Çini ve mercan kırmızısının hikayesi
Osmanlı çinilerinin atölyesi gibi çalışmış olan İznik’in mercan kırmızısının peşine düşen ve bu kaybolmuş rengi yeniden keşfeden gravür ve çini sanatçısı Faik Kırımlı ile refiki EşrefEroğlu’nun günümüze ulaşan atölyesi ve çinilerinin hikâyesini kızları Selcen Eroğlu ile konuştuk.
Faik Kırımlı ile tanışıklığınızın hikâyesi nedir?
Eşref ve Seyhan Eroğlu’nun profesyonel anlamda çiniye merak sarması sanıldığı gibi çocuk yaşta bir ustanın yanına çırak verilmeleriyle başlamıyor. Eşref Eroğlu yazı işleri müdürü, Seyhan Eroğlu nüfus memuresidir. Sanatsal arayışlarla işlerinden istifa ederler.
Açtıkları hediyelik eşya dükkânında kendilerine sürekli İznik çinisinin sorulması araştırmalarında etkili olur. Ayrıca Eşref Bey’in gençliğinden beri yazdığı şiirler ve yaptığı tablolar, Seyhan Hanım’ın Mimar Sinan Üniversitesi’nde birkaç dönem resim bölümünde tahsil görmesiyle bu çift, sanata karşı tutkularının peşinde birbirlerine çoktan bağlanırlar.
İznik’in binlerce yıllık tarihi onları cezbeder ve İznik çinisini araştırmaya karar verirler. Bir konferans sırasında Faik Kırımlı ile tanışırlar. Faik Kırımlı daha önce İznik’e gelmiş, çalışmalar yapmıştır ama zamanın mülki amirleri hava kirliliği olur diye atölye kurmasına izin vermemişlerdir.
Eşref ve Seyhan Eroğlu İznik’e Faik Kırımlı’yı davet ederler ve bugün de üç kız kardeş olarak bizim hâlen devam ettirdiğimiz atölye kendilerine tahsis edilir. Yaklaşık iki buçuk yıl boyunca usta çırak ilişkisiyle bu işe gönül verirler. Böylece üç yüzyıl aradan sonra imparatorluk sanatı 1985 yılında tekrar İznik’te yeşermiştir. Daha sonra Faik Kırımlı ‘’Size öğretecek bir şeyim kalmadı’’ diyerek, yeni öğrenciler yetiştirmek için atölyeden ayrılır.
Bizler de anne ve babamızın bu macerasında Faik amcamızla güzel anılar oluşturduk. İsimlerimiz sultan isimleri olduğundan bize “Siz benim sultanlarımsınız” derdi ve böylece sevgili sanatsever dostlarımız da bize “çininin sultanları” demeye başladılar. Eşref ve Seyhan Eroğlu, Faik Kırımlı şu an aramızda değiller. Nur içinde yatsınlar.
Siz kaçıncı kuşak çinicisiniz?
Bizler, Mesude Aslıhan Eroğlu Sürük (Lisans Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, yüksek lisans seramik ve cam bölümü), Emine Selcen Eroğlu (Afyon Kocatepe Üniversitesi Seramik Mühendisliği), Şule Cihan Eroğlu Sürük (Uludağ Üniversitesi Tekstil Mühendisliği) bayrağı teslim aldığımız aşk dolu bu yola hem alaylı hem mektepli ikinci kuşak olarak devam etmekteyiz.
Günümüz çinisinin 16. asır çinisini yakalaması mümkün mü?
Antik çağlardan beri önemli bir kültür merkezi olan İznik, çini ve seramikte büyüleyici güzelliğin doğduğu yerdir. Bir kültür mirası olan çini ve seramiklerin her bir parçası, bütün dünyada yıllardan beri sanatseverler, koleksiyoncular ve bilim adamlarının hayranlığını kazanmıştır. Her biri yüzyıllar boyunca yaratıcılık ve hayal gücünün simgesi hâline gelmiştir.
