Saddam'ın arşivi

YUSUF SAMİ KAMADAN
Abone Ol

Baas partisi çalışanlarının kayıtları, dahili yazışmalar, muhbir listeleri ve hatta 8 yıl devam eden İran-Irak Savaşı boyunca kaçırılan Iraklı ailelerin çocuklarına ait detaylar arşivdeki belgeler arasında yer alan kayıtlardan sadece birkaçıdır..

Michael Gordon’ın ABD merkezli bir gazete olan The Wall Street Journal’daki “Baath Party Archives Return to Iraq, With the Secrets They Contain” (Baas Partisi’nin Arşivleri İçerdikleri Sırlarla Irak'a Dönüyor) başlıklı yazısı Amerika yönetiminin bir iyi niyet göstergesi olarak bu kayıtları Irak Başbakanı Mustafa Kâzımî’ye gönderdiğini söylerken, akıllara gelen haklı bir soru olarak bu arşivin nasıl olup da Amerika’ya gittiği konusunda karanlık noktaları da kısmen aydınlatır. Michael Gordon şüphesiz bu meseleyle alakalı yazan ilk kişi değildir. Fakat meseleden geniş bir şekilde haberdar olunmasında yazısının ciddi bir tesiri olur.

Hikayenin kilit noktasında Kenân Mekkiye isimli biri vardır. 1949 yılında Bağdat’ta dünyaya gelen, ilk yıllarını burada yaşamasının ardından üniversite eğitimi için Amerika’ya giden Mekkiye, Amerika’nın işgali neticesinde Saddam’ın devrildiği 2003 yılına kadar da bir daha Irak’a dönme imkanı bulamaz.

  • Yurt dışında yaşayan Saddam ve Baas rejiminin amansız bir muhalifi olan, bu özelliğiyle Irak muhalefetin önemli isimlerinden biri olarak sivrilen Mekkiye, aslında 2003 yılındaki Amerika işgalinin de altyapısını hazırlayan bir isimdir.

Onun özellikle kaleme aldığı Republic of Fear: The Politics of Modern Iraq (Korku Cumhuriyeti: Modern Irak Politikaları) isimli eseri, Saddam’ın Kuveyt işgali sonrası Avrupa ve Amerika’da ciddi bir ses getirir. 90’lardan itibaren de Amerikan hükümetlerine Irak’a bir askerî teşebbüs yapılması konusunda lobi faaliyeti yürüten Mekkiye, Irak’ın işgali konusundaki kilit isimlerden biri olur. Nihayet Saddam’ın devrilişine tanık olarak Amerikan kuvvetlerinin koruması altında Irak’a geldiğinde yıl 2003’tür.

ABD, uzun süredir elinde tuttuğu Baas arşivlerini Irak'a iade etti.

Geçici Koalisyon Yönetimi tarafından Irak Yönetim Konseyi’ne müşavir olarak getirilen Mekkiye, 2003 yılında Amerikalı gazeteci Charlie Rose ile yaptığı, internette bulunabilen 20 dakikalık röportajında her ne kadar Irak’a temelli yerleştiğini söylese de burada yaklaşık 3 yıl bulunmasının ardından tekrar Amerika’ya döner ve bugün de hâlâ yaşamını Amerika’nın Massachusetts Eyaleti’nde sürdürür.

Bundan sadece birkaç yıl önce ABD’nin bağımsız haber radyosu olan National Public Radio’da verdiği bir röportajda, Amerika işgali ile başlayan Irak’taki kaosun hâlâ devam ettiğini söylerken, aslında bir türlü toparlanmayı başaramayan Irak’ın mevcut durumundan kendisinin de sorumlu olduğunu söyler.

  • Amerika askerlerinin Bağdat’a girdiği gün Beyaz Saray’da yer alan Oval Ofis’te Bush ile birlikte harekâtı seyreden Mekkiye’nin 2016 yılında yayınlanan The Rope: A Novel isimli eseri aslında bir pişmanlık mahiyetinde olsa bile yine de Amerika’nın Irak’a müdahalesine bir eleştiride bulunmaz.

Ona göre Saddam’ın düşmesi için bu işgal kaçınılmazdır.

