İzdivaçlar Neden Azalıyor?

BEYZA KARAKAYA
Abone Ol

Evliliğin ve düğün âdetlerinin beraberinde getireceği ekonomik yük hasebiyle evlenmeyen, evlenemeyen gençlerin sayısı azımsanamayacak kadar çok.

Sahi sen neden HÂLÂ evlenmiyorsun? Bugün evlenme çağına gelmiş ve hatta geçmiş hemen hemen her bekâr insanın sıklıkla karşılaştığı bir soru... Bu soruya, soruyu soranın ve de sorunun muhatabının meşrebine göre pek çok farklı cevap verilebilir elbette. Her ne kadar evlilik, çift olma, düğün toplumumuzda önemli bir fenomen olsa da TÜİK verileri son on yılda Türkiye’de evlenme oranının düştüğünü buna karşılık boşanma oranının arttığını gösteriyor. Burada önemli bir paradoks beliriyor. Dijitalleşme ile birlikte tüm dünyada yükselişe geçen “solo” yani tek başına yaşamak fikri mi evlilik oranını düşürüyor yoksa evlilik oranında yaşanan düşüş mü solo hayat tarzının yükselişe geçmesine sebebiyet veriyor? Bu, üzerinde ayrıca tartışılabilecek bir soru(n). Fakat sosyal medyada düğün paylaşımlarına karşı solo hayat tarzının da bir gösteriye dönüştüğünü görmek mümkün.

  • Tek başına yemek yemenin, kahve içmenin, yurt içi ve yurt dışı seyahatlerine gitmenin ancak sosyal medyada bir şova dönüştüğünde kıymet kazandığını söyleyebilir miyiz? Yahut sosyal medyada paylaşılan yalnızlık, insana yalnız olmadığı illüzyonu mu yaşatıyor?

Zira sosyal medyadan önce, yalnız yaşayan birinin sefalet içinde olduğuna inanılıyordu ve onun tez vakitte evlenerek bu perişanlıktan kurtulup düzenli bir hayata geçmesi gerektiğinde toplumumuz neredeyse hem fikir ve ısrarcıydı.

Solo yaşam tarzı aile mefhumunu menfi yönde etkiler mi yoksa sadece toplum nazarında bekârlığa müspet bir bakış mı geliştirir, bilemem. Fakat “solo yaşam” kavramını ilk kez ortaya atan Alman asıllı ABD’li sosyolog Eric Klinenberg 2012 yılında yayımlanan Solo Yaşam (Going Solo: The Extraordinary Rise and Surprising Appeal of Living Alone) kitabında yükselişe geçen solo yaşam tarzı ile birlikte aile kavramının giderek tarih olacağını ileri sürüyor.

Klinenberg’e göre bugün dünden farklı olarak solo yaşamın bu kadar artış göstermesinin sebebi insanların yalnız yaşamanın beraberinde getireceği ekonomik yükleri karşılayabiliyor olmasıdır.

Klinenberg’e göre bugün dünden farklı olarak solo yaşamın bu kadar artış göstermesinin sebebi insanların yalnız yaşamanın beraberinde getireceği ekonomik yükleri karşılayabiliyor olmasıdır. Klinenberg’in haklı olduğunu varsayabiliriz. O hâlde Cumhuriyet’in ilk yıllarında bekârları evliliğe özendirme çalışmalarını ve dahi izdivaçlar azalıyor ne yapmalı feryadını nereye koymalıyız? Peki, bugün evlilik oranında yaşanan düşüşe bağlı olarak toplumda büyüyen endişenin ve bu durumun sebeplerini tespit etme ve soruna bir çare bulma çalışmalarının bir benzerinin 1931 yılında da yaşandığını söylesem, ne dersiniz?

Dilerseniz birlikte günümüz bekârlarının evlenmeme sebeplerine şaşırtıcı derecede benzeyen erken dönem Cumhuriyet bekârlarının sebeplerini birlikte öğrenelim…

Bekâr olmak bir suçtur

Cumhuriyet’in ilk yıllarında savaşlar hasebiyle nüfusun azalması önemli bir mesele idi. Bu sebeple nüfusun artırılması gerekiyordu ve fakat erkek nüfusun azalmasının yanı sıra ekonomik sıkıntılar da evliliklerin azalmasına sebebiyet veriyordu.

Erzurum mebusu Salih Efendi'nin TBMM kayıtlarındaki ilgili teklif konuşması.

Bu sebeple genç nüfusu evliliğe teşvik etmek gerekiyordu. Bu amaçla ilk kez 1920 yılında “bekârlık vergisi tasarısı” meclise sunulmuş ancak kabul edilmemişti. 1921 yılında Mecburi Te’ehhül (Evlenme) Kanunu’nu Erzurum mebusu Salih Efendi meclise sunmuştu.

