Şangay’da 4000 eğitim teknolojisi şirketi bulunmaktadır. ABD’nin New York, California, Boston bölgelerindeki toplam sayı 2000 civarındadır. Tüm dünyada halen 1 milyar dolar değerlemeyi aşan 19 eğitim teknolojisi girişimi mevcut. Hintli Byju 10 milyar dolar, onu takip eden 3 Çin şirketi Yuanfudao, Zuoyebang ve VIPKid toplam 20 milyar dolar, Udemy ve Coursera ise 7 milyar dolar değerindeler.
- Bahsi geçen eğitim teknoloji şirketleri onlarca farklı alanda faaliyet gösterirken kimi yapay zeka ve nörobilimi birleştirerek bireyselleştirme çözümleri sunmakta, kimisi öğrenme yönetim sistemleri geliştirmekte, bazıları öğrencilerin bilek ve kafalarına bantlar takarak dikkat, öğrenme bozukluklarını takip etmekte, kimisi okulun güvenliğini sağlamak adına risk analizi yapmakta, önleyici tedbirler almaktadır.
Görülüyor ki, pandemi devam ettiği sürece mekân-bağımlı işlerden uzak olma, mekân-bağımsız yöntemleri tercih etme, teknoloji kullanma sıklığı, teknolojinin gelişme hızı ve insanda uyandırdığı konfor-kaygı çelişkisi ile bunların birlikte neden olacağı belirsizlik hissi katlanarak artacaktır. İnsanlar aylardır dijitalleşmeye önemli derecede zaman ve kaynak ayırmaktadır. Kimse dijital veya uzaktan çözümlerden mahrum da kalamıyor, ona tam anlamıyla mahkum da olmak istemiyor. Pandemi öncesinde zaten hepimizin dijital dünya ile etkileşiminde iki arada bir derede olma halimiz, araçlarda zengin olurken acaba amaçlarda da aynı ölçüde zengin olabiliyor muyuz sorumuz hala taptaze gündemdedir. Eğitimde neyi mi nasılı mı tartışmalıyız? Eğitim ve teknoloji birleşim kümesi konu olunca bu sorular ayrı bir önem kazanıyor. Acaba aslında daha çok araç konumundaki eğitim teknolojilerini fazla mı amaçsallaştırıyoruz? Yoksa eğitim teknolojileriyle her türlü imkân ve öğrenme farkını kapatabiliyor muyuz? Derinleşmeye, bireyselleştirmeye imkân tanıyabiliyor muyuz?
Yukarıdaki soruların cevabı önemli çünkü, insan-makine, beyin-yapay zeka etkileşimi, siber, fiziksel, dijital ve biyolojik olanın tekilliği veya simbiyozu bizlere teknolojinin araçtan amaca doğru yolculuğu konusunda uyarı vermektedir. Bunun en güzel örneği Elon Musk’un Neuralink isimli şirketinin geçen ay kortekse monte edilen bir çipi tanıtarak, insan beynini dijital bir mecraya dönüştürme idealini takipçileriyle paylaşmasıydı. Asıl mesele, çocukların beyinlerine öğütülmüş kitap bilgisi yükleyen Côté’den insan beynine yüklenmedik şey kalmasın isteyen Musk’a kadar aradan geçen 120 yılda neyin değiştiğidir. Musk, 5G, kuantum bilişim gibi yeni teknolojileri de arkasına alarak beyni, bilgisayardaki CPU, GPU, sabit disk veya bulut yerine koymak, Starlink gibi diğer projeleriyle senkronize etmek, doğrudan Google, Netflix, Facebook, Youtube ile bağlantı kurabilir bir formata dönüştürmek için çabalarken, eğitimi, öğrenmeyi, okulu, öğrenciyi, öğretmeni, eğitim teknolojilerini belki yeniden düşünmek gerekiyor.