Depremzedelerle ilk teması sağlayan her insan psikolojik ilk yardım yapmıştır

ALEYNA AYAN
Abone Ol

Kahramanmaraş merkezli depremler hepimizi sarstı. Hem bölge insanı hem onlara yardım etmek için sahada canla başla çalışanlar hem de olaylara şahit olan bizler ciddi bir yas sürecindeyiz. Psikoterapist Dr. Mustafa Ulusoy ile yas sürecimizi, psikolojik ilk yardımı, şefkat ve merhamet ile nasıl iyileşeceğimizi konuştuk.

Depremlerin acı tablosu başta deprem bölgelerinde yaşayanlar olmak üzere hepimizi derinden sarstı. Bazılarımız uyuyamıyor, yemek yiyemiyor, su içerken bile kendisinden utanıyor. Bu durumu açıklar mısınız?

Bu durumun adı insan haysiyeti, merhamet, şefkat, kalpten kalbe giden bir yol. Bunun adı, biz birlikte mutluysak mutluyuz. Bunun adı, Allah’ın kaç ayette, yetime, yoksula, yolda kalmışa yardım et emri. Bunun adı rikkat.

İnsan fıtraten mükerrem bir varlıktır, başkasını düşünür, darda kalana elini uzatır, başkasının da karnı tok, mutlu mesut olmasını ister. Allah insanın içine vicdan denilen bir latife koymuştur. Açın yanında yiyemeyiz, susuzun yanında içemeyiz. Yoksa vicdanımız hemen uyanır ve içimize suçluluk salar. Utanırız. Utanma en asil insan hissiyatıdır. Depremzedelerin hâlini düşündükçe kendi tokluğumuzdan, kendi sıcak evimizde olmamızdan suçluluk hissediyorsak bilelim ki hâlâ insaniyetimizi kaybetmemişiz, vicdanımız işliyor. Bunları hissetmeyen varsa, fıtratları bozulmuştur. Vay onların hâline derim.

Depremin ilk gününden bu yana duyduğumuz bir kavram var: psikolojik ilk yardım. Bu kavram nedir ve nasıl bir yardımdan söz ediyoruz?

İnsanları harekete geçiren kalplerinde yaratılan merhamettir. Merhamet çok asil bir hissiyattır.

Psikolojik ilk yardım psikiyatristlerin, psikologların, terapistlerin yapacağı bir yardım değildir. Depremzedelerle ilk teması sağlayan her insan psikolojik ilk yardım yapmıştır. Göçük altında kalan ile kurulan insani, sıcak bir temastır mesela psikolojik ilk yardım. Onu hastaneye taşıyan ambulansta koluna serumu takan hemşirenin şefkatli tebessümüdür. Psikolojik ilk yardım ölü bedenlerin göçük altından çıkarılarak kabre konulmasıdır mesela. İnsan ister ki vefat eden yakınını yerine yerleştirsin, dinî görevini yapsın, kefenlesin, kabrine koysun, dualarını okusun. Açın hemen doyurulmasıdır psikolojik ilk yardım. Üşüyenin ısıtılmasıdır. Başını sokacak bir ev temin etmektir. Onu soğuktan, sıcaktan koruyacak, sevdikleriyle başını sokacağı, kendini güvende hissedeceği bir mekân temini ilk yardımdır.

Psikolojik ilk yardım bunlarla başlar. Kişi kendine sahip çıkıldığını hissedecek, kendini güvende hissedecek. Bir el yardımıma koşuyor diyebilecek. Bu çok mühim bir ilk yardım hissiyatıdır. Binlerce kilometre öteden kendine yardım için gelen insanların varlığı, onların ihtiyaçlarını karşılamak için gösterdikleri fedakârlık, feragat, kurtarma çalışmaları vs. İşte ilk yardım budur.

Depremzedelere yardım için hepimiz canla başla çalışıyoruz. İlacımız bu yardımlaşma sürecinde mi?

İnsanın bir işe yaradığını en çok hissettiği durumlardan biri başkasına uzatılan eldir.

Bir başkasına Allah’ın merhametinin tecellisine vesile olmak, bir başkasının şifası olmak, bir başkasının tesellicisi olmak kalbin şifasıdır, ilacımızdır. İnsanın kalbinde yaratılan merhamet hissi böyle zamanlar için özellikle vardır. İnsanları harekete geçiren kalplerinde yaratılan merhamettir. Merhamet çok asil bir hissiyattır. Merhameti, O’nun sonsuzluk hazinesinden gelen merhameti muhtaçlara taşımak insan olmanın en güzel yanlarından biridir. Allah’ın kalbime koyduğu merhameti ihtiyacı olanlara taşıyorum. Yani bir işe yarıyorum. İnsanın bir işe yaradığını en çok hissettiği durumlardan biri başkasına uzatılan eldir. Birisinin sorununu çözmek, ona teselli vermek, kendini güvende hissetmesine vesile olmak. Vesile olmak kelimesini özellikle kulandım. Vesile olduğumuzu bilmeyip “Ben yaptım” duygusuna kapılmak da ayrı bir sorun ortaya çıkarır. Kibir çıkar buradan. Sosyal medya şovmenlerinin biraz da yaptığı budur. Egolar iyilikleri sahiplenir, Yaratıcının ikramı görülmez ve iyilik bir şova dönüştürülür.