Bu kanuna göre, askerlik, hapis veya hastalık gibi gerekçeleri olmaksızın 25 yaşına geldiği hâlde evlenmeyenler evlenene kadar bekârlık vergisi ödemek zorundalardı. Ancak bu kanun mecliste “gençlerin zorunlu olarak evlendirilmesi” olarak görülmüş ve tartışmalara sebebiyet vermiş ve nihayetinde kanun kabul edilmemiştir. Fakat bu vergi tasarısı zaman zaman tekrar gündeme gelmiştir.

10 Aralık 1931 tarihli Akşam gazetesinin haberine göre Yozgat mebusu Süleyman Sırrı Bey bekârlık vergisi ihdası için meclise bir kanun layihası teklif etmiştir.

Yozgat mebusu Süleyman Sırrı Bey bekârlık vergisi için meclise kanun teklifi vermişti.

Bu layihada 25-45 yaş arası erkeklerin gelir ve mallarına; bir mesleği ve geliri olduğu hâlde 20-35 yaş arası olup henüz evlenmeyen kadınların ve 25-45 yaş arasında olup, eşleri ölen fakat çocukları ya da anaları babaları olmayan kadın ve erkeklerin de vergi vermesi yönünde esaslar bulunmaktadır.Her ne kadar bugün distopik bir yöntem gibi görünse de dönemin şartları düşünüldüğünde bekârlık vergisinin evlilikleri ve nüfusu artırmak için önemli bir tasarı olduğunu düşünebiliriz. Yine de evlilik oranının düşüp solo hayatın yükselişe geçtiğini göz önünde bulundurursak gelecekte The Lobster filminde olduğu gibi bekârlığın bir suç olarak sayılıp sayılmayacağını öngörmek mümkün görünmüyor.

Bekârlar, neden evlenmiyorsunuz?

Fatmagül Demirel’in 2019 yılında yayımlanan Cumhuriyet Kurulurken Hayaller ve Umutlar kitabında Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni rejimin uygulamalarının ve değerlerinin toplum tarafından nasıl karşılandığını görmek için dergilerde yapılan anketlere yer verilmiştir. Bu anketlerde evlilik, kadın, namus, ahiret inancı, dinî değerler ve Türklük gibi konular ele alınmıştır. Haftalık Resimli Perşembe dergisinin 11 Şubat 1926 yılında ilan ettiği anket de bunlardan biridir. Bu ankette okuyuculardan evli olanlara neden evlendikleri, bekârlara ise neden evlenmedikleri sorulmuştur.

Borca girmemek için evlenmediğini dile getiren Bandırmalı Ahmed Vecihi ise evlenmeye kalksa yapacağı masrafları listeler.

Niçin evlendim anketine cevaplarını gönderen erkekler evlenme sebepleri olarak şunları gösterirler: tasarruf etmek için, çocuk yetiştirmek için, vatana faydalı evlat yetiştirmek için, hayatta mesut olmak için, nüfusu artırmak için, samimi bir hayat arkadaşı bulmak için, asri ve vatana faydalı evlat yetiştirmek için, millete hizmet için, hayatıma intizam vermek için…

Evlilik hem zahmettir hem de rahmet
Nihayet

Bekârların niçin evlenmedikleri sorusuna verdikleri cevaplar ise dönemin sosyo-ekonomik yapısını anlamak için ayrı bir önemi haizdir. İzmir İki Çeşmelik Ahmed Vecihi neden evlenmediğini şöyle izah eder bunu: "İzmir’in resmî bir dairesi memuruyum, maaşım ve ayrıca idatım dahi olduğu hâlde mahiyye seksen lira almakta olduğum dairenin kuyud’-ı resmiyyesi ile sabittir. Böyle olmakla beraber memlekette hüsn-i ahlakı ile tanınmış ve şimdiye kadar hiç evlenmemişim. Ve bir erkek için lazım olan evsafı tamamen haiz olduğum hâlde ve 28 yaşında olmakla beraber evlenemiyorum çünkü… Ana ve babasının evinde nalın giymekten nasırlanmış ayakları ve sırtındaki entarisinin arşını yirmi beş guruşu geçmediğini re’yel’ayn (kendi gözüyle görmeyle) müşahede ettiğimiz mutavassıt (ortalama) herhangi bir aile kızına talip olsam, beş yüz elli iki bin lira bir ücret-i ferağ yani bir eşya satması gibi ağırlık vesaire istediler. Benim ve bilhassa her hâliyle bir aileyi müreffeh bir hâlde geçindirebilecek olan Türk gençlerinin niçin evlenmediklerini tamamen anladınız zannederim… Hürmetlerimle efendim…”

Borca girmemek için evlenmediğini dile getiren Bandırmalı Ahmed Vecihi ise evlenmeye kalksa yapacağı masrafları şu şekilde listeler:

  • 5 lira ziyafet, 4 lira basit nişan halkaları, 400 lira nişan merasimi, 25 lira nikâh masarifi, 150 lira mehr-i müeccel, 200 lira ikmal-i noksanlar için 150 lira en basit bir düğün, 50 lira yüz görümlüğü, 50 lira akrabaları ziyaret masarifi, 25 lira masarif-i zaruriye-i saire. Yekûn 1059 lira…

Her iki Ahmet Vecihi beyefendiler de evliliğin getireceği maddi külfet sebebiyle evlenmekten geri durduklarını beyan etmişlerdir. Yapılacak masraflar, kız tarafının istekleri, ortalama bir maaşla geçimini sağlayan bir erkek için altından kalkılamayacak bir yük olarak görülür. Aradan geçen 93 yıla rağmen bugün soracak olsanız evliliğin ve düğün âdetlerinin beraberinde getireceği ekonomik yük hasebiyle evlenmeyen, evlenemeyen gençlerin sayısı azımsanamayacak kadar çok. Belki bazı şeyleri düşünmenin zamanı çoktan gelmiştir ne dersiniz?

İzdivaçlar neden azalıyor?

Fatmagül Demirel’in kitabında yer verdiği “Niçin Evlenmediniz?” anketine verilen cevaplarda ekonomik sıkıntılardan başka, alacağı kızı göremeyeceği için, kızlar hercai olduğu için, aldatılmaktan korktuğu için, içki müptelası olduğu için gibi cevapları görebilmek de mümkün.

Peki toplumun önde gelen şahsiyetleri bu sorunu nasıl değerlendiriyorlar?

1931 yılı şubat ve mart aylarında Akşam gazetesinde M. R. imzalı bir yazar “İzdivaçlar Neden Azalıyor?” başlıklı bir anket hazırlamış.

Akşam Gazetesinin 8 Mart 1931 yılı sayısında Müderris Orhan beyin fikirlerine yer veriliyor.

Bu ankette muhataplara, izdivaçların neden azaldığı, aile maişeti için kadınların rolü, bir yumurta bile pişirmemekle iftihar eden hanımlarla ilgili ne düşünüldüğü, ihtiyar zenginlerle evlilik, drahoma hakkındaki düşünceleri, bugünkü Türk kadınını güzel bulup bulmadıkları sorulmuş. Her ne kadar anketi hazırlayan kişinin soruları evliliği sürdürmeyi kadının vazifesi olarak gördüğüne işaret etse de sorulara verilen cevapların bugün bile geçerliliğini sürdüren önemli tespitler içerdiğini söyleyebilirim. Bulabildiğim sayılarda bu soruya verilen yanıtlara birlikte bakalım.

“Kadınlar çok inceldi, âdeta marazileşti, erkekler ise gittikçe hissizleşiyor…”

Akşam gazetesinin 15 Şubat 1931 tarihli sayısında, Şair Şükûfe Nihal Hanım izdivaçların azalmasının en önemli sebebi olarak iktisadi sorunları görüyor. Bu düşüncelerini şöyle dile getiriyor. “Bugün, kendi başının çaresine bakamayan erkek bir de karısının çocuğunun geçinmesini boynuna almak için elbette düşünmek mecburiyetindedir. Sonra muhtelif sebepler yüzünden aile samimiyeti, aile cazibesi azalmıştır. Eskiden erkeğin rahat edeceği, eğleneceği, sığınacağı yegâne yer, yuvası idi. Şimdi hayat öyle geniş, yuvanın haricindeki cazibe öyle kuvvetli ki gençleri temiz bir köşe aramaktan ve bütün bir ömürde bir tek kadına bağlanmak ihtiyacından müstağni kılıyor. Aile arasında gittikçe çoğalmaya başlayan geçimsizlikler de erkek, kadın bütün gençleri evlenmekten ürkütüyor.

Şükûfe Nihal Hanım izdivaçların azalmasının en önemli sebebi olarak iktisadi sorunları görüyordu.

Bir geçimsizliğin sebebini evvela aile terbiyesinde aramalıyız. İnsanlara içi dışı bir örnek terbiye vermek gaye olmalıdır. Mesela evlenenler arasında öylelerini tanıyorum ki evvela birbirlerine en iyi, en zarif cephelerinden görünmüşler, sonra yaldızlardan silkinerek hakiki şahsiyetlerine bürününce biri, yahut her ikisi yanıldıklarını anlamışlardır…”

Şükûfe Nihal Hanım, aile maişetini kolaylaştırmak için kadının rolü sorulduğunda şu cevabı veriyor:


Aileden evvel düşüneceğimiz şey, kadının insanlığı, şahsiyeti, haysiyetidir.

Şükûfe Nihal Hanım yemek pişirmek gibi kadına tevdi edilen vazifelerin işin uzmanlarına bırakılması gerektiğini söylüyor.