İsmi özellikle bugünlerde Irak-İsrail normalleşmesinin zeminini hazırlayan kişi olarak sık duyulan biri olan Mekkiye’nin, tenkide uğrayan biri olduğunu da eklemek gerekir.

Özellikle zamanında Edward Sid’in Mekkiye’ye yönelttiği tenkidler bir hayli ciddidir. Amerika’nın Irak’ı işgalindeki faal rolü de dahil olmak üzere Kenân Mekkiye hiç şüphesiz üzerine ayrı bir yazı kaleme alınması gereken bir isimdir. Mekkiye ile alakalı bu bilgiden sonra Saddam Hüseyin’in arşivi meselesine ve Mekkiye’nin buradaki rolüne dönelim.

Akademik cesaretin örneği: Edward Said
Mecra

2003 yılında Amerikan işgalinin Bağdat merkez olmak üzere Irak’ta meydana getirdiği kaos pek çok problem yanında şüphesiz oluşan güvenlik eksikliği sebebiyle yağmacılara da gün doğurur. Bunun engellenmesinin de imkansız olduğu, kaos ortamından beslenen bir zamanda yağmacıların, Saddam Hüseyin’in Baas Partisi’nin kurucusu Mişel Eflak için yaptırdığı anıt mezara yöneldikleri haberi, daha yeni Irak’a gelmiş olan Mekkiye’yi harekete geçirir.

Anlaşıldığı kadarıyla Amerikan birlikleriyle hemen oraya yönelen Mekkiye’nin yanında ise çok sürpriz bir isim daha vardır: bugün Irak başbakanı olan Mustafa Kâzımî..

Saddam Hüseyin’in, 1989’da düzenlenen devlet cenaze töreninde naaşını omuzunda taşıdığı Mişel Eflak’ın kabrinin bulunduğu bu anıt mezara giden Mekkiye ve Kâzımî, yapının su basmış olan zemin katında Baas Partisi’nin resmî belgelerinin yer aldığı büyük bir yığınla karşılaşır. Su basmış bu zemin kata elektriklerin kesik olması sebebiyle el fenerleriyle giren ikili ellerine geçirdikleri belgeleri okuyunca karşılarında çok önemli bir şeyin olduğunu anlarlar.

Baas ideolojisinin fikir babası: Mişel Eflak
Mecra

1258’de Moğollar tarafından yakılan İslâm medeniyetinin kadim şehri Bağdad, 2003 yılında, bu sefer Amerikalılar tarafından yakılırken... Dicle Nehri sanki gözü yaşlı yine olan bitene şahitlik ediyor gibi...

Tıpkı Mekkiye gibi Saddam Hüseyin’in önde gelen muhaliflerinden biri olan Kâzımî, 1985 yılında terk ettiği Irak’a, aynı şekilde Amerika’nın işgali sonrası dönebilir. Uzun yıllar yaşadığı İngiltere’den vatandaşlık da elde eden mevcut Irak başbakanı, bilindiği gibi bu mevkiye gelmeden önce başında bulunduğu Irak Ulusal İstihbarat Servisi’nde yaptığı faaliyetlerle de gündeme gelir.

Bir hayli yakın oldukları anlaşılan Mekkiye ve Kâzımî ikilisi, Mekkiye’nin 1992 yılında “Iraq Research and Documentation Project” ismiyle kurduğu, 2003 yılında ise “Iraq Memory Foundation” şeklinde değiştirdiği merkezde yakın temasta bulunurlar. Saddam Hüseyin rejiminin insanlık suçlarına ait belgeleri uluslararası kamuoyuna sunmayı bir vazife edinen bu merkezde Kâzımî, 2003 ile 2010 yılları arasında Bağdat’ta başkanlık da yürütür. Kâzımî ile alakalı bu kısa bilgiden sonra tekrar arşivlere dönelim.

Saddam Baası’nın hafızasının yer aldığı arşiv kayıtlarından bir detay (el-Cezîre).

ABD işgal merciinin onayıyla bu belgeleri, vakfının merkezi olarak kullandığı ailesinin Bağdat’taki eski evine taşıyan Mekkiye, içerisinde Kâzımî ve birkaç kişinin daha olduğu ufak bir grup ile bu malzemeyi tasnif ve taramaya girişir.

