Amerikan Müslümanları ve İslam'ı yorumlayışları
İçinde doğup büyüdükleri veya genç yaşta parçası oldukları toplum tarafından kabullenilme arzusu, azınlık olma psikolojisi ve dini gerekliliklerini yerine getirme isteği gerek ihtida ederek Müslüman olan Amerikalılar gerek ikinci ve üçüncü nesil göçmen Amerikalı Müslümanları nasıl bir lokal çözüm arayışlarına sevk etmiştir?
Bir “göçmen ülkesi” olarak kurulan ve böyle olmakla iftihar eden Amerika Birleşik Devletleri’nin tarihinde, göçmenliğin beraberinde toplumsal eşitliği getirmediği, göçmenliğin türleri ve bir hiyerarşisi olduğu söylenebilir. Afrikalılar gibi zorla kölelik için kaçırılan göçmenlerin maruz kaldığı sıkıntılar, Amerika’nın tarihinin ortasındaki bir “kara leke” olarak durmaktadır. Siyahilerin yanı sıra ülkelerindeki ekonomik ve siyasal sıkıntılardan dolayı yirminci yüzyıl boyunca Amerika’ya göçmüş İrlandalılar, İtalyanlar, İspanyollar gibi Protestan olmayan grupların veya Çinliler, Hintliler, Japonlar, Koreliler gibi başka din ve kültürlere mensup göçmen gruplarının da hor görüldüğü, dışlandıkları fakat nihayetinde Amerikan kültürünün bir parçası kabul edildikleri görülür. Bu çembere eklenen son halka ise Müslümanlar. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren artan bir yoğunlukla, farklı coğrafya ve kültürlerdeki Müslüman ülkelerden Amerika’ya göç eden Müslümanlar, artık Amerikan toplumunun bir parçası hâline gelmiş durumda. Pew Araştırma Merkezi’nin raporuna göre 2007 yılında Amerika’da 2,35 milyon Müslüman bulunmakta. Bu da Amerikan nüfusunun yüzde 0,8’ine tekabül ediyor. Tabii, Müslüman ülkelerden göçlerin azalmadan sürmesi ve Müslümanların (öteki toplumlardan) daha fazla çocuk sahibi olma alışkanları bu sayının her geçen gün artmasına vesile oluyor.
Kendi içinde de kültürel, mezhepsel, etnik açılardan oldukça çeşitlilik gösteren bu topluluğun kamusal temsilinin ne kadar çok ne kadar sağlıklı ve ne kadar olumlu olduğu soruları ise oldukça önemli bir yerde durmakta. En az bu sorular kadar önemli bir diğer soru ise, ihtida eden Amerikalı Müslümanların ve ikinci/üçüncü nesil Müslüman göçmen çocuklarının Amerika’da Müslüman kimlikleri ile Amerikalı olmayı bir araya getirme hususunda bir baskı yaşayıp yaşamadıkları ve dinî yorumlamalarında Amerikan kültürünün nasıl bir etkisi olduğudur. İçinde doğup büyüdükleri veya genç yaşta parçası oldukları toplum tarafından kabullenilme arzusu, azınlık olma psikolojisi ve dinî gerekliliklerini yerine getirme isteği gerek ihtida ederek Müslüman olan Amerikalılar gerek ikinci ve üçüncü nesil göçmen Amerikalı Müslümanları nasıl bir lokal çözüm arayışlarına sevk etmiştir? Bu sorulara cevap aramak için -bu yazı boyunca- Amerika’da gerek popüler kültürde ve akademide gerek siyasette önde gelen bazı Amerikan Müslüman figürlere bakmaya çalıştık ve kamuda yer alabilmek adına nelere dikkat etmeleri gerektiğini incelemek için Amerikan Müslümanlarının gündemini oldukça meşgul eden “eşcinsellik”, “cinsiyetler arası eşitlik”, “İsrail-Filistin meselesi” gibi mevzularda bu figürlerin görüşlerinin neler olduğuna değinmeye çalıştık.
