Tampon ülkenin kuruluşu
İngiliz ve Fransız egemenliğindeki toprakların geçiş noktasında bir tampon devlet sıfatıyla tesis edilen "Maverâ-i Ürdün Emirliği"nin bağımsızlığı, 20 Şubat 1928’de imzalanan bir anlaşmayla Londra tarafından resmen tanındı. Yeni devletin ismi “Ürdün Nehri’nin Ötesindeki Emirlik” anlamına geliyordu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere, üç farklı yere, aynı anda tutması imkânsız olan üç çelişkili söz vermişti. Bu sözlerden birincisinde, tarihe “Sykes-Picot” adıyla geçecek ünlü anlaşmayla bugünkü Anadolu, Suriye, Lübnan ve Irak topraklarını kapsayan geniş bir coğrafya Fransa ile gizlice bölüşülmüştü. İkincisinde, yine aynı bölgeyi de kapsayacak şekilde geniş bir alan Şerif Hüseyin ve taraftarlarına vaat edilmişti. Gerçi bu Londra’nın gözünde bağlayıcı bir vaat değildi, ama Şerif cephesinde böyle anlaşılmıştı. Üçüncüsünde de, Filistin’de Yahudilere bir devlet sözü verilmişti. Dört yıllık savaş 1918’de bittiğinde bugünkü Ortadoğu’da İngiltere’nin hakimiyeti tartışılmazdı. Savaştan sonraki yıllarda ise, sıra bu sözleri tutmaya gelecekti.
Fransa, tıpkı anlaşmada uzlaşıldığı gibi Suriye ve Lübnan’a el koydu. Irak ve Filistin’den Mısır’a kadar olan coğrafya ise İngiltere’ye kaldı. 1920 başı itibariyle Filistin’de İngiliz mandası başladı. “Taçsız kral” Şerif Hüseyin’in oğulları Faysal ve Abdullah ise ertesi yıl kendilerini yapay biçimde oluşturulmuş devletçiklerin başında buluverdiler. Haritası kâğıt üzerinde çizilen Irak’a Faysal kral olurken, İngiliz ve Fransız egemenliğindeki toprakların geçiş noktasında bir tampon devlet sıfatıyla Maverâ-i Ürdün Emirliği tesis edildi.
- Yeni devletin ismi “Ürdün Nehri’nin Ötesindeki Emirlik” anlamına geliyordu.
Emir Abdullah, 1921’de bir kır kasabasından hallice olan Amman’da koltuğa oturduğunda, Çerkeslerin ve bedevî Arapların çoğunluğu oluşturduğu bir ülkenin başındaydı. Ve nüfusu ancak 230 bin kişiden ibaret olan bu ülkenin güvenliğinden ekonomisine, dış politikasından bürokrasisine tamamen İngilizler hâkimdi. Hepsi de “uzman” veya “danışman” sıfatını taşıyan İngilizler, Emir Abdullah’a göz açtırmıyordu. Abdullah ise hem Arap kamuoyu tarafından “kukla” olarak algılanıyor hem de üzerindeki yoğun baskıdan büyük rahatsızlık duyuyordu.
1923’te İngiltere, bu küçücük çöl emirliğine bir ordu bahşetti. “Arap Lejyonu” adını alan ilk Ürdün ordusu, 1939’dan 1956’ya kadar Sir John Bagot Glubb -ya da Araplar arasında meşhur adıyla: Glubb Paşa- tarafından yönetilecek, 1948’deki ilk Arap-İsrail Savaşı’nda da çekimser davranarak İsrail’in Kudüs’ün yarısını ele geçirmesine yardımcı olacaktı. 1967’de işgal tamamlanacak, böylece Ürdün de Doğu Kudüs’ten fiilen çekilmek durumunda kalacaktı.
İngilizlerle Emir Abdullah arasında 20 Şubat 1928’de imzalanan bir anlaşmayla Mâverâ-i Ürdün Emirliği’nin bağımsızlığı Londra tarafından resmen tanındı.
Bu, bağımsız bir krallığa giden ilk adımdı. İngiltere yine tam kontrolünü ve tahakkümünü sürdürüyor olsa da, artık Emir Abdullah’ın eli daha güçlüydü. İsrail’in kurulmasından önce, 22 Mart 1946’da imzalanan yeni bir anlaşmayla ülkenin statüsü “krallık” olarak yükseltildi. 22 Mayıs günü parlamentoda yapılan oylamada “Ürdün Hâşimî Krallığı” ve onun hükümdarı sıfatıyla da “Kral Abdullah” resmen sahneye çıktı.
İsrail’le gizlice sürdürdüğü barış müzakerelerinin doğurduğu nefret ortamında, 20 Temmuz 1951’de Mescid-i Aksâ’nın içinde bir Filistinli tarafından vurularak öldürülen Kral Abdullah’ın yerini oğlu Talâl alacak; ancak onun “psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle” ertesi yıl tahttan indirilmesiyle Ürdün’de Kral Hüseyin dönemi başlayacaktı. 1953 yazından öldüğü 1999’a kadar kesintisiz biçimde tam 46 yıl hatta kalan Kral Hüseyin, modern dönemde İslâm dünyasında en uzun süre iktidarda kalan yöneticilerden biri olarak tarihe geçecekti.