Bursa’da Gazzeli bir evliya: Ahmed Efendi
Bursa’da doğmuş, büyümüş ve gerek Bursa’da gerekse de Bursa’dan ayrılarak başka şehirlerde irşat faaliyetleri yürütmüş ariflerin, âlimlerin yanı sıra bir de başka coğrafyalardan gelerek Bursa’da ikamet etmiş arifler, âlimler vardır. Bunlardan biri de Ahmed Gazzî’dir.
Bursa, evliyalar şehri diye nam salmış beldelerden birisidir. Öyle ki Osmanlı medeniyetinin temellerine ev sahipliği yapmış, ilk medreseler, tekkeler hep Bursa’da açılmıştır.
Bursa için medeniyetimizin dal budak saldığı ağacın tohumunu bünyesinde taşır desek zannediyorum abartmış olmayız.
Bursa’da doğmuş, büyümüş ve gerek Bursa’da gerekse de Bursa’dan ayrılarak başka şehirlerde irşat faaliyetleri yürütmüş ariflerin, âlimlerin yanı sıra bir de başka coğrafyalardan gelerek Bursa’da ikamet etmiş arifler, âlimler vardır. Bunlardan biri de Ahmed Gazzî’dir.
Gazze demişken…
Öncelikle Gazze üzerine birkaç cümle sarfetsek yerinde olacaktır. Filistin’in İsrail tarafından işgale uğraması ve soykırıma tutulmasından ötürü sık sık duyduğumuz Gazze neresidir ve neden önemlidir? Müfessirlere göre Kureyş Suresi’nde bahsedilen yaz ve kış seferlerinde kışın gidilen yer Gazze’dir. İmam Şâfiî, Gazze’de doğmuştur. Peygamberimizin büyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf Gazze’de vefat etmiş, kabri Gazze’de yer almış ve bazı kaynaklarda şehre “Gazzetü Hâşim” denilmiştir. 1649 yılında Gazze’yi ziyaret eden Evliya Çelebi “Bu sancak gâyetü’l-gâye mâmur ve âbâdandır” sözleriyle tanıtmıştır.
Ahmed Gazzî
Ahmed Gazzî, 1644 senesinde Gazze’de doğmuştur. Gazze ve Kahire’de tahsilini tamamlamış, ardından 31 yaşındayken İstanbul’a gelmiş ve döneminin en mühim yerlerinden biri olan Ayasofya’da hadis dersleri vermeye başlamıştır. Daha sonra uğrak yeri Bursa olmuştur. Bursa’da da tıpkı İstanbul’da olduğu gibi yine ilim hizmetinde bulunmuştur. Bu dönemlerde tasavvufa mesafelidir, tekke kültürüne karşı soğuktur. Ancak bir gün Niyâzî Mısrî ile tanışır ve o günden itibaren hayatı değişir.
Niyâzî Mısrî ile tanışması
Ahmed Gazzî 12 yaşındayken babasından izin alarak ilim tahsil etmek maksadıyla Mısır’a gitmiştir. 1655 yılında Ezher’de ilim tahsiline başlamış, 7 sene boyunca Ahmed Beşîşî’den istifade etmiştir. Daha sonra Ezher’e hadis hocası olarak tayin olmuştur. Babasından defalarca Gazze’ye dönmesi için teklif almış, özür dileyerek ısrar edilmemesini, ilim yolunda devam etmeye kararlı olduğunu bildirmiştir. Dört kez hacca gitmiş, sonra Anadolu’ya taşınmaya karar vermiştir. İstanbul’a giderken denizde hava şartları kötüleştiği sırada geminin kamarasında Allah’a yönelerek dua ederken başında Halvetî tacı, önünde kuzu kürkü olan Niyâzî Mısrî yanına gelerek “Korkma ey Ahmed, selamettir. Kehf Suresi’ne devam et ve bizi Bursa’da bul.” demiştir.
