Basit ancak mükemmelin peşinde

SADIK ŞANLI
Abone Ol

Street Food isimli mini belgesel dizinin Temmuz ayında gösterime giren ikinci sezonu, tat meraklılarını ilk sezonda yer verdiği Uzak Asya’dan sonra bu kez, Latin Amerika’nın lezzetli sokak yemeklerinin peşinden sürüklemeyi başarıyor.

Kalaşnikof, asıl adıyla AK-47 marka silah, 1947 yılında Sovyet ordusunun hizmetine girdiğinde dünya çapında yankı uyandırmayı başarmıştı. İklimsel koşulların etkisinden olabildiğine uzak, taşınması kolay, seri atış imkânı sağlayan, aynı zamanda oldukça kolay kullanılabilir bu işlevsel silah, Sovyet ordusunun gücüne güç katmış, ardından tüm dünyada kullanılan yaygın bir savaş ve güvenlik unsuruna dönüşmüştü. Silahın mucidi Rus general ve silah tasarımcısı Mihail Kalaşnikov’a deha ürünü bu silahı hangi fikirden yola çıkarak tasarladığı sorulunca, cevabı hayli çarpıcıydı. Kalaşnikov’a, İncil’de rastladığı “basit olan mükemmeldir” ifadesi ilham kaynağı olmuştu.

Kalaşnikov’a, İncil’de rastladığı “basit olan mükemmeldir” ifadesi ilham kaynağı olmuştu.

Benzer bir düşünceyi, yaşadığımız teknoloji devriminin dehalarından, Apple’ın kurucusu Steve Jobs da paylaşıyordu. Sadeliğe ve basitliğe aşkını her fırsatta dile getiren Jobs, süs ve dikkat dağıtan her unsura sırtını dönerek, olabildiğine sade ancak mükemmel tasarımlı, basit ve kullanıcı dostu, aynı zamanda da işlevsel teknolojik aletler ortaya koymayı başarıyordu.

İcatları, tasarımları ya da ürünleri dünya genelinde beğeni toplayan ve yaygınlaşan birçok ismin hikâyesinde benzer bakış açısına rastlamak mümkün. Bu durum yalnızca sanayi ya da teknoloji ürünleri için de geçerli değil üstelik. Basitin mükemmelliği, diğer bir yaygın kavramsallaştırmayla “sadelikteki ihtişam”, bazen mimari bir yapıda, bazen bir müzik eserinde, hatta bazen bir yemekte yansımalarıyla karşımıza çıkabiliyor.

  • Bu sayfalarda, Haziran 2019’da ilk sezonunu birkaç cümleyle tanıttığımız Street Food: Asia (Sokak Yemekleri: Asya) isimli belgesel dizi, aslında tam da bahsettiğimiz bu durumu odağına alan bir yapım olarak dikkat çekiyordu. Diziyi izleyen okuyucularımızın hatırlayacağı üzere Street Food, izleyiciyi Uzak Asya’nın dokuz farklı ülkesinden dokuz farklı aşçının hikâyeleri ve basit ancak mükemmel lezzetteki sokak yemekleri üzerinden küresel bir tat ve kültür yolculuğuna çıkartıyordu.

Dizinin bu yıl Temmuz ayında gösterime giren ikinci sezonu ise bu kez tat meraklılarını Latin Amerika’nın lezzetli sokak yemeklerinin peşinden sürüklemeyi başarıyor.

Basiti daha iyiye dönüştürme arayışı

David Gelb ve Brian McGinn’in yapımcılığını üstlendiği Street Food: Latin America’nın ilk bölümünde hikâyesine yer verdiği Arjantinli kadın aşçı Pato Rodrigues’in hikâyesi, yazının girişinde bahsettiğimiz durumu da özetleyen cinsten. Rodrigues’ten, “gerçekten basit bir şeyi, çekici ve daha iyi bir şeye dönüştürmenin yollarını arayan biri” olarak söz ediliyor.

Romantiklerin doğayı keşfi
Nihayet

Rodrigues; futbol, tango ve siyasi kamplaşmanın adeta bir tutkuyla yaşandığı ülkede, farklı bir tutkuyu doğuran bir lezzeti insanlara sunabilmiş isimlerden. Kadın aşçı, et yemeklerinin yanı sıra ülkenin tipik sokak yemeği “empanada” (bir börek çeşidi) ile yine “sokak yemeğinin kalbi” sayılan ve her futbol maçına gidişte yenmesi bir ritüele dönüşen “choripan” (soslu sucuk ekmek) yerine, geleneksel patatesli tortillayı yeni bir bakış açısı ve basit dokunuşlarla yeni bir formda sunabilmiş bir isim. Onun, başkent Bounes Aires’teki Merkez pazarında Lac Chicas de las Tres’de pişirdiği tortillasından “şehirdeki en iyi saklanmış sır” diye söz ediliyor.

Dizinin ilk bölümünden öğrendiğimiz kadarıyla, hemen hemen herkesin soyağacında bir İtalyan’ın bulunduğu Bounes Aires’te, göçmenlerin getirdikleri oldukça zengin İtalyan mutfak kültürü, zamanla evrilerek daha zengin bir kültürü doğurmuş.

