Müslüm Baba’dan geriye kalan
Yeşilçam’ın yetmişli yıllardaki arabesk furyasını hatırlatan bir biçimi benimseyen Müslüm, sanatçının hayatı ile şarkılarını birleştiren bir kurguyu takip ediyor.
Ayla’nın (2017) yapımcılarının yeni gişe canavarı Müslüm, ilk beş haftasında beş milyon izleyiciye ulaştı. Müzik piyasasının nevi şahsına münhasır isimlerinden Müslüm Gürses’in hayat hikâyesini perdeye taşıyan film, seyircisini de yapımcısını da şimdiden tatmin etmiş görünüyor.
Yeşilçam’ın yetmişli yıllardaki arabesk furyasını hatırlatan bir biçimi benimseyen Müslüm, sanatçının hayatı ile şarkılarını birleştiren bir kurguyu takip ediyor. Bu açıdan içinde pek çok klip barındıran filmin yönetmenliğinin, müzik videoları ile tanınan Ketche’ye teslim edilmesi (her ne kadar sonradan ikinci bir yönetmen projeye dâhil olsa da) isabetli bir tercih gibi görünüyor.
Hâlihazırda ilgi çekici bir hikâyeden yola çıkan senaryoda ödüllü romancı Hakan Günday’ın imzasının bulunması, 50’lerden 2000’lere pek çok dönem ve mekân canlandırılırken ortalamanın üzerinde bir yapım tasarımının kullanılması filmin niceliksel başarısını açıklayan unsurların başında geliyor. Ancak tıpkı Ayla’daki gibi Müslüm’de de neye odaklanacağına karar verememekten gelen dağınıklık ve her şeyi gösterme arzusundan kaynaklanan fazlalık ana hikâyede boşluklara sebep olurken, filmin niteliğini de aşağı çekiyor.
Film, Müslüm Gürses’in namına uygun olarak babalık/babasızlık temasını merkeze almış görünüyor. Yayınlanan ilk teaser’dan beri slogan olarak kullanılan “Babası gibi olmaktan korktuğu için hiç baba olamayan bir adamın herkesçe Baba diye anılması” güçlü bir tezat içeriyor içermesine. Yine de bu tezatın dramatik bir biçimde ortaya çıkarılması için, diyaloglarla veya ara yazılarla bu sloganın sürekli tekrar edilmesi yetmiyor.
Üstelik filmin bütünü içinde pek bir anlamı olmayan Müslüm Gürses’in Adana’dan İstanbul’a gelişi, eşi Muhterem Nur’la ilişkisi, kardeşinin kişisel trajedisi, 1980 darbesi ve sanatçının yasaklı dönemi gibi yan hikâyelerin dallanıp budaklanması da yardımcı olmuyor. Bahsi geçen “fazlalık” filmin tamı tamına yirmi iki şarkılık soundtrack albümünde de görünürken, kimsenin aklına şu soruyu sormak gelmiyor: Sahi, Müslüm Baba kimin babasıydı?
Arabesk Ruhlar
Müslüm Gürses’in dinleyici kitlesinin kimlerden oluştuğu, onu büyük yapan ve baba kabul eden bu kitlenin hangi dertlerden muzdarip olduğu, kimlerin onun müziği ile nasıl bir bağ kurduğu filmde hemen hiç yer almıyor. Filmin bütününe yayılan tek unsur olan baba hikâyesinin bu tarafı, Müslüm’ün evlatlarını tanıyacağımız bölüm ısrarla eksik bırakılıyor. Bu sebepten son bölümde Gülhane Parkı konserinde birdenbire ortaya çıkıveren Müslüm Baba hayranlarının çılgınlığı, filmin seyircisinin henüz tanışmadığı bu ateşli kitle karşısında yabancılaşmasına sebep oluyor. Genelde arabesk müziğin ve özelde Müslüm Gürses’in, ülkenin hangi dönemini ve hangi kesimini temsil ettiği anlaşılmadığı için, sanatçının baba lakabı filmin kurgusu içinde yalnızca bir yakıştırma olmaktan öteye geçemiyor.
Nurdan Gürbilek’in tanımıyla büyük şehre sızmaya çalışan taşralı kalabalığın sesini duyurma, kendini kabul ettirme, girdiği yabancı kültür içinde yönünü bulma, onu bozma ve kendine benzetme isteğinin olduğu kadar, büyükşehrin “asıl” sahiplerinin bu yabancılar akınını adlandırma ve geri püskürtme çabasının da adı olan arabesk, Müslüm filminde bir yan unsur olarak bile işlenmiyor.
Hâlbuki, göç ettiği şehirde kendisini dışlanmış hisseden, gelecekten bir beklentisi olmayan, umutsuzluk içindeki kalabalıkların ortak paydası sayılabilecek babasızlık; köksüzlük, kimliksizlik, nereye ait olduğuna karar verememe duygularının sembolüne dönüşüyor. Filmin temasıyla örtüşmesine rağmen nedense hemen hiç değinilmiyor ancak Müslüm Baba’nın şarkıları ve şahsiyeti onlara yalnız olmadıklarını hatırlatmakla kalmıyor, kendilerini ifade edebileceklerini ve daha da önemlisi kendilerine burun kıvıranlarca kabul görebileceklerini müjdeliyor.
Öte yandan filmde, Müslüm Gürses’in müziğinin kucaklayıcılığının kaynağının Türk Halk Müziği geçmişi ile ilişkilendirilmesi es geçilmemesi gereken bir nokta. Gençlik yıllarında Adana Halkevi’nde tanıştığı bağlama ustasının kendisine türkülerin manalarını anlattığı, menkıbelerle ve Anadolu irfanı ile tanıştırdığı, hayatını bu bakış açısıyla anlamlandırması için teşvik ettiği sahneler filmin en güzel bölümleri olabilir. Fakat filmin ilk yarım saatindeki bu vaatkâr yan hikâye de diğer pek çoğu gibi bir noktadan sonra tamamen unutuluyor.
Kuralsız ve kalıpsız yapısıyla arabeskin kültürsüzlüğün güzellemesi mi yoksa kültürde melezleşmenin ve zenginliğin işareti mi sayılacağı tartışıladursun, Müslüm Gürses’in müziği bugün dahi kemik kitlesinin dışındaki dinleyicilere de ulaşmayı başarıyor. Kimlik bunalımının sadece köyden kente göç eden azınlığın problemi olmadığı güzel ülkemizde, Müslüm’ü beş milyon seyirciyle buluşturan sebebi filmin gücünden ziyade sanatçının gönüllerdeki yerinde aramak daha makul görünüyor.