Parti çalışanlarının kayıtları, dahili yazışmalar, muhbir listeleri ve hatta 8 yıl devam eden İran-Irak Savaşı boyunca kaçırılan Iraklı ailelerin çocuklarına ait detaylar bu belgeler arasında yer alan kayıtlardan sadece birkaçıdır..

Tüm bunların ve daha nicelerinin yer aldığı Baas’ın bu arşivi üzerinde Mekkiye ve ekibi yoğun bir mesai harcarken, iddia edildiği kadarıyla ölüm tehditleri de artmaya başlar. Irak’taki el-Kâide militanları, İran destekli Şîî fanatikler veya Saddam Hüseyin rejiminin artıkları olup hâlâ ellerinde silahları olan kişiler tarafından bu arşivin yok edilme veya ele geçirilme endişesi, kendi ifadesiyle Mekkiye’ye bu arşivin korunması için teşebbüste bulunmasına sebep olur.

Baas Partisi: Bir ihtilaflar tarihi
Mecra

İlk olarak o tarihte ABD Savunma Bakan Yardımcısı ve Irak işgalinin mimarlarından biri olan Paul Wolfowitz, sonrasında da Pentagon’daki üst makam yetkililerle görüşerek nihâî olarak arşivin Amerika’ya nakli gerçekleşir. Önce Batı Virginia’da istiflenen arşiv, burada bir Pentagon yetkilisinin idaresinde, Arapça bilen araştırmacıların da dahil olduğu bir tasnif ve dijitalleştirme işlemine tabi tutulur.

Bu arada Amerika’ya nakledilenler Baas arşiviyle sınırlı değildir. 1950’lerin başında on binlerce Irak Yahudisinin İsrail’e taşındığı Ezra ve Nehemya Operasyonu şüphesiz bu insanların arkalarında bir şeyler bırakmalarına sebep olur. Arşivde yer alan 3000’e yakın tarihî değer taşıyan kitap ile sayıları on binler ile ifade edilen tarihî parçalar işte bunlardan bazıları, muhtemelen de en değerli olanlarıdır.

  • Bunların da Amerika’ya taşınmış olması şüphesiz çok basit bir gerçeği ortaya koyar: İşgalci ülke, işgal ettiği ülkeyi soyuyordur.

Kaldı ki 1258 Moğolların Bağdat’ı işgali esnasında atıldığı Dicle Nehri’nden çıkartılan ve bugün hâlâ Bağdat’ta yer alan Abdülkâdir Geylânî Kütüphanesi’nde bulunan İsfahânî’nin Müfredât’ıyla alakalı yine Mecra’da kaleme aldığımız “Moğol tahribinden kurtarılan kitap”başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi, Amerika’nın 2003’teki Bağdat’ı işgal döneminde 10 büyük kütüphane tarihe karışır.

Moğol tahribinden kurtarılan kitap
Mecra

Saddam ve komutanları arasında İran-Irak Savaşı ile alakalı yapılan toplantı tutanağından bir sayfa.

Arşivin onu yok etmek isteyen ellerden korunması amacıyla Amerika’ya nakli konusunun işin resmi anlatımı olduğunu unutmamak, dolayısıyla inanma konusunda aceleci davranmamak gerekir. Amerika başta olmak üzere kimi Avrupa ülkelerinin kimyasal silah iddialarına varıncaya kadar Saddam’ı nasıl desteklediği bilinen bir gerçekken, arşivde Saddam’la olan bu ilişkiyi gösteren kimi kayıtların da yer alabileceği gerçeği imkansız olmayacaktır.

Mekkiye’nin o dönemde ifade ettiği “Irak'ın bu arşiv içerisinde yer alan bilgilere henüz hazır olmadığı, geçmişin geçmişte kalmadığı ve hâlâ yaşanmakta olduğu’ sözü de bu tezi teyit eder aslında.

Irak’ın öğrenmeye hazır olmadığı şey tam olarak nedir? Saddam’ın yapıp ettikleriyle alakalı her detayın Mekkiye’nin kurduğu kuruluş tarafından hararetli bir şekilde servis ediliyor olması, buradaki “hazır olunmayan” şeylerin kesinlikle Saddam’la alakalı olmadığını ortaya koymuyor mudur?