Bizans döneminde mozaikleriyle ünlü olan İznik’in, Orhan Gazi tarafından fethedilmesiyle, kente Horasan ve Buhara tarafından çini ustaları davet edilmiş, Osmanlı da kendinden önce oluşan kültürü yakalayıp geçme hareketine başlamıştır. Çini, imparatorluğun gelişimiyle 16. yüzyılda doruk noktasında, çok renkli, dünyaya ihraç ettiğimiz önemli bir sanat dalına dönüşmüştür. İznik çinisi mahallî ustalara değil saraya dayalı bir sistemin ürünüdür. Sır altı tekniğinde olup temeli kvartz ve türevlerine dayalıdır. Pres yoktur, elle üretilir.
İnsanoğlunun erişmek istediği mücevher renklerini ustalar İznik çinisine nakşetmişlerdir. Bahar çiçeklerinin tüm canlılığı, gökyüzü ve denizlerin saydam mavisi, gülün kan kırmızısı çinilere yansıtılmıştır. Sümbül, lale, karanfil ve gül gibi evrensel çiçek motifleri, gemi desenleri ve tavus kuşu, aslan gibi hayvan figürleri süslemelere esin kaynağı olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu ile gelişen ve büyüyen bu güzel sanat, imparatorluğun gerilemesi ve okyanus yollarının keşfi sonucunda porselenlerin çok ucuz olarak Avrupa’ya akması neticesiyle gerilemeye başlamıştır. 17. yüzyıl sonralarına doğru İznik fırınlarında güller solmaya, laleler boyunlarını bükmeye başlamıştır.
Geleneksel yöntemlerle çalışıyorsunuz…
İznik civarından topladığımız kvartz taşlarını eski tip taş değirmenlerde öğütüyoruz. Öğütülmüş diğer ham maddelerle birlikte kvartzı hazırladığımız tertibe göre yoğurup, hamur hâline getiriyoruz. Karoları tahta kalıplarda elle presliyoruz.
Vazo ve tabakları ise tornada elle şekillendiriyoruz. Doğal ortamda kuruttuktan sonra çininin göz akı beyazı rengini veren bir astarla üst yüzeyini kaplıyoruz ve onu tekrar kurutuyoruz. Kuruduktan sonra 900 derecede kuru gürgen odunuyla yanan klasik ölçülerde yapılmış olan fırında pişiriyoruz. Fırını bir gün önceden akşamüstü yakıp, alt kapağını kapatıp tütsülüyoruz.
Ertesi gün sabah ezanında alt kapağı açıp, yakma işlemine başlayıp, yaklaşık on saat süre ile devam ediyoruz. Yanan en son odunları da fırının alt kısmına ittikten sonra kapağı kapatıyoruz. Fırının üst kısmında sıcaklık 900 dereceyi bulurken, alt kısmında 1000 dereceyi geçiyor. Fırın üç gün süreyle soğuyor. Fırın soğuduktan sonra çıkan bisküvilerin yüzeyi zımparalanıyor. Üzerine uygulanacak desenler aydınger kâğıdına çizilip, boncuk iğnesi ile deliniyor.
Genellikle klasik desenler ile klasik ve modern tarzda çizilmiş yeni tasarımlar uygulanıyor. Aydınger kâğıdı bisküvinin üzerine konup, kömür tozu ile desen bisküvinin üzerine geçiriliyor. Boyalarımızı maden oksitlerinden, özellikle kırmızı rengi İznik toprağından elde ediyoruz. Kömür tozu ile geçirilen motifler siyah ya da lacivert boya ve samur fırça ile tahrirleniyor.
Tahrirleme işlemi bittikten sonra motiflerin içlerini boyuyoruz. Boyalar kuruduktan sonra bisküvinin yüzeyini kendi hazırladığımız kurşunlu sır ile sırlayıp kuruttuktan sonra tekrar 900 derecede fırınlıyoruz. Fırından çıktıktan sonra çini en son şeklini alıyor. Sorunuzun cevabına dönersek geleneksel yöntemle yapıldığı takdirde tabii ki de 16. yüzyıl çinisini yakalamak mümkündür. Bu işe gönül verdiyseniz ve yeterince alın teri döküp maneviyattan da güç aldıysanız her şey mümkün.
Faik Bey’in ulaştığı kırmızının çinideki önemi nedir?
