Mare Nostrum’da iki Trablus’un hikâyesi
Tarih boyunca Akdeniz; Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında uzanan geniş bir keşif alanı oldu. İlk olarak, denizcilik ve ticarette çok gelişmiş olan Fenikelilerin egemenliğindeki bu bölge daha sonra Antik Yunan ve Kartacalılar tarafından kontrol edildi. Ta ki Romalılara kadar.
- Akdeniz’e kıyısı olan tüm bölgelerde hâkimiyet kuran Roma İmparatorluğu, Akdeniz’i bir iç deniz haline getirerek buraya, Latince’de ‘Bizim Denizimiz’ anlamına gelen ‘Mare Nostrum’ ismini verdi.
Tarihte Romalılara en çok yaklaşan ve Akdeniz’e "Mare Nostrum" diyebilen diğer devlet ise Osmanlı İmparatorluğu oldu. Özellikle Preveze Deniz Şavaşı sonrası Akdeniz’i "Türk gölü" haline getiren Osmanlılar, bu havzadaki ticareti ve kültürel zenginliği hep diri tuttu.
Roma döneminde aynı imparatorluk altında yönetilen birçok şehir yüzyıllar sonra Payitaht çatısı altında tekrar bir araya geldi. İşte bu yazının konusu o şehirlerden ikisi; Libya ve Lübnan’da bulunan iki farklı Trablus’un hikâyesi…
Osmanlı İmparatorluğu’nda Trablus ismini taşıyan iki şehir bulunuyordu. İstanbul’daki idareciler kentlerin birini diğerinden ayırt edebilmek için Libya’da olana ‘Batıdaki Trablus’ anlamına gelen Trablusgarp, bugün Lübnan sınırları içinde yer alan diğer şehre de Şam vilayetine yakınlığından dolayı Trablusşam ismini verdi.
- Trablus kelimesi etimolojik olarak Yunancadaki Tripoli/Tripolis kelimesinin Arapçaya geçen hali olan Tarabulus'tan Osmanlıcaya girmişti; manası ise üç şehirdi.
Trablusgarp’a uzanacak olursak, burası Antik Yunan döneminde üç ayrı şehrin; Sabratha, Leptis ve bugünkü merkezin olduğu yerde bulunan Oea’nın birleştirilmesiyle bir araya gelmişti.
Şehir milattan önce 7. yüzyılda Fenikeliler tarafından kuruldu. Avrupalılar ise Orta Çağ ve sonrasında Trablusgarp’ı Berberistan Tripolisi anlamına gelen "Tripoli of Barbary" şeklinde isimlendirmişti. Akdeniz sahilindeki kent aynı zamanda Büyük Sahra Çölü’ne doğru açılan bir kapı niteliği de taşıyordu.
Trablusgarp, 5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra, 6. yüzyılda Müslümanların Kuzey Afrika’yı fethine kadar Vandallar ve Bizans İmparatorluğu arasında el değiştirdi.
Hz. Ömer döneminde Mısır fatihi Amr bin Âs tarafından bir aylık bir kuşatmanın sonunda 643 yılında fethedildi. Emevî ve Abbasî dönemleri sırasında ve sonrasında irili ufaklı, Müslüman veya gayrimüslim birçok yönetimin altına giren şehir, uzunca bir dönem istikrarsız bir süreç geçirdi.
1510’da İspanyollar tarafından gerçekleşen işgalin ardından Trablus halkı, 1519’da İstanbul’a bir heyet göndererek haçlı istilasına karşı Osmanlılardan yardım istedi.
1551’de, Kaptan-ı Derya Sinan Paşa ve Turgut Reis komutasındaki Osmanlı donanması Trablusgarp’taki İspanyol işgaline son verdi. Şehir özellikle 1556’da Turgut Reis’in Trablusgarp’a beylerbeyi olarak atanması ve dokuz senelik aralıksız görevi sırasında ihya edilmesiyle bir Osmanlı şehri halini aldı.
- Bölgenin Osmanlı İmparatorluğu altındaki dönemi ise kabaca dörde ayrılmaktadır: İstanbul’un tam hâkimiyeti altında ilk valiler dönemi, kendi başına buyruk yeniçeriler dönemi, eyalet konumuna geldiği Karamanlı Hanedanı dönemi ve merkezi idareye doğrudan bağlı ikinci valiler devri.
Karamanlı Hanedanı döneminde ABD’nin Akdeniz’deki ticaret filolarıyla yaşanan gerginlik sonrası taraflar arasında 1796’da Trablus Anlaşması imzalandı. Söz konusu anlaşma ABD tarihinde yabancı bir dilde imzalanan tek anlaşma olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödenmesini kabul eden tek ABD belgesi olarak tarihe geçti. Washington yönetimi 22 maddelik bu antlaşmaya 1818 yılına kadar bağlı kaldı.
Afrika kıtasında sömürgecilik faaliyetlerinin arttığı 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Trablusgarp ile ilgilenen İtalya, bu bölgede yaşayan İtalyanları bahane ederek kenti işgal etti.
1912’de Roma ile İstanbul hükümetleri arasında imzalanan Uşi Anlaşması sonrası kentten ayrılmayı kabul eden Osmanlı İmparatorluğu; Trablusgarp ile birlikte Afrika kıtasındaki son toprak parçasından da kâğıt üzerinde vazgeçmiş oldu.