Amerikan Müslümanlarına açık mektup: azınlıklar içinde en azınlık olmak
Bu bağlamda değerlendirilebilecek örneklerden ilki için; Amerika doğumlu ve Hindistanlı Müslüman göçmen bir ailenin çocuğu olan ve televizyonda komedi programlarında muhabirlik, yapımcılık ve sunuculuk yapan komedyen Hasan Minhaj ve ailesi ile çok genç yaşta Amerika’ya göç ederek eğitim hayatını Amerika’da tamamlamış, gençliğinde bir ara Hristiyan olup sonra yine İslam’a dönmüş İran asıllı Dinler Tarihçisi Dr. Reza Aslan’ın Amerikan Müslüman cemaatine yazdıkları açık mektup gösterilebilir. Minhaj ve Aslan, Müslüman cemaat için sadece eşcinselliğe tolerans göstermenin yeterli olmayacağını, yanı sıra eşcinsel evlilikleri desteklemek ve kucaklamak gerektiğini düşündüklerini anlatmak için bu mektubu kaleme almışlardır. 2015 tarihli bu mektup, Obama yönetimi esnasında Amerikan Anayasa Mahkemesi tarafından elli eyalette de eşcinsel evliliklerin resmî olarak kabulünden sonra yazılmıştır. Bu bağlamda, Minhaj ve Aslan’ın vurgularının İslam’ın emir ve yasaklarını referans olarak almadan ilerlemesi dikkat çekicidir. Dinî argümantasyonu sadece LGBT bireylere karşı tavrın nasıl olması gerektiğini belirtirken kullanan ikili, Müslümanların Amerika Birleşik Devletleri’nde küçük bir azınlığı, hem de oldukça negatif algılanan bir azınlığı oluşturduklarını ifade ederek diğer marjinalize edilmiş gruplarla aynı safta yer alarak onları desteklememenin Müslümanlar için olumsuz getirileri olacağını ileri sürmüşlerdir. Buna göre Müslümanlar, LGBT haklarını sadece tolere etmekle kalmamalı, onların hak mücadelesine kucak açmalıdırlar. Minhaj ve Aslan’a göre eğer Müslümanlar demokratik hakların kendileri için geçerli olmasını istiyorlarsa herkes için geçerli olmasını istemek durumundadırlar. Minhaj ve Aslan, Müslümanların Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamak istemelerine sebep olan demokrasi ve özgürlüklerin herkes için olduğunu kabul etmeleri ve azınlıklar olarak diğer azınlıkları destekleyip onlara yardım etmelerinin sadece doğru tavır değil, aynı zamanda Müslümanca bir tavır olduğunu ifade ederek mektuplarını bitirmişlerdir.
Mektuptaki demagojik argümantasyonu bir tarafa bırakacak olsak bile, dikkat çekici iki husus bulunmaktadır: Bunların ilki, Minhaj ve Aslan’ın İslam’a göre eşcinselliğin haram olduğunu düşünmenin sadece “yorumlardan bir yorum” olduğunu öne sürmeleri ve bunun bir devamı olarak, eşcinselliğin haram olduğuna inanmanın yanlış olduğunu düşündüklerini söylemeleridir. İkinci husus ise yazarların, Amerika’daki Müslüman cemaat içinde yaklaşık yüzde 42’lik bir kesimin eşcinsel evliliklere olumlu bakmasıyla iftihar ettiklerini belirtmeleri, Amerikan Kongresi’ndeki Müslüman temsilcilerin eşcinsellerin resmî haklarını desteklemelerinden gurur duyduklarını ifade etmeleri ve son olarak eşcinselliğin İslam dünyası için yeni bir olgu olmadığını öne sürmeleridir. Minhaj ve Aslan’daki bu tavrın, Amerikan Müslümanların azımsanmayacak bir kısmı tarafından desteklendiğini düşünmek yanlış olmayacaktır. En azından kamusal olarak kendilerine bir yer edinmeye çalışan Müslüman figürler, benzer değerleri desteklediklerini belirtmişler veya belirtmek durumunda kalmışlardır.
