Bir “kendinden vazgeçiş” ve “özel şiddet” temsili: Şahsiyet
Son dönemde online platformlarda boy gösteren Türk dizileri arasında, bir seri katil hikâyesini odağına alan Şahsiyet de yer alıyor. Senaryo yazarlığını romanlarından tanıdığımız Hakan Günday, yönetmenliğini Onur Saylak, başrol oyunculuklarını ise Haluk Bilginer ve Cansu Dere’nin üstlendiği dizi, emekli bir adli kâtip olan Agâh Beyoğlu isimli karakterin emeklilik günlerinde sürpriz şekilde bir seri katile dönüşmesini konu alan gerilimli hikâyeyi ekrana taşıyor. Puhu TV’de gösterime giren polisiye-dram türündeki dizi, çarpıcı hikâyesi, gerçekçi karakterleri ve oldukça etkileyici görsel yönetiminin yanı sıra retro tarz mekân, dekor ve kostüm seçimleriyle de kült bir yapım olmaya aday bir dizi olarak dikkat çekiyor.
Türkiye’den seri katil çıkmaz mı?
“Türkiye’de insanlar seri katil olmaz, Türkiye’de insanlar cinnet geçirir.” Şahsiyet dizisinde geçen bu çarpıcı cümle, özellikle şehirlileşme ve modernleşme bağlamında çeşitli olumsuz siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik etkiler sonucu aile ve toplum yapısında meydana gelen dejenerasyon ve çözülme bağlamında cinnet hadiseleri ortaya çıkartmış olsa da, yaygın kanaatin aksine bir gerçekliği yansıtmıyor.
Zira internette yapılacak basit bir araştırma, cinnetin yansıması olan adlî vakalar dışında, Türkiye’nin yakın tarihinde onlarca seri katilin var olduğunu ortaya koymaya yetiyor.
Örneğin, “Çivici Katil” lakabıyla nam salan Süleyman Aktaş, “Çivi görünce dayanamıyordum, insanların kafalarına çakmak istiyordum hep” sözleriyle eylemlerinin gerekçesine işaret ederken; 11 kişiyi öldürerek “Baltalı Katil” lakabıyla nam salan Adnan Çolak, “Yaşlı insanları öldürüyorsam da bunlar zaten zamanlarını doldurmuşlar. Onlar bizim yerimize fazladan yaşıyorlar. Belki de bizim kısmetimizi yiyorlar. Hem kendimi tatmin ediyordum hem de onları öldürerek toplumu rahatlatıyordum” diyordu. 6 kişinin katili “İnsan Avcısı” lakaplı Hamdi Kayapınar ise “Zaten avcıyım. Kurbanlarım av, avların üstünden çıkan para ve eşyalar da av ganimeti” sözleriyle şiddet eylemlerini meşrulaştırma çabasına girişiyordu. Bunların dışında, geçmişte yaşadığı travmatik bir olay nedeniyle kendisine yalnızca mobilyacı kurbanlar seçen “Mobilyacı Katil”, 43 kişinin katili olarak adı çıkan “Tornavidalı Katil”, iş görme tarzı nedeniyle Amerikan filmlerindeki seri katillere benzetilen “Ankara Yamyamı” ve daha birçoğu, yakın tarihte ülkemizde çıkan seri katiller arasında yer alıyordu. Görüldüğü üzere, özellikle ABD yapımı “seri katil” içerikli dizi ve filmler kapsamında sıklıkla ve yüzeysel olarak gündeme gelen “Türkiye’den seri katil çıkmıyor”, “Türkiye’nin aile ve toplum yapısı seri katil çıkmasına müsait değil” gibi savlar gerçeği yansıtmamakla birlikte, online dizi ve film platformu Puhu TV’de ekrana taşınan ve her geçen gün popülerleşen Şahsiyet dizisi, ülkemizde süregelen seri katil tartışmalarına yeniden kapı aralayacak gibi görünüyor.
