İsrail ve uluslararası hukuk
"Filistin halkının savaşı, kendi kaderini tayin edebilme hakkını kazanmak adına yürütülen ulusal kurtuluş mücadelesini anımsatır. Nitekim BM Genel Kurulu bu tür mücadelelerin meşruiyetini defaatle kabul etmiştir."
Çeviri: Firdevs Yiğit
İsrail’in, Yakın ve Orta Doğu’daki yegâne demokrasi olduğu söylenir. Bu itibarla, bilhassa BM Tüzüğü ve İnsan Hakları Evrensel Bildirisi olmak üzere uluslararası hukuk normlarına saygılı bir devlettir. Doğru mu, yanlış mı?
1948’de İsrail BM kararıyla, Filistinliler her ne kadar o zamanlar sayıca fazla ve o zamanki Yahudi nüfusu toprakların ancak %6’sını işgal ediyor olsa da, Filistin topraklarının %54’ünü aldı. Şu sıralar, İsrail güçleri 700.000’den fazla Filistinliyi topraklarına el koyarak sürgüne gönderiyor. İsrail bu durumdan yasal olarak sorumlu mu?
Filistinlilerin sürgün edilmesi İsrail güçlerinin sindirme ve terör faaliyetlerinin bir sonucu olduğu sürece evet. Bu nedenle, yasal (yani resmi kurumlar) yahut fiili(resmi olarak kurumsallaştırılmadığı halde fiilen var olan) organlarınca yaratılan bir durumdan elbette İsrail sorumludur.
Yine yasal olarak geri dönmelerine izin vermek zorunda değil mi?
11 Aralık 1948’de BM Genel Kurulu’nun 194 sayılı kararıyla “evlerine en kısa sürede dönmek ve komşuları ile barış içerisinde yaşamak isteyen mültecilere izin verilmeli ve geri dönmemeye karar verelerin ise, uluslararası hukuk ve hakkaniyet ilkeleri uyarınca bu nevi kayıp ve hasarları sorumlu hükümetler ya da yetkililer tarafından giderilmelidir. Tahrip edilen mülkleri için tazminat ödenmelidir” ifadeleriyle iltica edenlerin geri dönüş hakkı teyit edilmiştir.
Çok açık bir metindir ve sonraları BM Genel Kurulu tarafından alınan kararların birçoğu da bu 194 sayılı karara atıf yapar. Mültecilerin kaçmak zorunda kaldıkları ülkelerine geri dönüş hakkı uluslararası hukukta net olarak tanımlanmış bir ilkedir. Diğer çatışma bölgelerindeki mülteciler için de bu vakaya atıflar yapılmaktadır.
İsrail’in BM kararını 1948’den beri hiç tatbik ettiği oldu mu?
Hayır, İsrail 1948’den itibaren mülteci sorununu çözmeyi ve 1967’den beri de işgal altında tuttuğu toprakları boşaltmayı inatla reddediyor.
BM’de İsrail’i mahkûm etme kararları neden sonuçsuz kaldı? ABD’nin birçok defa veto etmesi bunun sebeplerinden midir?
Veto sebebiyle değil. Asıl sebep uluslararası düzeydeki güç dengesinin İsrail’in lehinde şekillenmeye devam etmesi. Bu, gelecekteki yaptırımlara teşkil edebilecek olan bu mahkûmiyetlerin değerini ortadan kaldırmaz. Hukukun hiçbir amaca hizmet etmediğine inanmak da doğru değil, bu inançlar kaybedildiğinde hakikat çok daha kötü olabilirdi. Mahkûm edilmiş ülkeler buna asla kayıtsız değiller, zira kendi toplumlarının gözü önünde bunun hesabını vermek zorundalar.
Silahlı çatışma durumunda, genel olarak uluslararası hukuk ve özel olarak Cenevre Sözleşmeleri sivilleri koruma altına alan kurallar koyar. Ancak İsrail bu sözleşmeleri sistematik olarak ihlal etmekle suçlansa da 2009’daki Goldstone Raporu’na kadar hakkında herhangi bir resmi soruşturma görmedik. Niye?