Kadın her şeyden evvel cemiyetin içinde bir uzviyettir. Onun hâlâ erkeğin kolunda tufeyli olarak yaşamasını düşünmek, artık kafalarımızın alamayacağı bir geriliktir. Şöyle olsun, böyle olsun demektense gözlerimizi bir defa hayata çevirelim. Her şeyde olduğu gibi mazinin köhne ananeleriyle artık alakamız yoktur… Bugün kadın kendi kendini tanıyor, düşünüyor. Kabiliyetlerine güveniyor, artık esir olamaz. Bütün ömrünü bir erkeğe, bir yuvaya hasrettikten sonra kocanın herhangi bir hodbinliği yüzünden kapı dışarı edilmiş, ortada bırakılmış kadınlar az değildir. Süslü bir yuvada, herkesin kıskanacağı bir hayat içinde tahkir olunan, hıyanet gören, bin türlü hodbinliğe boyun eğen kadınlar az değildir. İstikbalin kadını, artık iktisadi mahkûmiyetten kendisini kurtarmalıdır. Kadın erkek münasebeti artık bir fikir ve kalp arkadaşlığı şekline girmeli, aile bu esas üzerine kurulmalıdır.”

Evlenmeyi erteliyoruz, çünkü...
Nihayet

Şükûfe Nihal Hanım yemek pişirmek gibi kadına tevdi edilen vazifelerin işin uzmanlarına bırakılması gerektiğini söylüyor. Ona göre çalışan kadın anne de olmalıdır, tıpkı çalışan erkeğin baba olduğu gibi… Nihal Hanım bugün bile üzerinde uzlaşılamayan çalışan anne hususunda çok tartışılacak şu sözleri sarf ediyor: “Her kadın iyi anne olamıyor. Çocuklarla meşgul olmaktan zevk bulan kadın, bir tek çocukla meşgul olacağına birçok çocukla, cemiyetin bir kısım çocuğu ile meşgul olur. Bunu kendisine iş edinir. Cemiyet de onun bu kabiliyetinden istifade eder ve çalışacak kadın da hayatını evindeki bir çocuğa bağlamaz. Yoksa ‘Kadının vazifesi aile kadını olmaktır, çocuk yetiştirmektir’ diye nasıl onun zekâsını, sinirlerini büyük gayeler, büyük ihtiraslar peşinde koşmaktan menederiz? Kadın evde duygularıyla, kalbiyle baş başa kala kala fazla inceleşmiş, âdeta marazileşmiştir. Erkek, bilakis gittikçe hissizleşiyor, maddileşiyor. İki cins arasında muvazenesizlik çok büyüktür.

Şükûfe Nihal Başar, Türkiye’nin önemli toplumsal değişmeler geçirdiği bir dönemde eserlerinde Türk kadınlarının durumlarına vurgular yaptı.

Kadın, kalbiyle yaşamanın cezasını çok çekmiştir. Umumiyetle haşin, maddi olan erkek onu her zaman kırmıştır. Bırakalım kadını, hür bir nefes alsın, kukla gibi yalnız beğenilmek arzusundan kurtulsun, hangi sahada kabiliyeti varsa orada çalışsın. Aklı başında, münevver bir erkek de ancak böyle hür, şahsiyet sahibi, içtimai mevkii olan, kendisine fikir arkadaşlığı edebilecek kadınlarla yaşayabilir.”

İzdivaçların azalmasında kadın amildir, çünkü erkeğe itimat telkin edemiyor.

Gazetenin 26 Şubat 1931 tarihli sayısında Hilal-i Ahmer cemiyeti Kadıköy şubesi reisesi Lebibe Amir Hanımefendi izdivaçların azalmasının sebeplerini şöyle sıralıyor: “Bunu mahdut birkaç sebebe inhisar ettirmek mümkün değildir. Maişet darlığı terbiye ve tahsil, hayat telakkisi gibi esasların evlenme bahsinde büyük tesirleri vardır. Evlenmeyi basit telakki edenlerin akıbeti geçimsizlik oluyor. Evlenecek gençler, yeni evlilerin geçimsizliğini görüyorlar, cesaretleri kırılıyor evlenmiyorlar. Maişet darlığını ben şöyle anlıyorum: Bir erkek, evlenmekle üzerine büyük yük alıyor, çoluk çocuğu oluyor, erkek hanımın masraflarına tahammül edemiyor. Ev geçindirmesi bu zamanda pek güç. Bir de büyük bir sebep daha buluyorum. Gençler, çözülmesi müşkül izdivaç bağlarına kolaylıkla kendilerini tevdi edemiyorlar.”

Lebibe Amir Hanım, Şükûfe Nihal Hanım’dan farklı olarak kadınların çalışmaması gerektiğini düşünüyor. Ona göre kadın evinin kadını olmalıdır ve zaruri olmadıkça çalışmamalıdır. Zira yuvayı adam edecek kadındır. Lebibe Amir Hanımefendi izdivaçların azalmasının müsebbibi olarak da kadınları görüyor. Bu düşüncesini şu sözlerle dile getiriyor: “Bugün izdivaçların azalmasında daha ziyade kadın amildir. Çünkü kadınlar erkeğe samimiyet telkin edemiyorlar. Erkek aradığı neşeyi bulamayınca dışarda eğlence buluyor.”

