Malezya Aborjinleri: Orang Asliler

ERHAN İDİZ
Abone Ol

Kabilenin tüm üyeleri ormandaki patikada yürüyor. Erkeklerin ellerinde boylarının iki katı uzunluğunda mızraklar var. Kıyafetleri yalnızca avret yerlerini kapatmış. Gençler diğerlerinden farklı, boyunlarındaki takılar, saç tarzları… Nehirden karşıya geçmek zorundalar. İçlerinden biri kucağındaki maymunu ıslanmaması için yukarı kaldırıyor. Kabilenin erkekleri sırayla öne geçiyor, bir grup erkek ise en geriden geliyor. Hem insanlara hem de vahşi hayvanlara karşı dikkatli olmalılar. Saatlerdir yürüyorlar. Fakat karanlık çökmeden dinlenecekleri güvenli bir yer bulmak zorundalar, ekvator çevresinde güneş çok hızlı batar.

Antropolog Bronislaw Malinowski’ye göre ilkel yaşam gibi soyut olduğu kadar karmaşık olan bir konu üzerine yapılan amatörce gözlemler bir değer taşımaz.

Kabile geceyi geçirmek için bir nehir kıyısını seçiyor. Bir süre dinlendikten sonra genç erkekler balık avlamak için nehre iniyorlar. Kadınlar, beraberinde getirdikleri pirinci taşlarla dövüp un haline getiriyorlar. Suyla ıslatılan un bulamaç yapılıyor ve muz yapraklarına sarılıyor. Genç kızlar yakalanan balıkları temizleyip bambulara yerleştiriyorlar. Bambu içerisindeki balıklar ve muz yaprağındaki bulamaç birlikte ateşte pişiriliyor. Kabile, günün yorgunluğunu birazdan kurulacak sofranın başında atacak.

Alman bir TV ekibi 70 yıl önce çektiği kısa videoda Orang Aslileri böyle anlatıyor. Görüntüleri Nisan 2017’de Malezya’da izledim. Bir süre daha buradaydım ve yerlilere duyduğum merak her geçen gün artıyordu. Sonunda harekete geçip bu kadar yakınlarındayken onların yaşamını görmek istedim. Konuyu Malezyalı bir arkadaşıma açtım. Birkaç kişiyle telefon görüşmesi yaptıktan sonra, tamam, dedi. Beni ormanda yaşayan Orang Aslilerin evlerine götürecekti.

Antropolog Bronislaw Malinowski’ye göre ilkel yaşam gibi soyut olduğu kadar karmaşık olan bir konu üzerine yapılan amatörce gözlemler bir değer taşımaz. Ben ise merakımın peşine takılıp belki de hayatımın en değerli gözlemi için Selangor eyaletinin başkenti Shah Alam’a gitmek üzere, Kuala Lumpur’dan yola çıkıyorum. Yol boyunca Orang Aslilere dair yazılar okuyorum. Orang Asli, Malezya’da yaşayan yerlilere verilen ad. Malay dilindeki anlamı ilk insan demek.

Orangutan da aynı dilden geliyor, orman insanı, yaban adamı gibi anlamları da var. Birçok kaynakta Orang Aslilerin 18 farklı kabileden oluştuğu yazılı. Tabii, bu ayrımı Batılı antropologlar yapmış.

Orang Aslilerden 1980’li yıllarda müslüman olan bir grup, bugün Malezya devleti tarafından yapılan bir köyde kalıyorlar.

Önce, 2000’li yılların başında devlet tarafından yapılan bir köyü ziyaret ediyoruz. Bölgedeki Orang Aslilerin bir kısmı burada yaşıyor. 1980’li yıllardan sonra İslamiyet’i seçen bu grup yerleştikleri yeni köylerine bir de cami yapmış: Orang Asli Nurul İman Camii. Bu tür yerlerde ilk dikkatimi çeken şey sadelik ve çevre temizliği... Görünen o ki İslam bu insanların hayatına önce temizliği getirmiş.

Burada köyün lideri Kamal ile tanışıyoruz. Bizi, evinin avlusunda misafir ediyor. Bir yandan Kamal’ı dinliyor bir yandan da yaşamlarına dair ipuçları arıyorum. Etraftaki defter ve kitaplar dikkatimi çekiyor. Yerleşik hayata geçseler de bazı göçebe alışkanlıklarının devam ettiği söylenebilir. Kamal’den izin alıp evine giriyorum. Yerde halı yok, bir köşede kanepe, ödüllerle dolu bir duvar, müzik aletleri… Ödülleri soruyorum. Kamal, gururla Orang Aslilerin sporda ne kadar iyi olduklarını anlatıyor. Kamal’ın oğlu elinde gitarla yanımıza geliyor. Oğlundan benim için bir şeyler çalmasını isteyen Kamal sayesinde, mini konserim başlıyor.

