Muharrem ayına mahsus bir gelenek: Hoy Goygoy Cânım

MEHMET KÖKREK
Abone Ol

Eski Muharremlerin olmazsa olmazlarından olan Sünbül Efendi Dergâhı’nda icra edilen Muharrem merasimi hâlâ daha devam ederken, Goygoycuların esamesi dahi okunmaz oldu.

Zaman içerisinde bu âdetlerin bir kısmı rafa kaldırıldı bir kısmı yerine ise yenileri ikame edildi. Mesela eski Muharremlerin olmazsa olmazlarından olan Sünbül Efendi Dergâhı’nda icra edilen Muharrem merasimi hâlâ daha devam ederken, Goygoycuların esamesi dahi okunmaz oldu.

18. yüzyılda İstanbul’u ziyaret etmiş bir seyyah, şehrin dilenciler için bir cennet olduğundan uzun uzadıya bahseder. Burada dilencilerin yufka yüreklilerin cebinden çil kuruşları nasıl devşirdiklerini hayretler içerisinde aktarır. Seyyahın şaşkınlığına hak vermemek elde değildir. Zira bizim için sıradan, dışarıdan bakıldığında garip olan pek çok âdetimiz vardır; hatta günümüzde bize bile ilginç gelen âdetlerdir bunlar…

Malum şu sıralar hicrî takvimin ilk ayı ve hazin Kerbela hadisesinin yaşandığı Muharrem ayı içerisindeyiz. Bu ay tıpkı hicret-i Nebevi’nin başladığı Safer veya davulcuların hoş mâni ve ezgileriyle sahaya indiği Ramazan ve pek tabii ki diğer bütün aylar gibi kendine mahsus birtakım âdetlere sahipti. Zaman içerisinde bu âdetlerin bir kısmı rafa kaldırıldı bir kısmı yerine ise yenileri ikame edildi. Mesela eski Muharremlerin olmazsa olmazlarından olan Sünbül Efendi Dergâhı’nda icra edilen Muharrem merasimi hâlâ daha devam ederken, Goygoycuların esamesi dahi okunmaz oldu.

Goygoycular, Muharrem ayının ilk günlerinden itibaren altı kişilik gruplar hâlinde dilenen gruplardır. Nadiren on kişi oldukları da olurdu. Fes üzerine ince beyaz bir bez dolayıp, sırtlarına kahverengi vb. renkte cübbe giyerlerdi. Sadece Kerbela hadisesinin yaşandığı 10 Muharrem’de kızıl renkli cübbe ve aynı renkte bir takke giyilmesi âdetti.

Yahya Kemal’in Sırdaşı: Hezarfen Asım Sönmez
Nihayet

Kıyafetleri temiz fakat yamalarla dolu olurdu. Ayaklarında yeniçerileri ve külhanbeylerini hatırlatan sarı pabuçlar, ellerinde ise birer asa bulunurdu. Sürücülerin asaları diğerlerinin aksine şatafatlı bir görünüm arz ederdi. Sağ elleriyle asaları taşıyan goygoycular, sol elleriyle önündeki arkadaşının omuzundan tutarak hep birlikte yürürlerdi.

Bunlardan her biri omuzunda yaklaşık iki metre uzunluğunda ve iki ağızlı heybe taşırdı. Böylece ikiye bölünen heybeler toplamda on iki sayısını işaret ederdi. Ki bu durumun “On İki İmam” vurgusu için yapıldığı rivayet edilir. Bunları günümüz dilencileriyle karıştırmamak gerekir.

Goygoycuların asıl amacı Miskinler Tekkesi ve Şehzadebaşı Tabhânesi’nde pişirilecek aşureler için erzak toplamaktı. Fakat halkın yaptığı yardımlar 6-7 aylık ihtiyacı karşılayacak türden bir erzaka sahip olunmasını sağlardı. Hatta toplanan erzakın kimi zaman pazarda satıldığı dahi vakidir.

Goygoycuların bir tanesi hariç geri kalanı ya tamamen ya da kısmen âmâydı. Gruba rehberlik eden ve “sürücü” denilenleri âmâ olmasa da ya aksak, topal ya da çolak olurdu. Goygoycular Muharrem ayının her günü sabah ezanıyla birlikte Avrupa yakasında Şehzâdebaşı Tabhânesi önünde, Anadolu yakasında ise Miskinler Tekkesi’nde buluşurlardı.

Goygoycular, Muharrem ayının ilk günlerinden itibaren altı kişilik gruplar hâlinde dilenen gruplardır.

Sürücünün “Hû” çekip asasını sertçe yere vurması ile goygoycuların yürüyüşü başlardı. İlk olarak sol ayak öne atılması usul gereğiydi. Yere bastıkları ayakları üzerine, dizlerini hafifçe kırarak meylederlerdi. Bu suretle sağa sola salınan goygoycular, onları izleyenlere hoş bir seyir sunarlardı.

Hangi goygoycu grubun nerede yardım toplayacağı sürücüler tarafından önceden belirlenmiş olup, kendi alanı dışında bağış toplayanlar sert bir şekilde uyarılırdı. Hatta 1856 Eylül tarihinde, Eminönü’nde sırf bu sebepten ötürü iki goygoycu grup arasında kısa süreli bir arbede yaşandığı bilinir.