Lebibe Amir Hanımefendi izdivaçların azalmasının müsebbibi olarak da kadınları görüyor.

Lebibe Amir ile Şükûfe Nihal Hanımefendiler hiç bir araya gelip bu bahis üzerine tartıştılar mı bilmiyorum fakat bugün olsa bu iki hanımefendinin bir tartışma programında yahut Twitter’da birbirleriyle kıyasıya “kapıştıklarını” görmek eğlenceli olurdu kanaatindeyim.

Birçok gençler önlerindeki fena misalleri görerek korkuyorlar

Cumhuriyet tarihinin ilk ehliyet alan kadını ve ilk kadın otomobil yarışçısı olan Samiye Burhan Cahit Hanımefendi gazetenin 27 Şubat 1931 tarihli sayısında izdivaçların azalmasında en önemli sebep olarak Cihan Harbi’ni görüyor. Diğer tespitlerini ise şöyle dile getiriyor: “İzdivaçlar azalıyor, çünkü gençler önlerinde fena misaller görerek korkuyorlar. Korkmakta çok haklıdırlar. Bir aile tesis etmenin ne demek olduğunu bilmeden buna asla teşebbüs etmemelidir. Çünkü bu mesele ne bir saatlik yolculuk, ne de iki saatlik hoş geçirilmek istenilen bir sohbet değildir. ‘Yuvayı dişi kuş yapar’ derler. Evlenecek bir hanımın her şeyden evvel zeki, anlayışlı, makul, bilhassa fedakâr olması lazımdır.

''Eskiden de geçimsizlik oluyordu fakat söylemek ayıptı… Şimdi ise…''

Evinde böyle bir kadın göremeyen erkek daima muzdarip, daima meyustur. Birçok gençler bunu düşünerek bir yük altına girmemek için az para ile çok eğlenmek yolunu tutuyorlar. Bence evlenmek hususunda en mühim vazifeler kadınlara terettüp eder. Kadın hissiyatı ile değil, aklı ile, zekâsı ile, kafası ile hareket etmelidir. Öyle aileler tanırım ki arzularına evlerini feda etmişlerdir.”

3 Mart 1931 tarihli sayıda, İstanbul Kız Lisesi Müdiresi Hatice Hanımefendi evliliği bir arkadaşlık tesisi olarak görüyor ve düşüncelerini şöyle izah ediyor: “Fikrimce izdivaçlar azalmış değildir. Yalnız biraz geç oluyor. Eskiden her ailenin kızları için gayesi, biraz okuyup yazma öğretmek, biraz çeyiz hazırladıktan sonra münasip biri ile evlendirerek istikbalini temin etmekti. Fakat zaman değişti, kadınlar hayata karıştılar; kadın, eski seviyesiyle erkeğe arkadaş olamayacak dereceye geldi. Eskiden erkekler 25 yaşına gelince evleniyorlardı. Umumi seviye yükseldiği için erkek hayat arkadaşını münevver kızlar içinden intihap etmeğe başladı. Artık bugünkü erkek, kapı kapı dolaşıp kendine arkadaş arayamaz.

Erkekler arkadaşlarını aynı seviyede aynı yaştaki kızlarda buluyorlar. Bu suretle Darülfün’un tahsilini ikmal etmiş 35 yaşında bir adam kendisine arkadaşlık etmek için 18 yaşlarında bulunan tecrübesiz bir kızı intihap edemiyor. Bu itibarla izdivaçlar geç kalıyor. Zannedersem köylerde vaziyet eskisi gibidir.

Hatice Hanım, ailelerdeki geçimsizliklerin sebeplerine dair ise şu düşüncede: Eskiye nazaran belki daha fazla geçimsizlik oluyor. Evvelce kadın erkeği her adımda takip etmiyordu. Eskiden akşamları erkeğin anlattığı şeylerden haberdar oluyordu. Şimdi öyle mi ya? Beraber çalışıyorlar. Çalışmasalar da kadın her şeyle alakadar oluyor. Bu şekil daha fazla ihtilafa sebebiyet veriyor. İşte geçimsizliğin başlıca sebebi...

Samiye Burhan Cahit Hanımefendi gazetenin 27 Şubat 1931 tarihli sayısında izdivaçların azalmasında en önemli sebep olarak Cihan Harbi’ni görüyor.