“Animist değil dinsizdik”

Malezya’da nüfusun %60’ına yakını Müslüman. 150 bin nüfusa sahip Orang Aslilerin içerisinde ise bu oran %25’lerde. Okuduğum Batılı kaynaklar, her geçen gün artan Müslüman Orang Asli sayısını endişe verici buluyor. İslamlaşmanın Orang Asli gibi yerel bir kültürü yok ettiğini söylüyorlar. Oysa Malezya’da Hıristiyan nüfusu %7 olmasına rağmen Orang Asliler içerisinde bu oran %10 civarında. Görünen o ki Orang Aslilerle bilimsel bağlar kurmaya çalışan Batılı antropologlar işlerini iyi yapıyorlar.

Köyün lideri kamal kendilerinin sporda ne kadar başarılı olduğunu söylemek için bize duvara asılmış ödülleri gösteriyor.

Kamal’dan İslam’a yönelişlerini anlatmasını istiyorum. İslamiyet’i babasından öğrendiğini söylüyor. Sonra da veryansın ediyor:

“Bizim hakkımızda araştırmalar yapılıyor, yazılar yazılıyor. Onlara bakınca İslam öncesindeki dinimizin animizm olduğunu görüyorum. Her canlının bir ruhu varmış ve biz onlara inanıyormuşuz. Oysa biz dinsizdik, biliyorum ki çevremizdeki herkes dinsizdi. Herhangi bir şeye inanmıyorduk. Hâlâ dinsiz üyelerimiz var ve bunların kutsal gördüğü herhangi bir şey yok.”

Kamal bunları anlatınca aklıma evrimci düşüncenin tanrı anlayışı geliyor. Evrimci anlayışa göre tanrı insanın kendi icadıdır ve inanmaya ihtiyaç duyan insan kendine bir tanrı yaratmıştır. Oysa karşımdaki yerliler…

Orang Asliler için durum farklı. En azından benim tanıştığım gruptakiler İslamiyet’i bireysel olarak seçmiş.

Kamal ile İslam’ı konuşurken rehberimiz araya giriyor. Kendi ihtida hikâyesinden bahsediyor: “Ağabeyim benden önce Müslüman oldu. Fakat sonrasında bana çok kötü davrandı. Yemeğimizi yemez, hiçbir şeyimizi beğenmezdi. Ondan gördüğüm din çok kötüydü. Bu nedenle İslam’a uzun süre mesafeli durdum. Sonraları arkadaşlarımdan birinin de Müslüman olduğunu öğrendim. Kısa sürede hayatının güzelleştiğine, karakterinin olumlu yönde değiştiğine şahit oldum. Anladım ki İslam değil, ağabeyimin karakteri sorunluydu. İslam’ı daha yakından tanımak istedim ve bir süre sonra Müslüman oldum.”

Malezya, bağımsızlığının ardından yerlilerin topluma entegrasyonu konusunda birçok adım atmış.

Genelde kabileler liderleriyle birlikte din değiştirir. Herhangi bir dini seçen şef/reis bu dine tebaasıyla birlikte girer. Orang Asliler için durum farklı. En azından benim tanıştığım gruptakiler İslamiyet’i bireysel olarak seçmiş. Batılı kaynaklar her ne kadar endişe verici bulsa da istatistikler bir süre sonra Orang Aslilerin çoğunun Müslüman olacağını söylüyor.

“Aborjinlerle aynı soydan geliyoruz”

Kamal, aslında aborjin olduklarını söylüyor: “Aborjinlerle aynı soydan geldiğimizi düşünüyorum. Onlar farklı adalarda, bizse burada yaşıyorduk. İslam’ı seçtikten sonra Malay kültürü arasında eridik.” Orang Aslilerin dili Malay dilinden farklı. Daha geniş burunları ve belirgin yüz hatları var. Genel kanı Aborjinlerle akraba oldukları yönünde fakat bunun henüz bilimsel bir dayanağı yok. Şimdi ülkenin dört bir yanına dağılmış olsalar da çoğunluğu hâlen doğudaki ormanlarda yaşıyor. Fakat bu grup gibi başkente yakın bölgelerde yaşayanlar da mevcut.