Batı Virginia’daki ilk durağının ardından Kaliforniya’da yer alan Stanford Üniversitesi’ne bağlı bir think tank merkezi olan Hoover Enstitüsü’ne taşınan arşiv, burada ciddi bir denetim altına alınır. Herhangi bir içeriğin dışarıyla paylaşılmaması noktasında alınan garanti sonrası araştırmacılara açılan kayıtlar, online erişime de kapatılır.

Amerika’nın önde gelen platformlarından biri olan War on the Rocks’daki “Setting the Records Straight in Iraq” başlıklı makalesiyle meseleyle alakalı detaylı bir bilgi sunan ve aynı zamanda arşivde çalışma yapma imkanı bulan Princeton Üniversitesi’nden Michael Brill’e göre çok hayati öneme sahip olan bu belgelerin yanlış kişilerin ellerine geçmemiş olması çok önemlidir.

Makalesinde arşivin Harvard Üniversitesi’ne nakli düşünülürken çıkan kimi sıkıntılar sebebiyle Hoover Enstitüsü’ne aktarıldığını ifade eden Brill, Obama’nın Amerika başkanlık koltuğunda oturduğu 2013 yılında Pentagon tarafından bir kısım belgenin de sessiz sedasız Irak’a teslim edildiğini söyler.

Bu arada konuyla alakalı Kolorado Üniversitesi’nden eski bir arşivci olan Bruce P. Montgomery tarafından Saddam’ın arşiviyle alakalı 2019 yılında yayınlanan “The Seizure of Saddam Hussein's Archive of Atrocity” isimli eserin arşivin serencâmına dair çok daha detaylı ve derli toplu bilgi vereceğini ekleyelim. Kendisiyle görüşme imkanı bulduğum Michael Brill, bugünlerde Bruce P. Montgomery ile birlikte 2013 yılından 2020’ye kadar Amerika’dan Irak’a geri verilen dokümanlar üzerine bir araştırma yürütüyor.

Baas'ın Irak'taki son yumruğu
Mecra

Amerika’nın elindeki Baas arşivinin 2003 yılında götürülenle sınırlı olmaması işin daha da ilginç bir tarafını meydana getirir. Bugün Irak cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Berhem Sâlih 1991 yılında, peşmerge güçlerinin Körfez Savaşı akabinde Baas karşıtı ayaklanmada ele geçirdikleri çok sayıdaki belgenin varlığından Mekkiye’yi haberdar eder.

Yapılan teşebbüsler ile Amerika’ya nakledilerek Colorado Boulder Üniversitesi’nde muhafaza edilen bu belgeler 2005 yılında Saddam aleyhine delil olarak kullanılmak üzere gizlice Irak’a getirilir. Tabi Kâzımî burada da bir hayli faal bir rol oynar. 2005 ve 2013 yıllarında gizli bir şekilde Irak ve Amerika kamuoylarının bilgisi haricinde gerçekleşerek Irak’a teslim edilen bu belgelerle alakalı herhangi bir araştırma imkanı da söz konusu değil. Bugün bunlar hâlâ bulundukları kilitli kapılar arkasında erişime kapalı durumdalar.

Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı’na bağlı Conflict Records Research Center’ın arşivinden de burada muhakkak bahsetmemiz gerekir. Yüksek düzey toplantıların ses kayıtları, Saddam ve üst düzey yetkililerin konuşmaları, bakanlıklar arasındaki yazışmalar, Cumhurbaşkanlığı kayıtları ve daha pek çok başlıktaki; milli güvenlik, savunma politikası ve diplomasi ile alakalı materyal burada yer alır.

Burada tamamı İngilizceye tercüme edilmiş 52 bin Arapça orijinal belge ile 930 devlet kaydından başka, Saddam ile üst düzey yetkililerin konuşmalarını içeren 200 saatlik bir ses datası yer alır. Buradaki arşiv her ne kadar 2010 ile 2015 yılları arasında erişime açık olmuş olsa da, bugün kapalı bir durumda yeniden açılmayı veya bir başka enstitüye nakledilmeyi bekliyor. Bu merkez tarafından online erişime açık olan arşivden birkaç parçalık örnek, arşivin sahip olduğu önemi ortaya koyarken, daha nice önemli şeylerin varlığını da aslında bir bakıma çıtlatıyor.