Şiddet ve temsili
Türkçeye “Şiddet Nerede Başlıyor?” başlığıyla çevrilen makalesinde (Cogito, Sayı: 6-7, 1996)şiddet ve saldırganlığın kaynağını sorgulayan araştırmacı Rafael Moses, psikolojik, ekonomik, toplumsal, antropolojik, sosyal psikolojik, biyolojik vb. bin bir yüzü olan şiddetin kökenine dair şu yorumda bulunuyor: “Çoğu zaman şiddet, ya içgüdüsel ve bu nedenle toplumsallaşma sürecinde çok az değişen ya da sadece ve sadece çevre etkenlerinden kaynaklanan bir davranış olarak görülür.Genellikle psikiyatristler, şiddet eyleminde bulunan bireyin toplumla ve ebeveynleriyle olan ilişkisine varana değin tüm geçmişini (aile içi şiddeti de göz önünde bulundurarak) ön plana çıkarmayı yeğliyor.” Türk Ceza Kanunu’nda, eşhasa (şahıslara) karşı ölümle sonuçlanan müessir (etkili) fiile karşılık gelen cinayet, bilimsel literatürde kategorize edilmiş şiddet türleri arasında ise “özel şiddet” olarak yer buluyor.
Diğer şiddet türleri gibi büyük oranda içgüdüsel ya da çevre etkenlerinden kaynaklanan cinayet olgusu, özel şiddet olmanın yanı sıra kaba kuvvet, bedensel ya da ruhsal acı çektirme ve işkence vb. davranışlar içerdiği durumlarda “fiziksel/bedensel şiddet” türlerini de kapsayabiliyor.
Cinayet olgusunun bir birey eliyle süreklilik kazanmasını ima eden katl vakaları ise amacı doğrultusunda en az üç cinayeti benzer yöntem, araç/silah ve ritüel/tören ile işleyen suçlunun “seri katil” olarak anılmasına neden oluyor. Bu farklı kategorilendirme sonucu, seri katiller diğer katl faillerinin aksine, bu kimlikleri nedeniyle her zaman “daha çok korkulan ve ilgi gören” olmayı başarıyorlar. Peki, seri katillerden neden daha çok korkuluyor ve neden onlar daha çok ilgi görmeyi başarıyorlar?
Bu noktada, Prof. Mark Hobart’ın “şiddetin en etkili biçimlerinin göstergelerin ya da temsil edici yanların bulunmasıyla ortaya çıktığı” tespiti oldukça çarpıcı (“Şiddet ve Susku: Bir Eylem Siyasasına Doğru”, Cogito, Sayı: 6-7, 1996). Bu açıdan Hobart, “şiddetin gerçekte ne olduğu değil, nasıl temsil edildiğinin” daha önemli olduğuna dikkat çekiyor.
- Yani şiddetin ne olduğundan öte, failin eylemini meşrulaştırma, gerekçelendirme biçimini daha dikkate değer buluyor. Dolayısıyla, cinayetlerini süreklilik, yöntem, silah ve tören ile işlemeleri nedeniyle “seri katil” olarak anılan failler, uyguladıkları “özel şiddet”in yanı sıra farklı tarzları nedeniyle şiddeti temsil ve savunmalarında eylemlerini meşrulaştırma gerekçeleri ve biçimleriyle de farklı bir yere oturup, “daha çok korkulan” olarak ilgi görmeyi başarıyorlar.
Bu bağlamda, Şahsiyet dizisinin odağında yer alan Agâh Beyoğlu karakteri, tüm bu tanımlamaları fazlasıyla üzerinde taşıyan bir isim olarak, seri katil merkezli polisiye ve dram türlerine meraklı izleyiciler için gerilimli ve heyecanlı bir seyre kapı aralıyor.
Şahsiyetten bir kez ödün verince
Adli kâtiplikten emekli ve Beyoğlu’nda merhum karısının adını taşıyan Mebrure Apartmanı’nda yaşayan 65 yaşındaki yalnız karakter Agâh Beyoğlu, su ve yiyecek vermeyi unuttuğu kedisinin ölümünden sonra sağlığında normal gitmeyen bir şeyler olduğunu seziyor.