Politik olmak ya da olmamak: Siyaset ayağında Amerika’da Müslümanlar
Kamusal yer edinmenin önemli bir ayağı olan siyasete baktığımızda Amerikan Kongresi’nde 2020 itibariyle sadece dört Müslüman temsilci seçildiğini görürüz. Şu an için üçü de Temsilciler Evi’nde olmak üzere Kongre’de hâlen üç Müslüman görev yapmakta. Senato’da ise şimdiye dek hiçbir Müslüman hizmet vermemiş. 3 Haziran 2022’de ise Mehmet Öz Pennsylvania eyaletinde Senato için aday olmuş ve bu da onu ABD Senatosu için iki büyük parti tarafından aday gösterilen ilk Müslüman yapmıştır.
Temsilciler Evi’ndeki ikisi erkek, ikisi ise kadın olan bu temsilcilerin bazıları sonradan ihtida etmiş Müslümanlarken, bir kısmı da Amerika’ya göç etmiş ailelerin çocuklarıdır. Bu temsilcilerin dinî yorumlarının da Amerika’nın sosyal-politiğinden etkilendiğini söylemek mümkündür. Amerikan Kongresi’ne seçilen ilk Müslüman temsilci, aynı zamanda Minnesota’dan seçilen ilk Afrikalı-Amerikalı olan Avukat Keith Ellison, yemin töreninde Thomas Jefferson’a ait Kuran-ı Kerim’in üzerine el basması ile gündeme gelmişti. Nation of Islam’la da bağlantısı olduğu ifade edilen Ellison, 2007-2019 yılları arasında görevde bulunmuş ve vazifesini daha sonra yine bir Müslüman olan ve ilk kadın Müslüman temsilci İlhan Ömer’e bırakmıştır. Ellison, Minhaj ve Aslan’ın mektuplarında iftiharla bahsettikleri Amerikan Kongresi’ndeki Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transeksüel Grup Toplantıları’nın başkan yardımcısı olan Müslüman temsilcidir. Verdiği demeçlerde dinî hoşgörüyü desteklediğini ve “dinî yobazlığa” karşı olduğunu ifade eden Ellison’a göre, bu duruş aynı zamanda eşcinsellerin de haklarını savunmayı gerektirir. Ellison, dinî inançların kişisel olduğunu ve siyasetini kamunun yararına olacak şekilde tasarlamasına yardımcı olmak dışında inançlarının siyasetini şekillendirici bir etkisi olmadığını söylemiştir. Müslümanların siyasi temsilinin artması gerektiğine inanan Ellison, Bush dönemi Amerikan yönetimini 11 Eylül vakasını hak ihlalleri hususunda suiistimal ederek bir baskı rejimi kurmakla itham etmesi ile de bilinir. Ellison, İsrail-Filistin meselesinde iki devletli çözümü destekleyip Amerikan hükûmetinin İsrail’e para vermeye devam etmesi için oy vermiş ve BDS hareketine karşı olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte Gazze’ye yaptığı geziler ve Gazze’nin ablukasının kaldırılmasına yönelik çağrısı sebebiyle hem Demokrat Parti’nin başlıca İsrail yanlısı sponsorlarından hem de Obama ve Clinton kamplarından şiddetli tepkiler almıştır. Ellison’ı destekleyen Yahudi seçmenleri ve sponsorlarının onun antisemitist olmadığına dair beyanları da bu karalama kampanyalarını azaltmamıştır.
Kongrede yer alan ikinci Müslüman isim olan ve 2008’den bu yana Indiana temsilciliğini yürüten Andre Carson ise, belki de Ellison’ın başına gelenlerden ders çıkararak çok daha aktif ve açık bir İsrail destekleyicisi olarak kendini konumlandırmıştır. Temsilci seçilmeden önce kolluk kuvvetlerinde ve millî güvenlik uzmanı olarak bir terörle mücadele biriminde görev yapmış Carson, İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yaptığını öne sürdüğü saldırıları destekler.