Bu tam olarak doğru değil. Aslında düzenli olarak yahut duruma göre oluşturulmuş soruşturma sistemleri mevcut. Mesela 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından, işgal altındaki toprakların nüfusu arasında insan haklarını çiğneyen İsrail uygulamalarını araştırmak üzere özel bir komite kuruldu. Aynı genel kurul 1975’te Filistin halkının devredilemez haklarının kullanılmasına ilişkin heyet oluşturdu. Bu kurullar her yıl BM Genel Kurulu’nun dikkatine, uluslararası hukuku ihlal etmek suretiyle Filistin halkının akıbetinden İsrail’i sorumlu tutan bir rapor hazırladı. Ayrıca çeşitli olaylar vesilesiyle, birkaç komisyon daha oluşturuldu.
- Öte yandan İsrail’in önlerine koyduğu engellere takılarak vazifelerini her daim yerine getiremedikleri de aşikâr. Örneğin 2002 yılının Nisan ayında BM Genel Sekreteri tarafından, Cenin şehrindeki mülteci kampında yapılan katliamları açığa çıkarmak için bir ekip kuruldu. Ancak bu ekip, İsrail tarafından işlerinin önüne taş koyduğu gerekçesiyle iki hafta içinde zorunlu olarak dağıtıldı.
Ancak söz konusu soruşturmaların herhangi bir etkisi olmamış gibi görünüyor. Aralık 2008 ve Ocak 2009 tarihlerinde Gazze’de işlenen cinayetler için yaptırım olacak mı?
BM İnsan Hakları Konseyi başkanı, Dökme Kurşun Operasyonu’ndan (ç.n 2009’da İsrail’in abluka altındaki Gazze Şeridi’ne yönelik hava harekâtı) sonra, Hamas’ın uluslararası hukuku çiğnediğinin de altını çizerek, insan hakları ve uluslararası insancıl hukuk kurallarının ihlallerini araştırmak için 3 Nisan 2009’da bir toplantı düzenledi. Oluşturulan komite tarafından hazırlanan rapor oldukça nitelikliydi, ancak BM İnsan Hakları Konseyi’nin raporu çoğunluk oyuna rağmen reddedildi.
25 oy lehteyse, 6 oy (İtalya, Macaristan, Hollanda, Slovakya, Ukrayna, ABD) aleyhteydi ve ayrıca 11 ülke de çekimser kaldı!
İsrail’in Gazze’ye müdahalesi uluslararası hukuka uygun mu?
Elbette değil. Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 2-4 maddesinin ilk prensibinde ifade edilen ‘uluslararası ilişkilerde güç kullanımı yasağı’ açıkça çiğnendi. Filistin roketlerinin İsrail köylerini hedef almasının uluslararası insancıl hukuka ve 1948’den bu yana BM Güvenlik Konseyi tarafından emredilen ateşkes yükümlülüğüne uymadığı doğru olsa da, bu çatışmalar BM Genel Kurulu’nun tanımına uygun bir saldırganlık ihtiva etmiyordu.
- Esasen, İsrail’in yasadışı işgalini sürdürmek adına güç kullanmaya devam ediyor oluşuna bir karşılık olarak roket atışı yapıldı. Daha doğru ifade etmek gerekirse bu, Filistinlilerin İsrail Devleti’ne karşı yürüttüğü ‘ulusal kurtuluş mücadelesi’nin aşamalarından biriydi.
Peki, Filistin mücadelesi hukuki olarak meşru mu?
Filistin’deki ateşkese saygı duyma durumu Güvenlik Konseyi’nin denetimiyle yönetiliyor olsa da evet, bu mücadelenin meşruluğu prensip olarak BM tarafından kabul ediliyor. Fakat Filistinlilerin ateşkesin ihlalinin sorumluluğunu üstlenmeleri gerekir. Ancak bu İsrail’in Gazze’ye askeri müdahalesine destek için meşru savunma yapabilme hakkını doğurmaz.
Filistin halkının savaşı, kendi kaderini tayin edebilme hakkını kazanmak adına yürütülen ulusal kurtuluş mücadelesini anımsatır. Nitekim BM Genel Kurulu bu tür mücadelelerin meşruiyetini defaatle kabul etmiştir.
Ancak İsrail-Filistin ihtilafının, 1948’de ateşkesin uygulanmasından sonra tanımlanan, saldırgan olmayan bir hukuki rejime tabi olduğunu da belirtmek gerekir. Bu antlaşma bugün yasal olarak geçerliğini korumaktadır.