Hastanede konulan teşhis sonucu Alzheimer olduğunu ve yakında her şeyi unutmaya başlayacağını öğrenen Agâh Bey, unutkanlığın kendisini vicdanıyla baş başa kalmak zorunda bırakmayacağını düşünerek, görüp uzun yıllar susmak zorunda kaldığı yanlışların hesabını görmeye yöneliyor ve seri cinayetler işlemeye başlıyor.
Hastalığıyla birlikte aradığı fırsatı bulduğunu düşünen Agâh Bey, onlarca yıl çok önemsediği şahsiyetini kaybetme ve vicdanıyla baş başa kalma korkusunu geride bırakarak, yıllardır yaşadığı dilemmaya bir son veriyor. Beyefendi tavırları, zekâsı, derin bilgisi ve derinliği, olaylara yaklaşımdaki gerçekçiliği ile dikkat çeken Agâh Bey, işlediği cinayetler sonrası etrafından üzerine yönelebileceğini düşündüğü şüpheleri savuşturmak adına ortaya koyduğu pragmatizmle bambaşka bir karaktere bürünüyor.
Hayatının normal seyrettiğini göstermek, eylemlerini gizlemek ve şüpheleri savuşturmak adına birbiri ardına söylemek zorunda kaldığı yalanlar sonucu şahsiyetinden ödünler vermeye başlayan Agâh Beyoğlu, edindiği yeni kimliğin şahsiyetine yapacağı olumsuz etkileri de görmezden gelme yoluna gidiyor.
Dizi karakterlerini tanımaya başladığımız ve Agâh Beyoğlu’nun cinayetleri neden işlediğini anlamakta zorlandığımız ilk üç bölümünün ardından ise tüm suç ve şiddet dalgasını tetikleyen sır perdesinin aralanmaya başladığına ve büyük bir suç zinciri ve dram barındıran çok aktörlü travmatik bir geçmişe tanık oluyoruz.
Geçmiş asla silinmez
Dizideki diğer ana karakterlerden Nevra Elmas ise idealizmi nedeniyle özel sektördeki başarılı kariyerini bırakarak polisliği tercih etmiş bir isim.
Cinayet Büro Amirliği’ndeki tek kadın polis olan Nevra, cinsiyetçiliğin neden olduğu mağduriyetleri yaşayan, cinayet büronun basit kâğıt işlerini yapması istenen, halkla ilişkiler ve PR aracı olarak kullanılmanın dışında bir görevde değerlendirilmek istenmeyen ancak kendisini bir anda seri katil soruşturmasının merkezinde bulan bir isim.
Nevra karakterini bu soruşturmanın merkezine oturtarak vazgeçilmez kılacak durum ise ustaca cinayetler işleyen ve her cinayetinde mesajlar göndermeyi ihmal etmeyen Agâh Beyoğlu’yla ortak bir geçmişe ve paralel hayatlara sahip olmaları.
Meşhur Çin özdeyişinde olduğu gibi “asla silinmeyen geçmiş”, o geçmişi hiç unutmayan ve sanki bugünler için hazırlanmışçasına titizlikle hareket edip seri cinayetler işleyen Agâh Bey ile bir yandan kendisine hatırlatılacak, diğer yandan da polisliğini icra etmek durumundaki Nevra’yla yeniden kesişen hikâyelerinde billurlaşacak.
Synthwave ve retro tarz farkı
AY Yapım imzalı, her biri ortalama 80’er dakikalık 12 bölümden oluşan Şahsiyet, ana karakterleri Agâh Beyoğlu ve Nevra Elmas’ın yanı sıra başarılı oyunculuklarıyla dikkat çeken birçok gerçekçi karaktere sahip oluşu, kurgusu, merakı sürekli diri tutan sürükleyici ve çarpıcı hikâyesi, çeşitli bireysel ve toplumsal sorunlara incelikle değinmesinin yanı sıra mükemmel görselliği, synthwave tarzı müziği, oldukça beğeni toplayan jeneriği, retro mekânları, dekorlar ve kostümleriyle de ulusal ölçekli yapımların çıtasını biraz daha yükseğe taşıyan bir dizi olarak dikkat çekiyor.