Dünyadaki bütün seramik, keramik, porselen veya çini üretimi bulunduğu coğrafyaya göre şekillenmiştir. Ayak bastığımız her toprağın saflaştırılmış ve ayrıştırılmış hâline maden oksit diyoruz. Lacivert kobalt oksit, bakır oksit turkuaz, bakır dioksit yeşil, mangan oksit mor veya kahve, krom oksit siyah... Merak edilen renk, kırmızı ise demir oksitten elde edilir.
Bu oksitlerin az veya çokluğuna göre renk tonları oluşur. Gelelim kırmızıya, diğer adıyla mercan kırmızısına. Geleneksel yöntemde odunlu fırın kullanılır. Eğer ateş az gelirse kırmızı açık, çok gelirse kırmızı koyu olur. Eğer odunlu fırındaki ateş oyununu bilmiyorsanız mercana ulaşamazsınız.
Teknik olarak oksitin ısısal derecesini tutturmanız gerekir. Ama 21. yüzyıldayız sabit olarak rengi uygulamak istiyorsanız elektrikli fırın kullanıp homojen bir yapı oluşturabilirsiniz. Siz hangisini tercih ederdiniz, odunlu fırının ekmeğini mi yoksa elektrikli fırının ekmeğini mi? (Gülümsüyor.)
Faik Bey’in İznik kırmızısına ulaşmak için hazırladığı teksiri şu an sanat okullarında kaynak olarak kullanılıyor mu?
Kullanıldığını görmedik. Günümüzde pigment bazlı oksit hazır boyalar tercih ediliyor. Belki birileri kullanıyordur. Takip ettiğimiz bir durum değil.
İznik çinisini korumak Osmanlı çinisini muhafaza etmek anlamına mı gelir?
Bu soruya Eşref Usta’nın sözleriyle cevap vereyim, takdir okuyucuların olsun. “Hadise maddeyle tarif edilebilseydi bugün modern teknoloji bunun en güzellerini yapıyor olurdu. Niye hâlâ İznik kırmızısı, İznik motifleri! O günkü Anadolu’da yaratılanı Yaratan’dan ötürü hoş görmek, her millete aynı gözle bakmak, dil, din ve ırk farkı gözetmeksizin her şeyi kucaklamak, sevmek düşünce yapısı neyse İznik çinisinde işlenen motiflerin de günümüzde bize verdiği mesaj budur.” (1989)
Kırmızının muhafaza edilmesi için nasıl bir koruma programı yapıyorsunuz? Kırmızının sırrı nedir?
Ailemizden bize miras kalan ve üç kız kardeşe teslim edilen bir formül defterimiz var. Bu formül defterinin içindekileri sadece biz biliyoruz. Eşlerimiz dahi okuyamazlar. Her birimiz birer usta yetiştirmeyi düşünüyoruz ve bu emaneti hak edene teslim edeceğiz.
Desen ve motif tasarımında esin kaynağınız, sizi en çok heyecanlandıran nedir?
Hayat... Allah’ın yarattığı her şey... Bizi en çok heyecanlandıran şey, aynı desen ve fırçayla çizilse, aynı boya ile boyansa, aynı fırında pişse bile hepsinin insanlar gibi farklı fizikselliğe ve ruha sahip olması. Sonunda birleştiklerinde ahenk sağlaması.
Yakın geçmişte çiniye merakın artması sizin çalışma alanınıza yansıyor mu? Yoksa daha çok fabrikasyon ürünler mi revaçta?
Günümüzde her keseye, her göze ve gönle göre üretim yapılmaktadır. Bizler geleneksel üretimden taviz vermeden sanatsever dostlarımızla paylaşım yapmaktayız. Bu yüzden bizim çalışma alanlarımızda bir değişiklik olmadı. Teknolojinin ve sanayinin gelişmesiyle üretim kapasitesinde artış muhakkak olmuştur. Tercihler de buna göre şekillenmiştir.
Restorasyon çalışmalarında kırmızının muhafaza edilmesi Faik Kırımlı ve Eşref Eroğlu’nun yetiştirdiği ustaların gözetiminde mi yapılıyor?
Bizim kültürümüzde işi ehline bırakmak esastır. Restorasyon uygulamalarını üzüntü içerisinde izlemekteyiz. Gönül ister ki ceddimizin eserleri hak ettiği şekilde muhafaza edilebilsin.