İnsan hayatında yegâne amil küçükten aldığı terbiyedir. Hiç aile terbiyesi görmeden yetişenler müstesna. Eskiden de geçimsizlik oluyordu. Yalnız bunları söylemek ayıptır. Aile geçimsizlikleri ender harice çıkardı. Şimdi hayat açıldığı gibi geçimsizlikler şüyu buluyor. Dünkü kadınlar bir köşede kaldıkları için yorulmamışlardı. Tahammül kuvvetleri fazla idi. Şimdi gençler mekteplerde hayatta yoruluyorlar. Tahammül kuvvetleri azalıveriyor, ufak bir şeyden rencide olarak isyan ediyorlar.”

Zannediyorum Hatice Hanımefendi’nin “gençlerin yorgun olduğuna” yönelik bu önemli tespitleri büyüklerimizin “Biz zamanında her şeye katlanıyorduk, şimdiki nesil çok tahammülsüz” yönündeki fikirlerini de izah etmede bugün bile geçerliliğini koruyor.

Evvela arkadaşlık tesisini düşünmek lazım. Bu his azaldığı için evlenmeler azalıyor

Yayımlandığı tarihi tespit edemesem de ankete verilen cevaplardan biri de Lüsyen ve Abdülhak Hamit çiftine ait. İzdivaçların azalmasına yönelik Lüsyen Hanımefendi’nin düşünceleri şöyle “Evlenmekte arkadaşlık hissi azalmıştır. Evvela arkadaşlık tesis etmek lazım, para veya parasızlık sonra gelir. Öyle kızlar görüyorum ki kendilerini eğlendirecek adam arıyorlar. Hayat uzun bir yoldur.

Abdülhak Hamit Tarhan Beyefendi erkeklerin metreslerinden kurtulamadıkları için evlenemediklerini dile getiriyordu.

Her türlü tezahürlerine katlanmak lazım. Arkadaşlık hissi azaldığı içindir ki evlenmeler azalıyor.” Abdülhak Hamit Tarhan Beyefendi ise ilave ediyor: “Bir de metres hayatı da çoğalmıştır. İstediği zaman kurtulamadığı için evlenemiyorlar.”

İdeal kadın, evinde yalnız müstehlik vaziyetinde olan kadın değildir

6 Mart 1931 tarihli sayıda 1926 yılında hukuk fakültesinden mezun olan ve dönemin az sayıdaki kadın avukatlarından biri olan Şükûfe Abdurrahman Hanımefendi’nin izdivaçların azalmasına yönelik düşünceleri şu şekilde: “Bunlar yekdiğerine merbut birçok sebeplerin neticesidir. Bu sebeplerin başlıcaları iktisadi ve terbiyevidir. İktisadi sebep, umumidir. Harpten sonra bütün milletler iktisadi sarsıntı ve buhranlar hissetmişlerdir. İnsanlar tabii bu iktisadi sıkıntılar içinde aileye tahmil edeceği külfetleri düşünerek aile teşkilinden çekiniyorlar. İzdivaçların iktisadi sebeplerle azalması şehirlerde istatistiklerle anlaşılır. Köylere gelince hasat ve bağ bozumu ayları izdivaçlara en çok tesadüf eden mevsimlerdir. Hatta bolluk seneleriyle mahsul fiyatlarının düşkün olduğu senelerdeki fark bariz süratte nazarı dikkati celbeder.

Şükûfe Abdurrahman Hanım’a göre ideal kadın evinde yalnız müstehlik vaziyette kalan kadın değil, icap ettiği zaman hayatta müstahsil vaziyetine geçen kadındır.”

Terbiyevi sebepleri ben böyle anlıyorum. İçtimai sebeplerin her birinde hatta bu sınıflara mensup muhtelif zümrelerde izdivaç ayrı suretlerde telakki ediliyor. Bu telakkiler de izdivaca karşı ihtirası doğuruyor. Mesela bazı sınıflara mensup olanlar, ailelerin maişetini erkeğin omzuna tahmil etmek, diğer bir kısmı da kadını doğrudan doğruya hayat arkadaşı olarak intihap eylemek istiyor. Sonra aile mefhumuna karşı hürmet hissi azalmıştır. Bu suretle düşüncelerde nispeten tevazün olmuyor. İzdivaçlar azalıyor. Terbiyede, aile mefhumunda genç kıza vereceğimiz telakki ve malumatı mühim buluyorum. Bizde terbiyede vahdet olmaması, her sınıfın ayrı ayrı küfvünü araması izdivaçları müşkülleştiriyor. Şükûfe Abdurrahman Hanım’a göre ideal kadın evinde yalnız müstehlik vaziyette kalan kadın değil, icap ettiği zaman hayatta müstahsil vaziyetine geçen kadındır.”