İnancını her adımda göstermediği söylenen Carson’ın, Müslüman hakları üzerine konuşmak hususunda Ellison’dan daha az öne çıktığı için “Kongredeki diğer Müslüman temsilci” olarak anıldığı iddia edilir. Baptist bir aileden gelen ama Katolik bir okulda okuyan Carson, muhtemelen hemen her Afrikalı-Amerikan genç gibi İslam’la Nation of Islam grubu ve Malcolm X’in otobiyografisi ile tanışmıştır. Gençken Nation of Islam’ın siyahi üstünlüğünü savunan görüşü kendisine çekici gelse de camilerde gördüğü ve ırkların bir arada uyum içinde olduğu hâlden çok etkilenerek İslam’ı seçen Carson, aynı zamanda aileden siyasetçidir. Muhtemelen de bu sebeple, seçim bölgesindeki Yahudi cemaatleri ile bağlantıları çok güçlü olan Carson, Netanyahu’yu ziyaret etmiş, İsrail’in Gazze saldırılarından sonra bile İsrail’i desteklemeyi sürdürmüş ve bu sebeple Filistin yanlısı birçok oluşumdan eleştiri almıştır. Bununla birlikte 2021’de İsrail’in “Andre Carson” savunma sistemini finanse etmek için yapılan oylamada hayır oyu veren 9 Demokrat’tan biri olarak ismi geçmiştir. Yaptığı açıklamada İsrail devletinin ve masum İsraillilerin sonuna kadar yanında olduğunu, Filistinli terör örgütlerinin asıl suçlular olduğunu ama Filistinlilerin toplama kamplarında hayat sürmeye çalışmasının yanlış olduğunu düşündüğünü ifade etmiştir. Carson da Ellison gibi, Kongre’deki Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transeksüel Grup Toplantıları’nın üyesidir.
Kongrenin diğer iki Müslüman üyesi ise ihtida etmiş bireyler değil, aileden Müslüman kişilerdir. Bunların ilki Somali doğumlu, Amerikan Kongresi’nin ilk Somali asıllı Müslüman temsilcisi, Afrika’dan gelip vatandaşlık alarak seçilen ilk kadın temsilci ve ilk iki Müslüman kadın temsilcisinden biri olan İlhan Omar’dir. Somali İç Savaşı’ndan kaçarak dört sene göçmen kamplarında yaşayan Omar ve ailesi, daha sonra ABD’ye yerleşmişlerdir.
Aktif bir siyaset hayatı olan Omar, özellikle Trump’ın açık hedefi olması ile aldığı ölüm tehditleri ve BDS hareketini desteklemesi yüzünden -Trump’ın teşviki ile- İsrail’in hükûmeti tarafından ülkeye girişinin yasaklanması ile bilinir.
LGBT hareketinin güçlü bir destekleyicisi olan Omar, 2019 yılında, Minnesota eyaletinde “eşcinselleri asıl hâllerine geri getirme terapisi”ni yasaklayan bir kanunu destekleyen bir kampanya yürütmüştür. Brunei’de zinaya ve eşcinsel ilişkilere ölüm cezası verilmesini öngören yeni bir kanun çıkmasını şiddetle eleştirmiş ve Batı Şeria’da Filistinli otoriteler tarafından faaliyetleri yasaklanan Filistinli LGBT hakları savunucusu Al Qaws isimli grubu destekleyen tweetler atmıştır.
- CNN’in araştırmasına göre İlhan Omar’den FOX News’te CNN ve MSNBC’de bahsedildiğinden iki kat daha fazla bahsedilmekte ve diğer Demokrat Parti temsilcilerinden ise neredeyse altı kat daha fazla ismi geçmektedir.
Yapılan bir araştırma da Cumhuriyetçilerin tanıdığı Demokrat temsilciler arasında ilk ismin İlhan Omar olduğunu göstermiştir. Omar, Cumhuriyetçiler arasında en fazla olumsuz değerlendirilen temsilcilerdendir. Bunun bir örneği, 2021 yılında Cumhuriyetçi temsilci Lauren Boebert’in, Omar ile aynı asansöre bindiğini ve onu bir terörist zannettiğini ifade eden sözleridir. Boebert’e göre asansördeki bir polis de Omar’ı terörist zannetmiştir. Omar ise Boebert’le aynı asansöre hiç binmediğini, bu hikâyenin “Müslüman karşıtı yobazlık”ın göstergesi bir uydurma olduğunu ifade etmiştir.