Conflict Records Research Center’ın arşivinde yer alan materyalin kendileri tarafından hazırlanmış indeksi. Kayıtlar içerisinde Türkiye ile alakalı da bir hayli başlık bulunur.

Çok büyük bir koleksiyonun ancak örnek olması bakımından ufak bir kısmının online erişime açıldığı bu kayıtlardan biri de Türkçe tercümesiyleSaddam ve Üst Düzey Danışmanları Irak'ın Uluslararası Hukuka Karşı Duruşunu, Türkiye ile Olan İlişkileri, Kürt Özerkliğini ve Diğer Sorunları Müzakere Ediyor” başlığını taşır. 1988 yılının Haziran veya Temmuz ayına ait olduğu tahmin edilen bu müzakerede tanıdık isimler vardır.

Saddam döneminin kendisine yakın önemli isimlerinden olan ve aynı zamanda Süryânî etnik kimliğine sahip Târık Azîz, bir dönem başbakanlık yapan Şîî Sa’dûn Hammâdî, 2020 yılında ölen ve aynı şekilde Saddam’a yakın isimlerden biri olan meşhur İzzet İbrâhîm ed-Dûrî, Saddam’ın sağ kolu olarak çeşitli mevkilerde bulunan Kürt kökenli Tâhâ Yâsîn Ramazân ve sadece Adnân olarak ismi geçen, muhtemelen de Saddam’ın kayınbiraderi Adnân Hayrullâh olan kişiler bu müzakerede yer alırlar. Ve tabi muhataplarına “yoldaş” diye hitap eden; konuşmasından, muhatabının sözünü kesmesinden otoriter karakteri fazlasıyla belli olan Saddam da buradadır.

1 saatten fazla süren ses kaydında o dönemde Turgut Özal’ın başbakan olduğu Türkiye ile alakalı da dikkat çekici cümleler geçer. Tartışılan bir meseleyle alakalı Sa’dûn Hammâdî’nin “Türkiye’nin bu durumdan rahatsızlık duyacağını düşünüyorum” demesine karşılık Saddam “bırakalım da rahatsız olsunlar” der ve peşinden Türkiye aleyhine ağır da bir ifade ekler. Saddam aynı müzakerenin bir başka yerinde “… en azından (Türklerin) Araplara olan şantajları sona erecek” şeklinde bir ifade de sarf eder.

Saddam’ın kendisine söz vermesiyle konuşan Târık Azîz, konuşması esnasında “İran askerî bakımdan mağlup olmuş, Türkiye ise güçsüz bir ülkedir” ifadesini kullanır. Bu tabi örneklerden sadece bir iki tanesidir. “Türkiye”, “Türkler” ve alakalı daha nice ifade burada en az 50 yerde geçer.

Bir dönemin tarihinin aydınlatılması bakımından bu dokümanların gerek şahıs gerek kurum olarak hiç şüphesiz ciddi bir biçimde çalışılması gerekir.

Geçtiğimiz günlerde patlak veren ve başta Arap medyası olmak üzere uluslararası medyayı bir hayli meşgul eden Nâcî Sabrî ile Amr Mûsâ arasındaki tartışma aslında bir bakıma Saddam arşivinin sahip olduğu önemi ortaya koyar.

2001 – 2011 yılları arasında Arap Birliği genel sekreterliği vazifesini yürüten Amr Mûsâ’nın 2020 yılında yayınlanan anılarında yer alan bir detay, Irak’ın 2001 ile 2003 yılları arasında dışişleri bakanlığını yapan Nâcî Sabrî tarafından şiddetle reddedilir.

  • 2002 yılında Bağdat’ta Saddam Hüseyin ile görüşen Amr Mûsâ, kitabında bu görüşmede Saddam’a sesini yükselterek konuştuğunu yazmış, Nâcî Sabrî ise bunun gerçek olmadığını söylemişti.

Neredeyse bütün detayların kayıt altına alındığı Saddam döneminde böylesi bir üst düzey toplantının da kayıt altına alınmış olabileceğini düşünmek hiç şüphesiz imkansız olmayacaktır. Yapılan taramada Conflict Records Research Center tarafından yapılan indekste böyle bir görüşmeden her ne kadar bahsedilmiyor olsa da bu durum, Saddam ile Amr Mûsâ arasındaki görüşmeye ait kaydın bulunmadığı anlamına gelmez. Zira bu ses kayıtlarının arasında işleme tabi tutulmamış hâlâ büyük bir kayıt yekûnu bulunuyordur.