Gençlik yıllarında tasavvufa sıcak bakmayan Ahmed Gazzî hem ilerleyen yaşının hem Bursa’nın manevi havasının hem de gemide yaşadığı olayın etkisiyle tasavvufa meyleder. Bir gün Halvetî Üçkozlar Tekkesi’ne varır. Orada Muhyiddîn-i Bursevî Efendi kendisine “Ahmed Efendi sen iyi bir sütsün, eğer sana maya bir çalınsa güzel yoğurt olursun.” der. Ahmed Gazzî “Vakıa güzel buyurdunuz, benim de maksudumdur. Ama her mayayı sütüme katamam. Zira, şayet maya fasit olursa bizim süt elden gider.” şeklinde karşılık verir. Onun asıl duası gemide gördüğü zata kavuşmaktır. O zatın Niyâzî Mısrî olduğunu bilmemektedir.
Niyâzî Mısrî sürgündedir. Lehinde de aleyhinde de çok şeyler işitmiştir, kendisine mesafelidir. Niyâzî Mısrî, Limni’den Bursa’ya dönecektir. Haberi alan Ahmed Gazzî talebelerine “Yarın Mısrî gelecekmiş. Karşılamaya gitmeyeceksiniz, gelirken seyre bile çıkmayacaksınız, rızam yoktur.” der. Ertesi gün her zamanki gibi sabah namazından sonra Ulu Camii’de dersine başlar. Ders tamamlanmaya yakın Mısrî’yi karşılayan halkın zikir ve tevhid sadâlarını işitir, “derûnundan bir tekazâdır kopar” bilâ-ihtiyâr talebeyi, dersi bırakarak koşar gider. Bir de bakar ki gelen Niyâzî Mısrî, gemide ona görünen zattır. Niyâzî Mısrî, Ahmed Gazzî’nin bulunduğu yere gelince ona selam verir, Ahmed Gazzî de Mısrî’nin elini öper. Niyâzî Mısrî, “Ahmed sizi çok beklettik, kader bugüne imiş.” der.
Niyâzî Mısrî ile tanıştıktan sonra Ahmed Gazzî’nin tasavvufa bakışı değişir ve biraz zaman geçtikten sonra da Mısrî’nin müridi olur. Tasavvuf eğitimini Niyâzî Mısrî’nin yanında kırk günde tamamlar, bir başka deyişle Niyâzî Mısrî’nin elinde kırk günde seyrüsülûk çıkarır.
Mısrî Dergâhı ve vefatı
Niyâzî Mısrî 1693 yılında müritlerinin önünde Ahmed Gazzî’ye halifelik görevini “Benden daha âlim, kâmil ve zâhid birisidir. Bundan böyle bizi isteyen Ahmed’i bulsun.” diyerek verir.
Mürşidi Niyâzî Mısrî sürgün gittiği Limni’de Hakk’a kavuşunca, 1703 tarihinde bugünkü Süleyman Çelebi Anadolu Lisesi’nin bulunduğu yerde Mısrî Dergâhı’nı kurar.
Niyâzî Mısrî’nin vefatından sonra dervişler arasında cereyan eden bazı tartışmalar sonucunda Ahmed Gazzî’nin postnişin olma imkânı ortadan kalkar. Hâl böyle olunca 1696 tarihinde yeni bir tekke yapımına başlanır. İsmail Beliğ Efendi bu dergâh için tarih düşürdüğü şiirine şu şekilde bir giriş yapar:
“Bu hayrâtın ki bânisi Cenâb-ı Ahmed-i Gazzî
Fazîletle vücûdu âsumân-ı ilm-i mâhîdir
Esâsından binâ etti bu zîbâ tekyeyi çün kim
Ânun her kûşesi erbâb-ı tevhidin penâhıdır”
1925 yılında tekkeler sırlanınca bina bir süre Kâzgâni Mektebi adıyla hizmet vermeye devam etmiş, daha sonra tekke ve türbe yıktırılarak Süleyman Çelebi Anadolu Lisesi yapılmıştır.