Omar’ın bir diğer özelliği de Kongre’deki ilk başörtülü kadın temsilci olmasıdır. On dokuzuncu yüzyılda Kongre’yi İngiliz Parlamentosu’nun kurallarından ayırmak için düzenlenen bir kanunla Kongre’de baş aksesuarı takılması yasaklanmışken, Omar’ın temsilci seçilmesi ile dinî gereklilikler sebebiyle bu yasağın ihlaline izin verilmiştir.
Kongre’deki son Müslüman temsilci ise Michigan temsilcisi Rashida Tlaib’tir. Tlaib aynı zamanda Kongre’deki ilk Filistin asıllı kadın temsilci, Michigan’ın temsilciliğini yapan ilk Müslüman kadın ve Amerikan Sosyal Demokratlarının Kongre’deki ilk kadın temsilcisidir.
İsrail-Filistin meselesinde açıkça tek devletli sistemi ve BDS hareketini destekleyen Tlaib bu sebeple sponsorlarını da kaybetmiştir. Tlaib aynı zamanda Omar ile İsrail hükûmetinin ülkeye girişini yasakladığı iki Kongre temsilcisinden biri olmuştur. Tlaib’in dinî görüşleri, Müslüman cemaat içinde tartışma konusu olmuştur. Kongre’ye seçildiğinden şükrünü ifade etmek için gittiği camide verdiği demeçte bazen “Şükürler olsun” derken Allah için dişil üçüncü tekil şahıs zamiri (she) kullandığını çünkü kendisinin Allah’ının dişil üçüncü tekil şahıs olduğunu ifade etmiştir (“My Allah is She”). Başka bir demecinde de Müslüman cemaatinin Tlaib’in yeterince Müslüman olmadığını düşündüğünü bildiğini ama yaptıklarının İslam’ı yansıtan girişimler olduğunu ve Allah’ın kendisini anlayışla karşıladığını bildiğini öne sürmüştür.
Sizin dininiz size: Dini liderlik ve pratiklerde aşırı-yorumda Amerikan Müslümanlar
Siyasal liderler böyle iken “İslam’ı aşırı bir yorumu tabi tutan” dinî liderlerin de Amerikan Müslümanları arasında bulunduğunu vurgulamak gerekmektedir. Bu isimlerden belki de en dikkat çekeni ise kamuoyunda “ilk defa -açıkça- eşcinsel olduğunu ilan eden imam” olarak bilinen Daayiee Abdullah’tır. Afrikalı Amerikalı Baptist bir aileden gelen Abdullah, gençliği boyunca çeşitli dinleri araştırarak kendisine en uygun dini aramış, bunun yanı sıra 15 yaşındayken ailesine “eşcinsel olduğunu” söylemiş ve onların desteğini almıştır. Abdullah, uzun süren arayışlarının sonunda 30 yaşında ihtida etmiştir.
Kur’an’da hiçbir yerde eşcinsellerin cezalandırılması gerektiğinin yazılmadığını ifade eden Abdullah, önce Kur’an’a sonra Sünnet’e bakılması gerektiğini ve Hz. Muhammed’in de eşcinsellerin öldürülmesini emretmediğini belirtir. Özellikle ISIS’in eşcinselliğe karşı tavrının önünün alınması için çağrıda bulunan İmam, böylece İslam’ın prensiplerinin “ağızdan ağıza aktarımla değil de metinlere dayanan gerçek bir okumasının yapılabileceğini” öne sürer.