Bu kültürün fetiş düzeyindeki ürünleri ise pizza ve peynir. Fugazzeta ülkede en çok tüketilen pizzanın ismi. Ancak Pato Rodrigues’in tortillası, lezzetiyle fugazzetayı dahi gölgede bırakmış.

Tamamlanmayı bekleyen eksiği görmek

Rogrigues’i en iyi tortillayı tasarlamaya götüren bakış açısı ise dikkate değer.

Latin Amerika sokak yemeği

Rodrigues, insanların önce gözleriyle, sonra ağızlarıyla, sonra da kalpleriyle yediklerini ancak bunun yanı sıra basit bir eksikliği fark ediyor. Fark ettiği o basit durum ise onu, başkentin en lezzetli ve tutkuyla yenen tortillasını yapmaya götüren süreci doğuruyor. Rodrigues’in anlatımıyla, peynirin adeta bir fetiş olduğu ve onlarca çeşidinin bulunduğu Arjantin’de, gizli silahı, patatesli tortilladaki “mozzarella peyniri etkisi”. Yiyenlerde “bom!” etkisini oluşturduğunu söylediği tortillası yenirken, insanların yüzlerine yansıyan zevk ve tutkuyu izleyen Rodrigues, bundan keyif aldığını ve kendisini rock yıldızı gibi hissettiğini söylemeyi de ihmal etmiyor.

Kültürel zenginlik ve lezzet şöleni

Altı bölümlük dizinin ikinci bölümünde ise Brezilya’nın Salvador şehrinde Afrika ve Portekiz esintileri taşıyan ve Afrika palmiye ağacından elde edilen “dende yağı” içeren yemekleriyle tanınan sokak yemekleri aşçısı Dona Suzana, “şimdi sırrımı dünyaya açıklayacağım” diyerek başladığı konuşmasında, “moqueca” isimli oldukça meşhur ve sıra dışı bir yöntemle pişirdiği balık yahnisini detaylıca anlatıyor.

Sokak yemeği servis eden bir aşçı

Dizinin üçüncü bölümünde, Meksika’nın en özel tatlarını ve soslarını barındıran Oaxaca şehrinin sokaklarından birinde emsalsiz “memela” yemeği pişiren kadın aşçı Dona Vale; dördüncü bölümde Peru’nun eşsiz ve keyifli yemek kültürünü barındıran Lima şehrinde, çirkin ancak kişilikli tek göz oda dükkanında ülkenin Japonya kökenli en meşhur yemeklerinden “ceviche”yi kendi bakış açısıyla geliştirerek, yerken aroması nedeniyle hazdan tüyleri diken diken ettiği söylenen “combinado” isimli farklı bir yemeği ortaya çıkartmasıyla ün yapan Tomas Matsufuji’nin hikâyesine yer veriliyor. Beşinci bölümde ise “Kendinize inanmanız için gereken özgüven öyle bir anda oluşmaz, zaman alır. Her geçen gün daha güçlü uyanmanız gerekir, çalışmanız, sabırlı olmanız. Çünkü bir amacınız ve gerçekleştirecek hayalleriniz vardır. Etrafınızdaki engellere ve dikkat dağıtan şeylere rağmen inanmanız gerekir. Kendinize ve yaptığınız şeye inanırsanız, kendinize güveniniz tamsa çok başarılı olursunuz.

  • Sonsuza dek mutlu olursunuz.” sözleriyle hayata bakışını ve yaptığı yemeklerin sırrını ortaya koyan Luz Dary isimli kadın aşçının hikâyesi yer buluyor. Kolombiya Bogota’nın La Perseverancia isimli sürprizlerle dolu yiyecek pazarında ülkenin klasik yemekleri “arepa” ve “ajiaco”yu pişiren kadın aşçıların arasında Karayip mutfağının en iyi yemeklerini yapan Luz Dary’nin meşhur “peynirli mote çorbası” ve diğer lezzetli yemekleri tanınmaya değer. Dizinin son bölümünde ise Bolivya La Paz’da, “patatesli relleno” kraliçesi olarak nam salan Dona Emiliana’nın hikâyesinin yanı sıra, ülkenin yemek kültürünün taşıyıcısı kadın “cholitalar”ın (yerli bir etnik grup), ülkenin geleneksel tatları anason aromalı bunuelo ve acılı chola sandviçinin en iyisini yapabilmek adına giriştikleri kıyasıya rekabet izleyiciyle buluşturuluyor.

Her bölümü ortalama yarım saat süren belgesel dizi, aşçıların kendilerini meşhur kılan sıra dışı yemeklerinin yanı sıra oldukça çarpıcı kişisel hikâyeleri, yansıtılan kültürel zenginlikler ve bölümlerde yer verilen ülkelerin en iyi aşçıları, gurmeleri ve gastronomi yazarlarının da anlatılarıyla oldukça, zengin, renkli ve lezzet dolu bir yapım.