Amerika’yı doğrudan alakadar eden kayıtlara öncelik verildiği, bölgesel diplomasiyle alakalı meselelerin çok da öncelik olmadığı göz önüne alınırsa durum daha da net anlaşılır. Zira aynı indeks İran – Irak Savaşı sebebiyle Arap Birliği üyeleriyle yapılan toplantıların kayıtlarını gösterir. Üstelik burada Amr Mûsâ’dan bir önceki Arap Birliği genel sekreteri olan Ahmed İsmet Abdülmecîd’in de bir kaydı bulunur. 2010 yılında beri Hoover Enstitüsü’nde araştırmaya açık olan arşivin asıl yekûnunu meydana getiren belgeler ise yukarıda da değindiğimiz gibi ciddi bir denetim altında gerçekleşiyor.

Online erişim söz konusu olmayan kayıtlar sadece Hoover Enstitüsü’nün Stanford, Kaliforniya ile Washington’daki merkezlerinde yer alan bilgisayarlarda ulaşılabiliyor.

Amerika’nın köklü düşünce kuruluşlarından biri olan Hoover Enstitüsü’nden bir detay.

2005 ve 2013 yılında sessiz bir şekilde gerçekleşen belge tesliminin 2020 yılında neden gizli yapılmadığı doğal olarak akla gelen bir soru olur. 11 Haziran 2020 yılında Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın resmi sayfasından paylaşılan bir medya notunda Baas Partisi arşivinin Irak’a teslimi konusunda yeşil ışığın verildiği net bir şekilde anlaşılır.

19 Ağustos’ta yapılan yine resmî bir medya notunda ise artık durum kesinleşmiş olur. Yapılacak teslimin diğerlerinin aksine sesli dile getirilmesinde, arşivin Amerika’da bulunmasının yol açtığı tartışmalar müessir olmuş olabilir şüphesiz.

Arşivin Amerika’ya nakledilmesinin ardından Irak Milli Kütüphanesi ve Arşivleri Müdürü Saîd İskender arşivin teslimini defalarca talep eder ama bir netice alamaz. Konuyla alakalı Mekkiye’nin kurduğu merkeze de başvuran İskender, buradan bir netice alamadığı gibi Bağdat’taki Amerika Büyükelçiliği’nden de eli boş ayrılır. O da çareyi Batılı akademi ve medya mensuplarının desteğini alarak çözmeye çalışır ki özellikle Amerika ve Kanada’daki kimi isimleri kendi tarafına çekmeyi başarır.

Bu minvalde Amerikan Arşivciler Kurumu ile Kanadalı Arşivciler Kurumu’nun 2008 yılında yaptığı açıklamada, belgelerin Irak’a iade edilmesi çağrısında bulunulması şüphesiz İskender’in de gayretlerinin bir neticesidir. Buna karşın Mekkiye’den Irak hükümetinin resmî olarak Hoover Enstitüsü ile yaptığı anlaşmayı onayladığı şeklinde pişkin bir cevap gelir. Durum her ne kadar böyle olsa da gerek akademik gerek medya çevrelerinden yükselen sesin Amerika’nın bu kararı almasında çok da müessir olduğunu söylemek doğru olmayacaktır.

  • Arşiv tesliminin, muhtemelen Kâzımî’nin başbakan olmasının ardından yapılan bir jest olarak anlamak daha doğru olacaktır.

Irak Baası’nın paramiliter örgütü olan ‘Saddam’ın Fedaileri’ merkezinden gönderilen bu belge, intihar saldırısı için gönüllü olunmayla alakalı bilgiler içerir. Antetli kağıtta ‘Saddam’ın Fedaileri’nin meşhur logosu..

Amerika kendi aleyhine bölgede kıvılcımlanan öfkeyi bastırmak için bunu kasten mi yapmıştır bilinmez ama yukarıda bahsettiğimiz Obama’nın arşiv kayıtlarını gönderdiği 2013 yılında Irak lideri olan ve her Sünnîyi potansiyel Baas mensubu olarak görmeye teşne Nûrî Mâlikî’nin varlığı gerginliğe yol açar. Kâzımî başbakan olduktan sonra da dijital kayıtları Hoover Enstitüsü’nde olmak üzere belgelerin teslimine karar verilir. İşte Amerika’ya sevk edilen bu dev arşiv yıllar sonra tekrar Irak’a, Kâzımî’nin Irak’ına dönmüş olur.