“Light of Reform” Camisi’nin imamı olan Abdullah, LGBTQ+ Müslümanların manevi rehberliğe olan ihtiyaçlarını karşılamayı hedeflediğini ifade eder. İmam olarak ilk görevi, diğer imamların AIDS olduğu için cenaze namazını kılmayı reddettikleri bir Müslümanın cenaze namazını kılmak olan Abdullah, camisine cuma namazları için çok çeşitli insanların geldiğini, herkesi kapsayıcı bir açık-camileri olduğunu belirtiyor. “Açık Cami”, kadınların da her safta namaz kılabildiği ve namazlarda imamlık yapabildiği yeni bir cami konseptidir. Ayrıca The Muslim Alliance for Sexual and Gender Diversity (Cinsî ve Toplumsal Cinsiyetçi Çeşitlilik için Müslüman İttifakı) tarafından LGBTQ+ Müslümanlar için düzenlenen kamplara da katılan Abdullah, Müslümanlar için inançları ve cinsellikleri hakkında kabul gördükleri güvenli bir ortamda konuşmanın bir ihtiyaç olduğunu öne sürüyor. Abdullah, aynı zamanda İslam’ı “Doğu-Batı dinamiğinden özgürleştirecek yeni dinî yorum arayışları” için dünyanın dört bir yanından İslam âlimleri ile “ilerlemeci Müslümanlar için bir temel inşa etmek” istediğini ifade ediyor. Abdullah’ın getirdiği yenilikler arasında, eşcinsel Müslüman çiftlerin ve başka dinlerden olan çiftlerin nikâhlarını kıymak da var. İddialara göre bu “temel” inşası ve herkesi sorgusuz sualsiz arasına katan kurumsal yaklaşım, sadece LGBTQ+ Müslümanlara güvenlikli bir dinî alan vermekle kalmıyor; heteronormal bile olsalar böyle katılımcı bir ortamda bulunmak isteyen ilerlemeci Müslüman için de sığınılacak bir liman işlevi görüyor.
Abdullah’ın “açıkça eşcinsel olduğunu ilan eden ilk imam” olarak lanse edilmesinin bir iması da başka eşcinsel imamların da bulunduğu ama onların cinsel tercihlerini açıkça ilan etmedikleridir şüphesiz. Nitekim şu anda sadece Amerika’da değil dünya genelinde eşcinsel olduklarını ilan eden ona yakın imam ortaya çıkmıştır. Burada vurgulanması gereken hususlardan birisi de söz konusu bu imamların hiçbirisinin Müslüman ülkelerde bulunmuyor olmalarıdır.
Amerikan Müslümanlarını İslami pratikler hususunda meşgul eden bir diğer husus da kadınların ibadetlerde bulundukları konumlar ve kadınların imameti mevzusudur. Kadınların erkeklerden ayrı ve arka saflarda namaz kılması, imamların sadece erkeklerden olması gibi pratikler bazı Amerikan Müslümanlarınca kabul edilmez bulunmaktadır. Nitekim, bu pratiklere karşı çıkmakla kalmayıp alternatif pratikler öneren/uygulayan ve “Lady İmam” olarak bilinen Amine Vedud, dinin ataerkil pratiklerden uzaklaştırılması konusunda çok uzun yıllardır öncü bir konumdadır.
Aynı zamanda bir akademisyen de olan Vedud, İslam ve kadın üzerine yazdığı kitaplar kadar 2005 yılında, Virginia Commonwealth Universitesi’nde hocalık yaparken imamlık yaparak kıldırdığı cuma namazı ile tanınmaktadır.
Çevredeki camilerin bu etkinliğe izin vermeyi reddetmesinin ardından bölgenin Anglikan Kilisesi’nde kılınan namaz, zamanında çok ses getirmişti.
Elli senedir Müslüman olduğunu söyleyen Amine Vedud, seçiminden çok memnun olduğunu ifade ederken, İslam’ın şartları olarak lanse edildiğini ifade ettiği görevlerin modern Müslümanlar tarafından uygulanabilecek şekilde yorumlanmasının öneminin altını çizer. Birçok insanın İslami pratiklerin yeterince kapsayıcı ve müsamahakâr olmaması sebebiyle travmatize olduğunu söyleyen Vedud, feminist duruşunun bütün düşüncesine içkin olduğunu söyler. Eserlerinde bazen kasıtlı bir şekilde Allah’tan bahsederken eril tekil üçüncü şahıs zamirini (“he”) değil de dişil tekil üçüncü şahıs zamirini (“she”) kullandığını ifade eden Vedud, kadınların genelde dinin içinde ama özelde camilerde yer alma şeklinin (arka planda olmak, güzel yerlerin kadınlara verilmemesi vs.) kadınların maneviyatını azalttığını iddia eder.