Bölgedeki Osmanlı askerleri yerel halkla birlikte İtalyan işgaline; 1918’te I. Dünya Savaşı’nı sonlandıran Mondros Mütarekesi’ne kadar direnmeye devam etti. 1943 yılına kadar İtalyan işgalinde kalan bölge daha sonra 1951’deki bağımsızlık ilan edinceye dek İngiltere kontrolü altında bulundu.
- Trablus ikizlerinin diğeri Trablusşam’a uzanalım… Akdeniz’in çevresinde kurdukları şehirlerle bölgeyi bir ticaret merkezine çeviren ve zenginleşmesine büyük katkı sağlayan Fenikeliler, Trablusşam’ın da mimarı.
Milattan önce 351 yılına ait bir belgede "Önemli bir Fenike şehri" olarak gösterilen kent, bugün Lübnan’da başkent Beyrut’tan sonra ülkenin en büyük ikinci şehri konumunda.
Buraya Trablus isminin verilmesinin sebebi de ikizininkine benzer bir hikâyeye sahip. Kent kurulduğunda üç büyük mahallenin birleşiminden oluşuyordu. Hz. Osman döneminde Muâviyebin Ebû Süfyân’ın gönderdiği Süfyân bin Mücîb el-Ezdî kumandasındaki İslâm ordusu tarafından fethedilen Trablusşam, Muâviye’nin Yahudiler ve İranlıları şehre yerleştirmesiyle daha o zamandan çok kültürlü bir yapıya kavuştu.
Şehrin alınması, Ervâd ve Kıbrıs adalarının fethinde de önemli rol oynadı. 878 yılından sonra bir Türk devleti olan Tolunoğulları hâkimiyetine giren Trablusşam, bu dönemde önemli bir deniz üssü haline getirildi. 971 yılı civarında Fâtımî nüfuzu altına giren Trablusşam’da Şiî nüfusu arttı.
Aslında kentin tarihi; Lübnan’ın bugünkü çok kültürlü yapısının kaynağını da açıkça gösteriyordu. Haçlı seferleri sırasında Hristiyanlar tarafından ele geçiren kentte daha sonra Memlûk hâkimiyeti kuruldu.
Memlûk Sultanı Kalavun 1289’da şehri fethetti, Trablusşam’ın surlarını yıktırıp bugün bulunduğu yerde yeniden inşa ettirdi. Şehir, Memlûk idarî yapılanmasındaki altı büyük naiplikten birinin merkezi oldu.
Bölge, Yavuz Sultan Selim’in Suriye’ye girişinden sonra 1516’da Osmanlı topraklarına katıldı. Bugün kentin simgelerinden biri olarak kabul edilen Hamidiye Saat Kulesi, 1901 yılında, Sultan II. Abdülhamid Han’ın tahta çıkışının 25. yılı anısına inşa edildi. Bugün turistik bir nokta olan kulenin terasından tüm Trablusşam izlenebilmektedir.
- Şehirdeki Osmanlı yadigarı yapıların arasında 2. Abdülhamid Han’ın rüyası hicaz demir yolu projesinin istasyonlarından olan Trablusşam Garı da bulunuyor.
İstanbul’dan gelip Medine’ye kadar devam eden Hicaz demir yolunun Humus istasyonuna tek hatla bağlanmış Trablusşam hattının kavuşma noktası olan garın restorasyonuna 2018 yılında TİKA tarafından başlandı ve çalışmalar sürüyor. Özellikle 1975-1990 yılları arasında ülkede yaşanan iç savaş sırasında zarar gören yapının, restorasyonu tamamlandığında önemli bir kültür merkezi göreceği tahmin ediliyor.
17. yüzyılda yaşamış ve dünyada döneminin en önemli seyyahlarından biri kabul edilen Evliya Çelebi, ünlü eseri Seyahatname’sinde kente dair, “Şehir için baştan başa beyaz kaldırım döşenmiş, gayet pak bir şehirdir” ifadelerini kullanır.
Bu paklığın geldiği nokta Trablusşam’ın meşhur sabunları mıdır bilinmez ancak kentte yüzyıllardır devam eden bir sabunculuk geleneği bugüne kadar ulaşmıştır. Kapısından girdiğinizde ayaklarınızın kayabileceği Sabun Han’da onlarca sabun imalathanesi ve satış mağazası ticari hayatını sürdürmektedir.
- Kanuni Sultan Süleyman zamanında Hürrem Sultan tarafından inşa edilen Sabun Han’ın gelirleri, o dönem için Kudüs’te kurulan aşevlerine aktarılırdı. Sabun Han gibi birçok eski usul alışveriş merkezi denebilecek hana ev sahipliği yapan Trablusşam; alışveriş kültürü sayesinde bugün de hareketli yaşamını devam ettiriyor.
Kentteki bir diğer Osmanlı mirası yapı da Trablusşam Mevlevihanesi’dir. 1620 yılında Ebu Ali Nehri’nin kenarına, yeşillikler içine inşa edilen Mevlevihane, ziyareti sırasında Evliya Çelebi’ye de üç gün boyunca ev sahipliği yaptı. Yapı için, “Mamur, binası güzel, irem bağı gibi içinde limon, turunç ve gülistanı olan bir mekân” ifadelerini kullanan Çelebi’nin tasvirleri ve o dönem çizilen gravürler sayesinde 2016 yılında TİKA tarafından orijinal haline sadık kalınarak restore edilen Mevlevihane; eski ihtişamlı günlerinin özlemiyle misafirlerini beklemekte.