Amerika’ya ait askeri bir kargo uçağının Bağdat Havalimanı’na indiği uçak yaklaşık 50 tonluk ağırlığa sahip 6 milyondan fazla resmî evrak taşır.

Söylendiği kadarıyla İran destekli herhangi bir grubun ele geçirme ihtimaline karşı sıkı bir şekilde muhafaza edilen arşiv, bugün kilitli kapılar arkasındaki depolarda tutuluyor. Bilindiği gibi Irak’ta ciddi bir nüfuz faaliyeti yürüten İran’ın önündeki önemli engellerden biri de Kâzımî’dir. Öyle ki Şîî gruplar tarafından başbakanlığı hoşnutsuzlukla karşılanmış biri olan Kâzımî, İran destekli gruplar tarafından da Ebû Mehdî el-Mühendis ve Kâsım Süleymânî’nin öldürülmesinde de parmağı olmakla suçlanır.

ABD Kuvvetleri'nin Kuveyt ve Suudi Arabistan'daki su depolarını zehirlemek için virüs ve mikrop üretmeye yönelik bilimsel fikirlerle alakalı Irak İstihbarat Servisi içindeki yazışmalardan bir örnek.

Amerika’nın Irak’tan götürdüğü belgelerin tamamını teslim edip etmediği sorusu hiç şüphesiz bu meselenin en esaslı merak konusudur. Çok net bir şekilde söyleyebiliriz ki bunun cevabı da kesinlikle hayırdır. Amerika hiç şüphesiz aldığı belgelerin bir kısmını iade etmemiştir. Irak'ın 1970'ler ve 1980'lerdeki nükleer ve kitle imha silah programlarının kayıtlarını geri vermediği kesindir.

Bunun dışında nelerin geri verilmediğini bilemiyor olmakla birlikte tahmin yürütebiliyoruz. İran – Irak Savaşı’nda Amerika’nın tutumuyla alakalı kayıtlar da burada yer alıyor olabilir. Gerçi Irak’ta hassas bir konu olduğu için bu döneme ait kayıtların olmaması, ya da Baas mensupları tarafından bu kayıtların herhangi bir muhalif kesimin eline geçmesini önlemek adına yok edildiği de düşünülebilir.

Gizlenen kimi kayıtların Saddam’la çalışan bazı Amerika ve Avrupa şirketleriyle alakalı olduğunu düşünmek de imkansız mantıksız olmayacaktır. 1991 yılında Amerikan ordusu tarafından Kuveyt’te ele geçirilen kimi belgelerin Amerika’ya getirilerek 2002 yılına kadar Amerika Milli Arşivleri’nde tutulduğu, bu tarihte de küf bahanesiyle yok edildiği düşünülürse Kuveyt işgaliyle alakalı belgelerin de Irak’tan getirilen belgeler arasında olduğu ancak geri verilmediği anlaşılacak, en azından bu yönde ciddi bir soru işaretine yol açacaktır.

İki tarafın da kaybettiği İran-Irak Savaşı
Mecra

Irak İstihbarat Servisi’nden Hamas dahil Filistin örgütlerine mali desteğe ilişkin bir kayıt.

Son olarak, Irak’a gelen bu dev arşiv peki Irak halkı için ne ifade ediyordur? Hiç şüphesiz kimi Iraklılar için acı bir geçmişin yarasına tuz basarken kimileri için de uzun yıllardır kayıp olan akrabalarına ulaşabilmek için bir ümit yeşertir.

Buna karşın detaylı bir şekilde tutulan kayıtların Irak siyasetinde insanların birbirleri aleyhlerine kullanarak kaos oluşturması da tedirginliklerin başında geliyor. Araştırmaya açılması konusunda henüz bir sessizliğin sürdüğü Bağdat’ta muhtemelen bunun olabilmesi için uzun bir vaktin geçmesi gerekecektir. Zira Mekkiye’nin de dediği gibi “geçmiş henüz geçmişte kalmamıştır.”