Bir süredir Amerika’yı terk ederek Endonezya’da yaşamaya başlayan Vedud, orada QIST’ı (Queer Islamic Studies and Theology) kurar. Kurumun kısaltması olan “QIST” ifadesi, Mide Suresi 42. ayette geçen (“…Eğer hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil olanları sever.”) “qıst-muqsitin” kelimelerine dayanır. İslam’ın modernizm öncesi dönemde cinsiyet çeşitliliğine izin verdiğini ve bu konuda birçok çalışma olduğunu öne süren QIST, web sitelerinin hakkında bölümünde Allahu Teala’nın kendisinden Kur’an’da “biz” diye bahsetmesinin ta kendisinin bir “queer tefekkür” olduğunu ifade ederler. Bu anlamda QIST, Lut kavmine gönderilen azabın da geleneksel kaynaklar tarafından yanlış yorumlandığı düşüncesindedir.
Kadınların imamlık yaptığı kurum ve organizasyonlar Amine Vedud’un önderliği ile kalmamıştır. 2015 yılında Los Angeles’ta kurulan Women’s Mosque of America, sadece kadınlara hizmet etmesi ile biliniyor. İlhamını Çin’deki yüzyıllar önce kadınlara mahsus camilerden aldığı söylenen caminin imamı Karaçili göçmen bir ailenin kızı olarak Amerika’ya gelmiş olan Tasneem Noor. Noor, hâlihazırda cumaları Arapça hutbe verip cuma namazlarını kadınlara kıldırıyor.
Gösteri devam etmeli mi ya da böyle temsil olsun mu: eğlence dünyasında Müslümanlar
- Öte yandan göz atılması gereken bir diğer alan olan, eğlence sektöründe de Amerikalı Müslümanların her geçen gün daha çok yer aldığı görülmektedir. Özellikle komedi eksenli stand-uplar, komedi-haber programları, diziler Müslümanların kendilerini gösterdikleri alanlar olmuştur.
Özellikle 11 Eylül’den sonra birçok Müslüman stand-upçının bir araya gelerek turneye çıkması, ardından Jon Stewart’ın The Daily Show’unda görev yaparak kariyerlerine başlayan Hasan Minhaj gibi isimlerin Netflix gibi çeşitli platformlarda kendilerine ait özel programlarının olması (Patriot Act) ve bu programların başarısı Müslüman görünürlüğünü artırmaya başlamıştır.
Bu tür programların yanı sıra Müslümanlar tarafından yapılan dizilerin artması da oldukça dikkat çekmektedir. Mısırlı bir Amerikan olan Ramy Youssef’un Hulu’da üçüncü sezonuna giren Ramy dizisi Amerikalı Müslüman gençliğin karşılaştığı içsel ve sosyal sorunları, onların mücadelelerini ve zemin arayışlarını ele almakta. Ramy’nın dizinin tanıtımları için çıktığı programlarda, “Cuma günü kutsal günümüz hem de hafta sonunun başladığı gün, öğlen ibadetle arınıp akşam içip sızıyoruz, kutsal günümüzü acaba pazara mı alsak?” minvalinde sarf ettiği espriler Amerikan Müslüman gençliğin ne yârdan ne serden geçmeden konsantrasyonu azaltılmış bir din isteklerinin göstergesi olabilir mi acaba? Öte yandan, Müslümanlar gösteri dünyasında yer almaya başladıkça birbirlerini desteklemeleri ve alan açmalarının arttığı gözlemlenebilir. Mesela, Filistin’e verdiği açık ve kuvvetli destekle kamuoyunun dikkatini Filistin meselesine çeken ünlü Filistin asıllı manken Bella Hadid’in, birçok ünlü firma ile iş anlaşmasını da bu açık desteği sebebiyle kaybetmişken Ramy’nin üçüncü sezonunda rol almaya başlaması bir tür destek mesajı olarak görülebilir.