İsrail bu mücadele sırasında ve hatta Lübnan’da da beyaz fosforlu mühimmat kullandı. Bu silahların hangi şartlarda kullanılabileceğini ve nüfusun son derece yoğun olduğu Gazze’de bu koşullara riayet edilip edilmediğini öğrenebilir miyiz?
Bu silahların resmi olarak kullanım amacı muharebe alanlarını aydınlatmaktır, fakat hangi niyetle olursa olsun bu cephane tedavisi mümkün olmayan yaralar açar ve yok yere neden olduğu bu acılar bu silahın kullanılması suçunun üstünü kapatır. Dahası, bu silahın sivil nüfusun yoğunlukta olduğu hedeflere karşı kullanılması onlara telafi edilemeyecek ölçüde hasar verdi. Bu hasar can kaybının, sivillerin yaralanmasının ve mallarının zarar görme ihtimalinin en aza indirgenmesi güvencesinin İsrail tarafından tamamen hiçe sayıldığının bir göstergesidir. Ayrıca bu umursamazlık, Dökme Kurşun Operasyonu’nun tüm askeri harekât aşamalarında gözlemlendi.
İsrail ayrıca ağır metallerden oluşan, yüksek hassasiyetli ve çapı yirmi metreyi bulan, bir şok yüzey alanına sahip lazer güdümlü silahlar da kullandı. Bunlara maruz kalan kişiler uzuvlarda yırtılma ve diğer geri dönüşü olmayan travmalardan mustarip; ortaya yayılan mikroskobik toz herhangi bir tedaviyi -imkânsız değilse de- çok zor hale getiriyor. Ayrıca bu silahlar uzun vadede ölümcül kanserlere de sebebiyet verir. Bu türden silahların kullanımı üç hukuki ilkeyi ihlal eder:
1. Gereksiz acılara neden olan silah kullanımının yasaklanması.
2. Zehir içeren silahların kullanımının (uzun vadeli zararları nedeniyle) yasaklanması.
3. Yaralı bir kişiyi, devletinin tedavi imkânlarından mahrum etme yasağı.
Bu silahları İsrail’e tedarik eden ülkeler, sair nedenlerle uluslararası hukuku ihlal etmekten suçlu mudur?
Bir devlet, silahları uluslararası hukuka aykırı olarak kullanan başka bir devlete satmaktan yahut teslim etmekten suçludur. Bu, hukuksuz bir eyleme yataklık etmek gibi görülebilir ve netice olarak satan veya veren devletin uluslararası düzeyde bunun sorumluluğunu almasını gerektirir.
Doğu Kudüs’ün, Filistin bölgesi de dâhil olmak üzere, işgal altında tutulan topraklarında İsrail tarafından örülen 730 km’lik duvarın inşasının uluslararası hukuka göre sonuçları neler?
Uluslararası Adalet Divanı’nın, 9 Temmuz 2009 tarihinde konuyla ilgili olarak yayınladığı tavsiye niteliğindeki görüşüne göre, İsrail bu inşaatı derhal durdurmalı, duvarın hâlihazırda tamamlanmış kısımlarını yıkmalı, kişilere yahut ilgili topluluklara, kuruluşlara ve kurumlara verilen tüm zararı telafi etmeliydi. İsrail, duvarın inşası sürecinde ele geçirilen tüm arazileri, talan ettiği meyve bahçelerini, zeytinlikleri ve diğer gayrimenkulleri derhal iade etmelidir.
Buna karşılık BM, İsrail’i duvarı yıkmaya zorlamak adına ne tür baskı araçlarına sahip?
BM sözleşmesinin 7. bölümünde öngörülen yöntemler, Güvenlik Konseyi’nin Orta Doğu’daki vaziyetin uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiğini düşünmesi halinde, basit diplomatik bir kınamadan güç kullanımına kadar varabiliyor. Bu önlemler teoride geçerli. Pratikte ise, yani uluslararası ilişkilerin mevcut durumunda, bu denli güçlü önlemler alabilmek için Güvenlik Konseyi ile ittifak edebileceğini düşünmek zor.
Avrupa Birliği ve ABD kesin olarak, uluslararası hukuku bu tür ihlallerden ötürü suçlu bulunan herhangi bir devlete davrandığı gibi mi davranıyor İsrail’e, yoksa İsrail istisnai bir yasal rejimden mi faydalanıyor?