Ahmed Gazzî’nin anadili Arapça’dır. İki eserini Türkçe kaleme almış, diğer eserlerini Arapça yazmıştır. Türkçe eserleri Nûr-i Sâtı’ ve İ’lâmü’l- Mültezem’dir. Nûr-i Sâtı’ emanetleri ehline vermeyi ve adaleti emreden Nisa Suresi’nin 58. ayetinin bir nevi tefsirini anlatmaktadır. İ’lâmü’l-Mültezem ise Mirac gecesi Peygamberimizin kalbinin zemzemle yıkanmasını konu almaktadır.
Arapça eserleri ise Hediyyetü’l- garbî, İ’lalü Gazzî, Mizânü’l- Akâid ve Risale fi’t-tasavvuf şeklindedir.
Ahmed Gazzî’nin yirmi dört tane çocuğu olmuş, bu çocuklardan yirmi bir tanesi Ahmed Gazzî yaşarken vefat etmiştir. Bu dergâhta kırk sene mürşitlik vazifesi ifa ettikten sonra 1738’te vefat etmiş, sırlanmıştır. Onun vefatı üzerine düşürülmüş tarihlerden biri şöyledir.
“Harf-i cevherdâr ile Hâlis dedim tarihini Ahmed-i Gazzî nâm-ı Adn’e göçtü Hû ile: 1150”
Ahmed Gazzî’den sonra tekkede şeyhlik ifa edenlerin isimleri ve vefat listeleri şu şekildedir:
Mustafa Nesîb Efendi-1787 Gazzîzâde Abdüllatif Efendi- 1831 Ahmed Nâsib Efendi- 1866 Necib Efendi- 1868 Cemâl Efendi- 1879 Ali Sırrî Efendi- 1904 Ahmed Bedrettin Efendi (Bilinmiyor)
Ahmed Gazzî’nin torunu: Gazzîzâde Abdüllatif Efendi
İşte tekkenin üçüncü şeyhi Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Ahmed Gazzî’nin torunudur. Abdüllatif Efendi, Ravzâtü’l Müflihûn adlı eserinde kendisini “Şeyh Abdüllatif b. Mehmed Es’ad, hafîduhu Gazzîzâde Şeyh el-Hac Mustafa Nesîb” olarak tanıtmıştır.
Ahmed Gazzî’nin kırk yaşında vefat eden oğlunun ismi olması nedeniyle ona ailesi tarafından Abdüllatif ismi verilmiştir. Büyük dedesi Ahmed Gazzî’ye nispetle Gazzîzâde diye tanınmıştır
Gazzîzâde’nin ilk hocası, dedesi Mustafa Nesîb Efendi’dir. Henüz iki yaşında iken babası vefat edince, onun eğitimini dedesi Mustafa Nesîb Efendi üstlenmiştir. Mustafa Nesîb Efendi, Ahmed Gazzî’nin ilk halifesi olması hasebiyle önemli bir zattır.
Abdüllatif Efendi dedesinin vefatı üzerine henüz 12 yaşında iken evlâda meşrut olması sebebiyle dergâhın şeyhliğine getirilmiştir. Kendisi Vâkıât adlı eserinde bu süreci ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır.
Eğitim hayatı
12 yaşında olduğu için şeyhlik huşunda himmet maksadıyla İbn en-Neccârzâde Beşiktaş Şeyhi Mehmed Sıddık’ın yanına gider. Daha sonra tekrar Bursa’ya döner ve eğitimine devam eder. 15 yaşına kadar Müveccehzâde Hüseyin’den ulûm-ı aliye (Arapça, mantık vb.) ve fıkıhtan Kudûrî’yi, Hoca Seyyid Ahmed’den ilm-i kıraat ve Halebî’yi, Seyyid Nûh’tan Farsça ve âlet ilimlerini okur.
15 yaşına geldiğinde bir mürşid-i kâmil edinmek ister. Üftâdezâde Şeyh Mustafa Efendi’nin yanında 7-8 sene müritlik yapar. 23 yaşına geldiğinde Enârlı Şeyhi Bedreddin Efendi’nin müridi olur, 3 sene de onun yanında batıni ilimleri tahsil eder.