Bu dizilerden verilebilecek bir diğer dikkat çekici örnek de CBS’te iki sezon yayınlanan United States of AL. Afganistan’dan dönerken yanında tercümanı Awalmir’i de getiren Riley ve ailesinin Awalmir ile yaşadıkları kültürel karşılaşmaları anlatan dizi, Amerikan birliklerinin Afganistan’da bulunması ve sonra Afganistan’ı Taliban’a terk etmesi gibi konuların yanı sıra, dindar bir Müslüman olduğu söylenen Awalmir’in Amerikan kültürüne uyumu gibi mevzuları hakikatinden uzak bir yumuşaklıkta ve sığ geçişlerle anlatmakta. Efendi-köle ilişkisinin sevimlileştirilerek gösterildiği ve işgal, zorunlu göç, ailelerin yıkılması, işgal ile gelen sıkıntılar gibi mevzuları kenarda bırakarak Amerikan askerinin travma sonrası stres bozukluğuna bölümlerce odaklanan diziye bakıldığında, “Gösteri dünyasında Müslümanlar hiç temsil edilmeseydi daha mı iyi olurdu?” sorusu geliyor akıllara.
Benzer bir efendi-köle anlayışının sürdürüldüğü temsil, Müslüman kadınların çeşitli platformlarda sayısı gittikçe artan dizilerde resmedilişinde de kendini gösteriyor. Geena Davis Enstitüsü’nde yapılan bir araştırma, Müslüman kadınların dizi ve filmlerde genelde geleneksel rollerde ve baskı ortamı içinde tasvir edildiğini ortaya koyuyor. Söz konusu bu resmediliş, Amerikalı Müslümanların sosyal medya hesaplarında çokça alaylarına da sebep oluyor. Başörtülü karakterlerin yer aldığı dizilerin hemen hepsinde ailesi ile problemli ve bir çeşit bunalım geçiren, beyaz bir oğlan ile aşkı sayesinde kendisine ve hayatına bir anlam kazandırabilen, en sonunda başını açarak özgürleşen ve beyaz adam sevgilisi ile ufukta kaybolan bu Müslüman kadın karakteri de Müslüman algısının nasıl değişmeden kendini ürettiği hakkında oldukça net bir bilgi verebilir. Her ne kadar son zamanlarda tektipleşmiş kalıpların dışında karakterlerin olduğu diziler ortaya çıksa da bu dizilerin değişik ırklar, dinler, LGBTQ+ karakterlerin zenginliğini ve derinliği göstermeyi hedefleyen diziler olduğu göz önünde tutulmalıdır.
Duvarsız çatılar ülkesi Amerika’da Müslüman azınlığın duvarları çatısız mı?
Amerikan Müslümanları; değişen birçok kültür, arka plan, nesil ve ırktan gelseler de hepsinin ortak meselelerinden birinin azınlık oldukları bir ülkede davranış kalıplarını nasıl şekillendirmeleri gerektiği ile bu içinde bulundukları ülkeye göre şekillenmiş kalıplara kendi kimliklerini nasıl uyduracakları sorusu olduğu düşünülebilir. Bu soru; dinî pratiklerin uygulanmasındaki çeşitlilikten, kişisel dinî tecrübelere komünal yaşamda meşru alanlar açmaya kadar değişen bir şekilde çeşitli var olma çabalarını da beraberinde getirmiş görünüyor.
Böyle bir atmosferde ve belki de Amerika’nın kendi doğasına da uygun şekilde incelenen örneklere bakıldığında Müslümanların nasıl kimlikler taşıdıkları, hassas noktalarının ve kırmızı çizgilerinin ne olduğu da çoğu zaman icmaya değil, bireysel beyanlara dayanıyor varsayılabilir mi?
Amerikan kültürüne icabet etmekten gelen toplumsal refleksleri, kültürün kabulleri değişince değişime uğrayacak mı? Mesela Minhaj ve Aslan’ın özel vurgusu ile azınlık oldukları için destekledikleri LGBTQ+ hareket bir gün Amerika için azınlık olmazsa, yeni bir strateji mi gözetecekler? Öte yandan Amerikan Müslümanları, kamunun çeşitli konumlarında kendilerine yer açtıkça daha etkili kitlesel bir güce kavuşarak çeşitli mevzileri tutacaklar mı, buna talip olacaklar mı, bu soruların da cevabını gelecek günler gösterecek.