Elbette, İsrail açık bir şekilde Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devleti tarafından dokunulmaz kılınıyor.
İsrailli siyasi ve askeri liderler dokunulmazlıktan, hatta cezai muafiyetten faydalanıyor mu?
Bir devletin liderleri, uluslararası hukuk kapsamındaki suçlar için bile, ‘yabancı devletlerin ceza muafiyeti’ adı verilen dokunulmazlıktan yararlanabilirler. Bu özel durum, Uluslararası Adalet Divanı tarafından 2002 yılında alınan Yerodia Kararı’nın (ç.n Uluslararası Adalet Divanı’nın Tutuklama Müzakeresi Davası olarak da bilinir) bir sonucudur. Ancak bu dokunulmazlık, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisinin önüne geçemez. Elbette bu mahkemenin Gazze’de işlenen savaş suçlarıyla başa çıkamayacağı düşünülebilir, çünkü İsrail tarafından tanınmıyor. Ancak yalnızca statüsünü tanıyan bir devletin topraklarında işlenen yahut böyle bir devletin vatandaşı tarafından işlenen suçlarda yetki sahibidir.
Öte yandan 19 Ocak 2009’da, Filistin yönetiminin tüzüğün 12. maddesinin 3. fıkrası uyarınca Mahkemenin yeterliliğini kabul ettiği belirtilmelidir. Bu durum, bölgede gerçekleştirilen eylemler için mahkemenin yargı yetkisini haklı çıkarabilir. O halde, yalnızca bir ‘devlet’ mahkemeyi ve statüsünü tanımaya yetkiliyse, “Filistin yönetimi kelimenin tam manası ile bir ‘devleti’ temsil edebilir mi” sorusu kaçınılmazdır.
Filistin yüzlerce başka devlet tarafından devlet olarak tanınmışken, savcının Filistin yönetiminin yetkisini kabul etmesi saçma olmayacaktır. Bu bağlamda Goldstone Raporu’nun “mağdurlara karşı sorumluluk ve bölgedeki barış ve adaletin çıkarları, savcının mümkün olan en kısa sürede hukuka uymasını gerektirir” kısmını dikkate alması mühimdir.
İşgal altındaki topraklardan meyve, sebze gibi İsrail ürünlerinin yasa dışı yollarla ihraç ediliyor olması uluslararası hukuka aykırı mı?
Bu ihracattan elde edilen gelir Filistinli üreticilerin eline geçmiyorsa evet. Gelirin yerine ulaşmaması halinde bu ürünlerin İsrail tarafından ihraç edilmesi yasa dışıdır. Bizatihi bu yerleşimlerin varlığı uluslararası hukuka aykırı olup Uluslararası Adalet Divanı’nca kınanmıştır. Bir zaman sonra bu ihracat, İsrail’e ait olmayan doğal kaynakların son derece yasa dışı yollarla sömürülmesi sonucunu doğurur. Üstelik BM Genel Kurulu’nun defalarca “işgalci güç olan İsrail’in, Kudüs dâhil işgal altındaki Filistin topraklarından çekilmesi ve dahi Golan Tepeleri’nde bulunan doğal kaynakları sömürmemesi, yok etmemesi, tüketmemesi ya da tehlikeye atmaması” şeklinde yinelediği uyarılara rağmen.
Bir devletin işgal kaynaklı bu ürünleri boykot etme hakkı var mıdır?
Evet, Avrupa Anayasası, örneğinde olduğu gibi ‘gümrük birliği anlaşması veya malların serbest dolaşımı’ yoksa eğer, hiçbir şey bir devletin başka bir devletle ticareti yasaklamasını engelleyemez. Tabi bu yasak, yaptırım uygulanan devletin içişlerine, bir tür yasa dışı müdahaleye dönüşmedikçe. Bu durumda, yasaya uyum sağlamayı amaçladığı için, boykot edilen devletin uluslararası hukuku çiğnemesine tepki olarak boykot tedbirlerinin alınması hukuka aykırı bir müdahale değildir.
***
Konuyla ilgili okuma yapmak isteyenler için:
-Filistin Russell Mahkemesi,www.russelltribunalonpalestine...