Sosyal medya bu süreçte oldukça olumlu işlev gördü. Ancak paylaşılan görüntülerle veya aktarılan yanlış bilgilerle sürecin yanlış yönlendirilmesine de neden olduğunu görmezden gelemeyiz. Bu süreçte ruhumuz nasıl etkilendi?

Deprem kaygısının üstesinden gelmenin birincil yolu, sebepler dünyasında güvende olduğumuzu bilmektir. Bu da sağlam bina, depreme dayanıklı bina demektir.

Allah insanı iki şeyden muhafaza etsin derim. Birincisi haberler. Medyanın en kötü tarafı, insanın acısını kat be kat artırmasıdır. Bir olay olur, aynı sahneler dramatize edilerek, bire bin katılarak hep negatif tarafından bakılarak, manipüle edilerek tekrar tekrar aktarılır. Kendini azıcık düşünen bu haberlerden hem kendini hem de varsa çocuklarını uzak tutmalıdır. Haberlerde tek şey yoktur o da hakikattir. Sosyal medyada aynı şeydir. Olaylara hikmet cihetinden bakma, kader cihetinden bakma, musibetlerdeki ilahi hikmete, ilahi merhamete bakmayan bir bakış açısı kalbe zarardır, akla ziyandır. Ruhu karartır.

Sosyal medyada yapılan bu paylaşımlardan adeta kafamızı kaldıramadık. Onlarca paylaşım yapma ihtiyacı duyan insan oldu. Bu bir yas biçimi midir? Bu şekilde yas tutmak normal mi?

Yas, sevdiklerimizin kaybının ruhta bıraktığı izdir. Kayıplar bize dünyanın faniliğini, ölümlülüğümüzü hatırlatır. ˮO öldüyse ben de ölebilirim,ˮ gerçeği gelir önümüze dikilir.

Bu insanın dünya ile ilişkisini, hayat ile ilişkisini yeniden gözden geçirmesine sebebiyet verir. Kalbe çöken hüzün, insanın bir gurbette olduğu hakikatinden dem vurur. Bu yas tutma, gidenin ardından hüzünlenme, dünyayı başka bir gözle görmenin bir de patolojik yanı var. Yas, patolojik bir mahiyete evrilebilir. Depremzedelerin, yıkılmış binaların görüntülerini defalarca izleme, bize kaldıramayacağımız bir yük de bindirir. Nihayetinde hepimizin üzüntüyü kaldırma sınırı vardır.

Medya dünya sadece dertten, ıstıraptan müteşekkilmiş gibi bir algıya sebep olur. Bir kere yaşanan olayı bin kereymiş gibi algılatır beynimize, ruhumuza.

Yasın patolojik bir seviyeye varmamasının bir yolu sosyal medyadan olabildiğince uzak durmak, haberleri seyretmemek, bunun yanında imani tesellidir. Depremde ölenlerin manevi şehit olarak ruhlarının berzah aleminde yaşatıldıklarını, başka bir şekilde hayatlarına devam ettiklerini bilmek kalbimizi teselli eder, kasvetten korur. Yasın patolojik bir merhaleye evrilmesine mâni olur. Bu musibete maruz kalanların özel bir merhamete nail olduklarını, yine elden çıkan ev, mal mülkün sadaka hükmüne geçtiğini bilmek, Yaratıcının bu malı mülkü cennet malı mülkü hâline getireceğini bilmek kalbimizi rahatlatır, bize nefes aldırır. Bu musibetin altında nice sonsuz rahmet saklandığını, Yaratıcının kullarına nasıl sahip çıktığını, betona gömülü olanın bedenler olduğunu, ruhların baki bir alemde yaşadıklarını bilmek yasın patolojik bir düzeye ulaşmaması için önemli dayanak noktamızdır.

Deprem anksiyetesinin üstesinden nasıl geliriz?

Depremleri Allah yaratır. Depremlerde yıkılan binaları ise insan yapar. Kaç kişi bu ülkede evinin sağlam yapıldığından emin olarak evinde oturabiliyor? Bu önemli bir kaygı kaynağıdır. Deprem kaygısının üstesinden gelmenin birincil yolu, sebepler dünyasında güvende olduğumuzu bilmektir. Bu da sağlam bina, depreme dayanıklı bina demektir.

Depremleri Allah yaratır. Depremlerde yıkılan binaları ise insan yapar.

Deprem kaygısında bir diğer nokta hayal alemi işin içine girer. Kendimizi olumsuz deprem senaryolarının içinde buluruz. Deprem oluyor, göçük altında kalıyoruz gibi. Şimdi şu an bu olay oluyor gibi hissederiz. Şimdi şu an bunun olmadığını farkına varmak, olmamış şeyden olmuş gibi ıstırap çekmekten kaçınmak icap eder. İbrahim Hakkı Hz. “Arif ânı seyreyler” der. Yani şimdiki anın gerçekliğini yaşamamız gerektiğini söyler. Yine kendisi, “Mevla görelim neyler/Neylerse güzel eyler” diyerek bize önemli bir tutunma, dayanma kaynağı sunar. Yine onun şiirindeki şu sözde kalbimize teselli verir: “Hak şerleri hayr eyler.”