Dedesi Şeyh Mustafa Nesîb Efendi ona bir gün şöyle demiştir: “Ceddim Ahmed Gazzî bana ‘Ben 18 yaşında iken tefsir okutmaya başladım. İnşallah sen de okutursun’ dedi. Elhamdülillah nutk-ı berekâtıyla 18 yaşında tefsir okutmaya başladım. Biinayetillah sen de muvaffak olursun.” Dedesinin duası kabul olmuş, Abdüllatif Efendi de 18 yaşında iken Ulu Camii’de tefsir okutmaya başlamıştır.
26 yaşlarında iken İstanbul’un Eyüp semtine gider ve Hazreti Halid Camii’nde vaaza başlar. Çok sevilir, ona karşı insanlar tarafından derin muhabbet peyda olur. Samânîzâde Hulusi Efendi’nin Otlukçu yokuşundaki zaviyesine şeyh olması için teklif götürülür. Abdüllatif Efendi ilk aşamada teklife meyleder ancak rüyasında Ahmed Gazzî’yi görür ve onun şiddetli bir ikazına muhatap olur. Böylece acele bir şekilde teklifi reddedip Bursa’ya döner.
Çocukları
Abdüllatif Efendi’nin Ahmed Atâullah, Mehmed Sâid, Ahmed Hasîb adında üç oğlu ve Zeynep Zehrâ ile Hüsniye adında da iki kız evladı vardır.
Oğulları Ahmed Atâullah ve Mehmed Sid, Abdüllatif Efendi hayattayken vefat etmiştir. Ahmed Hasîb ise daha sonra babasının yerine Gazzî Dergâhında şeyh olacaktır.
Kızlarından Hüsniye Hanım, illet-i sevdaya müptela olarak geçirdiği cinnet neticesinde vefat etmiştir. Zeynep Zehra Hanım’ın ise Ahmed Ziyaeddin ve İsmail Galib adında iki oğlu olmuş, ikisi de İncirli Dergâhı’nda şeyhlik vazifesi ifa etmiş, İsmail Galib’in oğlu olan Ali Sırrı ise daha sonraları Gazzî Dergâhı’nda şeyh olmuştur.
Tasavvufi yönü
Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, Risale-i Andelib-i Uşşâk adlı eserinde kendisinden “Halvetî, Kadirî, Nakşibendî ve Celvetî” şeklinde bahsetmiştir. O tasavvufi eğitimini sırayla dedesi Mustafa Nesîb Efendi’den Halvetiyye-Mısriyye, Üftâdezâde Mustafa Efendi’den Celvetiyye-Kadiriyye, Enârlı Şeyhi Bedreddin Efendi’den Halvetiyye-Nakşibendiyye ve Şeyh Seyyid Mehmed Emin Kerkükî’den Nakşibendiyye olmak üzere icazetnâmeler alarak sürdürmüştür.
Abdüllatif Efendi’nin 40 eserinin, 1 adet de tercüme-şerh kitabının olduğu tespit edilmiştir.
Gazzîzâde Abdüllatif Efendi 1832 yılında Bursa’da vefat etmiştir.
Sefine-i Evliyâ yazarı Hüseyin Vassâf bir manzume kaleme almış, manzumenin bir beytinde muhabbetini şu şekilde dile getirmiştir:
“Arz-ı ta’zimât ile Vassâf zâir ol hemân
Hazret-i Abdüllatif’in kabrini ol kâm-yâb
Âlim – fâzıl hem âmil mürşid-i kâmil idi
Böyle bir zâtı ziyaretle olursun kâm-yâb
Ey Hudâ-yı lem yezel senden recâ eyler kulun
İşbu abdin hürmetine kıl ziyâretle müsâb”
Not: Bu yazı kaleme alınırken Mustafa Kara ve Hamdi Tekeli’nin yazdığı Gazzeli Ahmed Efendi ve Gazzîzâde Abdüllatif Efendi kitabından ve Şaban Karaköse’nin Gazzîzâde Abdüllatif ve Mergubü’s-Sâlikîn Adlı Eseri çalışmasından istifade edilmiştir. Daha detaylı bilgi için bu iki çalışmaya başvurulabilir