Her goygoycu ekibin arasında güzel ve yanık sesli biri bulunur ve bu kişi yürüyüş esnasında durmaksızın Kerbela ile ilgili çeşitli mersiyeler okurdu. Bunlardan en meşhuru Âşık Yunus’un “Hey be zalim n’oldu Ahmed nesline/ Gökde melek yerde insan ağladı” şeklinde başlayan mersiyesidir. Kimi zaman aynı mersiyenin “Gökde melek yerde her cân ağladı/ Nâr-ı hasret ciğerleri dağladı” formunda veya daha farklı şekillerde okunduğu olurdu.

Güzel ve yanık sesli goygoycu bir beyti bitirdiğinde goygoycular, okunan eserin oluruna göre, hep bir ağızdan “Hoy goygoy cânım” veya “Mevla ya hoy goygoy cânım” diye ağlaşarak nida ederlerdi.

Goygoyculuğun yasaklanmasından sonrasında kaleme alınıp Ay Dede’nin 8 Haziran 1922 tarihli sayısında neşredilen “Asrî Goygoyculuk” başlıklı bir şiirde bu kısmın “Ya Hû goygoy cânım” şeklinde geçmiş olması da dikkat çekicidir. Acaba doğrusu buydu da sonradan mı değişti? Efdalüddîn Tekiner bu kısımların meşhur bir Kerbela mersiyesinde geçen “Hey kaygulu cânım” terennümünün bozulmuş şekli olduğunu belirtmiş olsa dahi, böyle bir değişim dilbilimsel açıdan pek mümkün görünmemektedir.

Goygoycular bir mahalleye yukarıda arz edildiği üzere girer ve kendilerine mahsus şekilde birkaç mersiye okuduktan sonra, sürücü mahalle sakinlerine şöyle seslenirlerdi: “Ya hayır sahipleri! Nohuttan pirinçten, fasulyeden, bakladan, mercimekten, buğdaydan, bulgurdan, baldan, bulamadan, pekmezden verin! Veren eller dert görmesin! Verin amma babalara verin! Allah tükenmez ömürler versin, hanenizi şen etsin!” Daha sonrasında mahalledeki evlerin önünde tek tek durulur ve her evin önünde “Fukaraya lutf u tasadduk eden elleriniz nur olsun! Nur ellerde âb-ı kevser şarâben tahurâ olsun! Cenâb-ı Hakk ol âb-ı kevserden sizlere de kana kana içmeği nasib u müyesser eylesin!” duası edildikten sonra kapı çalınır ve kapıyı açana hitaben “Gökde melek yerde insan ağladı/ Hoy goygoy cânım” nakaratı tekrar edilirdi.

Yapılan yardım çoğu zaman erzak olsa dahi kimi zaman para verildiği de olurdu. Para şeklinde verilen yardıma “aşure harcı” denirdi. Her ne türden olursa olsun bağışı alan goygoycu diğer goygoycuların da duyacağı bir tonla “Dedeler âşureye pirinç geldi! Veren eller nur olsun, dert görmesin!” derdi. Bu sırada âmâ ve pejmürde kıyafetli goygoycuları gören çocuklar bunlardan pek korkarmış.

Hatta eski İstanbullular çocuklarını korkutmak için onlara “Dur sen, dur! Hele bir Muharrem gelsin de seni goygoycunun torbasına koyayım!” veya “Seni goygoyculara veririm!” derlermiş. Büyüklerimden öğrendiğim kadarıyla bu tarz sözler 1950’li yıllarda bile bazı evlerde kullanılırmış.

Goygoycular özellikle kalabalık muhitlerden geçerken, sürücüler asalarını yere vurarak metronomu arttırırlar ve dolayısıyla yürüyüş ve mersiye de hızlanırdı. Bu suretle okunan mersiyeler mahzun gönüllere daha derinden tesir ederdi.

Günün sonunda sürücü, yürüyüşün başladığı yere geri döner ve yine uzunca bir “Hû” çekip asasını üç kere yere vurduktan sonra “şehîd-i şühedâ mazlum-ı deşt-i kerbela hazret-i Hasan u Hüseyn! Şühedâ-yı rıdvânullahî teâlâ aleyhim ecmain” diye başlayan gülbankı çekerdi. Bu sırada aşure için gerekli hazırlığı yapan kişiler “Allah, Allah” şeklinde dem tutarlardı. Çoğu zaman fakir fukara ile kimsesiz halk da gülbanka iştirak ederdi. Goygoycu âdeti üzere gülbang şu şekilde bitirilirdi:

  • “Verenin elini Hak göre, kul görmeye! Miskine su vereni Hakk seve! Fukaraya lutf u tasadduk eden eller nur ola! Nur ellerde âb-ı kevser şarâben tahurâ ola! Ol âb-ı kevserden kana kana içmek nasib u müyesser buyrula! Hizmetler kabul ve makbul ola! Üçler, yediler, kırklar! Aşk-ı Enbiya, sırr-ı Evliya! Meded ya şâh-ı şehîd-i Kerbela! Ya Hasan! Ya Hüseyn! Ya Allah! Hû”

Bu koşturma biter bitmez Avrupa yakasındaki goygoycular Şehzadebaşı Tabhânesi’nde, Anadolu yakasındakiler ise Miskinler Tekkesi’nde gün boyu topladıklarıyla aşurelerini pişirip ilkin kendileri yer daha sonra diğer ihtiyaç sahiplerine dağıtırlardı. Bütün bir Muharrem ayı süresince devam eden bu âdet devr-i Meşrutiyet’te, daha açık söyleyecek olursak 1910 senesinde yasaklanmıştır. Bu suretle de bu ilginç İstanbul âdeti, tıpkı Miskinler Tekkesi gibi tarihin tozlu raflarındaki yerini almıştır.