Genç kızlarla erkeklere verilecek terbiye başka başka olmalıdır

8 Mart 1931 tarihli gazetede Almanya’da felsefe ve iktisat tahsili yaptıktan sonra İstanbul’a dönen ve müellifin tabiriyle “döner dönmez Darülfünun’da bir kürsü işgal eden, Darülfünun felsefe tarihi müderrisi” Orhan Sadettin Bey izdivaçların azalmasındaki tek sebebin iktisadi sebepler olmadığını söylüyor. Orhan Sadettin Bey’in fikirleri şöyle: “İzdivaç içtimai bir hadise olduğuna göre adedinin azalıp çoğalmasındaki amiller, sebepler sırf iktisadi olamaz. Zira içtimai hadiselerin amillerini yalnız iktisadi hadiselere irca etmenin doğru olmadığı son zamanlarda yapılan birtakım tetkiklerle meydana çıkmıştır. Manevi amillerin, iktisadi meselelere tesir edip onları değiştirebildiğine göre izdivaç hususunda da tesiri olabileceği kendiliğinden anlaşılır. İstatistik malumatının mevkufiyetine binaen izdivaçların azalıp azalmadığı katiyetle tayin edilemez. Filvaki umumi şayia hâlinde izdivaçların azaldığından şikâyet edilmektedir. Fakat bunun ne nispette olduğunu anlamak müspet malumatın eksikliğine binaen mümkün değildir.”

Orhan Sadettin Bey izdivacın tarafında olduğunu şu şekilde dile getiriyor: “İzdivaç hakiki bir aile teşkiline medar olduğu takdirde insanların başka hiçbir vasıta ile temin edemeyecekleri samimi bir muhit, yuva meydana getirir. Bahusus ailelerin yavruları bu samimi yuvadan beşerî evsafın yükseltebileceği en derin tesirleri alırlar. Ailenin temsil ettiği beşerî kıymeti başka bir müessese ile kabili temin görmediğimden izdivacın tamamen taraftarıyım.” Orhan Sadettin Bey genç kızlarla genç erkeklere verilecek terbiyenin farklı olması gerektiğini savunuyor: “Bence genç kızlara verilecek terbiye erkeklere verilecek terbiyeye nispetle, kızların müstakbel ana olmasını nazarı itibara alarak, başka olmalıdır ve bu zaruridir. İstikbalde ana olmayacak bir insana verilecek terbiye ile istikbalde ana olacak bir insana verilecek terbiyenin bir olması mümkün değildir. Tabiatta bile ananın vazifesiyle babanın vazifesi tamamıyla ayrılmıştır. Yani tabiri caizse içtimai iş bölümünün ilk merhalesi tabiat tarafından tayin edilmiştir. Tahsil ve terbiyenin bu ciheti nazarı itibare alması bence zaruridir.”

Besim Ömer Paşa:

Niçin evlenilmiyor? Çünkü medeniyet ileri gittikçe ihtiyaçlar o nispette artıyor

Türkiye’de çağdaş doğum biliminin öncülerinden olan ve adını Titanik gemisini son anda kaçırarak gemiye binemeyen tek yolcu olarak da duyuran doktor Besim Ömer Paşa’nın 12 Mart 1931 tarihli gazetedeki düşünceleri şöyle: “Evvela izdivaçların azalması mevzii ve mahalli mi yoksa umumi mi, bunu halletmek lazım gelir. Bu tenakusun mahalli olması daha ziyade varittir. Yani demek istiyorum ki izdivaçlar hayatın en ziyade güçleştiği iktisadi buhranın en ziyade tesiratını gösterdiği büyük şehirlerde azalmış olabilir. Köylünün serveti cismani, bedeni faaliyete matuf olduğundan buralarda izdivaçların tenakus etmemesi gene iktisat menfaatlerindendir. Köylü yurdundan nüfus ne kadar tezayüt ederse semereyi sâyı o nispette ziyadeleşeceğinden refah ve saadet de genişler. İstanbul gibi büyük şehirlerde izdivaçların azalması sebepleri mütalaa edildiği zaman karşımızda iktisadi, içtimai, terbiyevi, hayati birçok noktalar tecelli eder. Bundan iptida iktisadi esbabı mütalaa etmek lazım gelir. Niçin evlenilmiyor? Çünkü medeniyet ileri gittikçe ihtiyaçlar o nispette artıyor. Evvelden hayatta ihtiyaçtan addolunmayan birçok şeyler, bugün zaruret hâlini almıştır. Binaenaleyh ister erkek ister kadın olsun evlenecekler bir aile teşkilinden korkuyorlar. Çünkü aile teşekkül eder etmez her iki taraf büyük bir refah ve saadet görmek, aynı zamanda münferit bir hayat geçirdikleri zaman alıştıkları şeraiti terk etmemek istiyorlar. Mesela bekâr yaşayan bir genç kazancının bir kısmını hevesatına sarf ile eğlencesine devama alıştığı için izdivaç edince bu hayata devam edemeyeceğini anlıyor ve daha bir müddet evlenmekte tereddüt ediyor. Hanım kıza gelince, izdivacında zevcinin varidatı kendisince medeni ihtiyaçtan addolunan hususatta sarfiyatına kifayet edemeyeceğini düşünerek velev ihtiyar olsun zengin bir kocaya intizaren ‘küfüv’ addettiğimiz gençle evlenmek istemiyor.