Malezya, bağımsızlığının ardından yerlilerin topluma entegrasyonu konusunda birçok adım atmış. Bu konuyla ilgilenecek birimler oluşturmuş. Şu an içerisinde bulunduğumuz köydeki konutlar da bu kapsamda yapılmış. Tabii, tüm Orang Asliler bu duruma uyum sağlayamamış. Kamal akrabalarının bir kısmının hâlen ormanda yaşadığını, şehir hayatına alışamadıklarını söylüyor. Muhabbetin ardından Kamal ile vedalaşıp bahsettiği ormana doğru yola koyuluyoruz.

Müslümanlaşan Orang Asliler ormanda yaşama, kıyafet giymeme gibi eski geleneklerini bir kenara bırakmış gibiler.

Etrafımızda irili ufaklı göletler var. Sabah yağan muson yağmurunun serinletici etkisini geride bıraktığımız Malezya’nın kendine özgü nemli nisan günlerinden birindeyiz. Nem, ormanın içerisinde daha fazla hissediliyor. Kafamı kaldırdığımda gökyüzüne uzanan ağaçlarla karşılaşıyorum. Ağaçların diplerindeki demir parçaları dikkatimi çekiyor. Rehberim, Orang Aslilerin ormandan bu şekilde reçine topladığını ve bunun onlar için önemli bir geçim kaynağı olduğunu söylüyor.

Artık ana yoldan bir hayli uzaktayız, ormanın derinliğinde tabiat ve Orang Aslilerle baş başayız. Biraz ileride yerlilerin evleri belirmeye başlıyor. Evlerin önlerinde otomobil ve motosikletler var.

Etrafımızda irili ufaklı göletler var. Sabah yağan muson yağmurunun serinletici etkisini geride bıraktığımız Malezya’nın kendine özgü nemli nisan günlerinden birindeyiz.

Malezya’da araç sahibi olmanın kolaylığından yerliler de faydalanmış. Erkekler evde yok, birkaç kadın ve çocukla karşılaşıyoruz. Rehberim erkekleri evde olmadığı için onların fotoğrafını çekmeme müsaade etmiyor. Ardından ihtiyar bir Orang Asli’yi ziyaret ediyoruz. Kendisi eski bir asker, bizi çaya davet ediyor. Gençliğinde Müslüman olmuş. Eşi ve kızıyla ormanın içerisine kurduğu evde yaşıyor.

İslamiyet’le tanışmadan önce kıyafet bile giymeyen bu insanlar artık, ev ve araba sahibi sıradan bir Malezyalıya dönüşmüş. Eskiden ormana avlanmak ya da bir şeyler toplamak için giden kabile üyelerinin bazıları artık şehirdeki işlerine gidiyor; daha düzenli bir hayatlarının olduğunu söylüyorlar.

  • Burada Orang Asliler hakkında ilginç bir detay daha öğreniyorum: rüyalar! Rüyalar, Orang Aslilerin yaşamında önemli yer tutuyor. Onlara göre rüyalar geleceği bildiriyor. Bu yüzden kabilenin içindeki herkes rüyalarını paylaşmaya teşvik ediliyor ve bu rüyalar kabilenin ileri gelenleri tarafından yorumlanıyor. Ayrıca bir kişi rüyasında gördüğü tehlikeler konusunda çevresindekileri uyarmakla yükümlü. Örneğin, arkadaşlarından birinin vahşi bir hayvan tarafından saldırıya uğradığını görürse onu uyarmak zorunda. Bu, rüyayı gören kişinin önemli bir sorumluluğu...

Orang Asliler matrilineal bir topluluk, yani anasoylu. Soyun devamı anne tarafından sürerken, yetki ve sorumluluk ise dayıda. Güney Asya’da birçok kabile, benzeri yapıya sahip. Hatta Endonezya’daki Minangkabau etnik grubu dünyanın en büyük anaerkil toplumu. Bu toplumda erkek, eşinin evinde bir misafir gibi ve erkeğin miras hakkı yok.

Görünmeyen göçmenler: Afganlar
Nihayet

Malezya’nın modern toplumunda da bu izleri görmek mümkün. Zira kadınlar çok girişken. Orada yaşadığım 3 ay boyunca dikkatimi çeken en önemli şeylerden biri de kadınların evde yemek yapmaması, hep dışarıda yemeleri ve çamaşırlarını da dışarıda yıkatmalarıydı.

Günümüzü Orang Aslilerle geçirdikten sonra eve dönüyoruz. Konuyla ilgili Türkçe kaynak arıyorum, yok. Oysa İngilizler Orang Asliler hakkında çok sayıda kitap yazmış. Arkeologlar, ordular, hatta NASA gibi kurumlar bu yerlilerin hayatta kalma reflekslerini inceliyorlar. Karşılaştığım her yeni dünyada olduğu gibi yine aynı soruyu soruyorum kendime: Peki biz burada da yoksak, neredeyiz?