Bu mütalaatım, Frenkler nezdinde burjuva ve bizde orta ve zengin sınıfta olanlar içindir. Geçinme nokta-i nazarından nispeten o derece refahta olmayan, her gün çalışmaya mecbur olanlarda izdivaç o derece mütenakıs olmasa gerektir. İçtimai sebeplere gelince: Hiç şüphe yok ki vaktiyle izdivaç nispeten kolaydı ve serbesti içinde yaşayan bir aile kızını vereceği zatı ailesi içine kabul eder ve onu hariçte bir ev ve bark sahibi olarak yaşayabilecek zamana kadar bir evlat gibi kabul ederdi. İşte eskiden (damat devri) bu yolda cereyan ediyordu. Hatta kızın peder ve validesi ölünceye kadar bu damadın evde ve kayınpeder ve validesi hesabına yaşadıkları görülmüştür. Acaba bu suret, her nokta-i nazardan muvafık addedilebiliyor mu? Tabii sureti telakki, şahsa her iki tarafın terbiye-i içtimaiyesine ve sair şeraite bağlıdır. Her hâlde ben kendi payıma bu damat hayatını tufeyli bir yaşayış addederim. Terbiyevi sebeplere gelince hiç şüphe yoktur ki izdivacın nakusunda alınan ve verilen terbiyenin büyük tesiri vardır.

  • Bu hususta terbiye yalnız bir tarafa yani cinsilatife ait olmayıp genç erkeklere de aittir. Evvela hayatta erkek ve kadını tezyinattan ziyade hakikat ve ihtiyacata alıştırmak lazımdır. Mesela tam manasiyle yetişen ve izdivaç çağına eren bir erkeğin hemen teehhül ile beraber maddi refahı hâl içine düşemeyeceği kanaat getirecek surette terbiye lazımdır.

İzdivaç tarihini mütalaa edecek olursak hiçbir yerde, hiçbir zaman defaten yeni teşekkül eden bir ailenin maddi refah ve saadet içinde bulunmadığı görülür. Hatta izdivaçla beraber derhâl maddi saadete nail olan bir ailede arzu olunan ruhi ve manevi bahtiyarlık devam edemez. Demek istiyorum ki bence ailede derhâl büyük bir refah u saadetten ziyade bir az zıkı maişet müreccahtır.

Aradan geçen 93 yıla rağmen bugün soracak olsanız evliliğin ve düğün âdetlerinin beraberinde getireceği ekonomik yük hasebiyle evlenmeyen, evlenemeyen gençlerin sayısı azımsanamayacak kadar çok. Belki bazı şeyleri düşünmenin zamanı çoktan gelmiştir ne dersiniz?

İşte bunun tesiriyle ancak say u gayret ve temini maişet mümkün olur ki bu da tarafeynin yalnız şahıslarına değil, onlardan zuhur edecek çocuklara da iyi bir tesir hasıl eder. Bundan başka hayattaki bu güçlük müşterek olanları yekdiğerine daha ziyade yaklaştırır. Genç kızın terbiyesine gelince bu terbiyeye aile içinden başlamak lazımdır.Umumiyetle erkek ve kız tahsili arasında bir fark olmamalıdır. İnsanın iki kolu da aynı vazifeyi görür ve görmelidir. Âli tahsiline, Darülfünun cihetine gelince bunda da kabiliyet ve temayül gösterenlerden memleket çok istifade eder. Âile içinde kızlara verilecek terbiye ve lüksten ziyade hesabata ve hatta muvaffakiyeti temin edecek her nevi tahsile sevk etmektir, yani demek istiyorum ki daha tahsilini bitirmemiş kızların yaşayışlarında giyinmelerinde, hatta içtimai münasebetlerinde basitlikten çıkılmayacak ve ileride bir fakr ve zaruret hâlinde hayatlarını kazanarak yaşayabilmeleri için lazım gelen terbiye ve tahsilde kusur edilmeyecektir. Bir hanım kızın istikbalde sütnine, aşçı, dadı olmaktan ziyade zevcine bir hayat arkadaşı ve ona yardımcı farz ederek o yolda yetişmesini talep ediyorum. Aynı terbiyeyi erkekte de görmek istiyorum.”

Buraya kadar okuduysanız şayet ve ankete verilen cevapları kendi içinizde mütalaa ediyor, bugün bile geçerliliğini koruyan bazı tespitler içerdiğini görerek şaşırıyorsanız siz de ve hatta bazılarıyla tartışıyorsanız ve kendinizi sıygaya çekiyorsanız belki bu tartışmayı yeniden alevlendirmek mümkündür… Deli benim, taş elimde ve kuyu burada… Buyurun…