İp üstünde bir hayat: Kral Hüseyin

İSMAİL ÇAĞILCI
Abone Ol

47 yıllık iktidarı boyunca adeta uçurumdan uçuruma çekilmiş bir ipin üstünde yürüyen ve ülkesini, içinde bulunduğu coğrafyada yaşanan onca kaostan bir şekilde çıkarmayı başaran Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal'ın gerilimlerle dolu hayat hikâyesi.

İp üstünde bir hayat: Kral Hüseyin
47 yıllık iktidarı boyunca adeta uçurumdan uçuruma çekilmiş bir ipin üstünde yürüyen ve ülkesini, içinde bulunduğu coğrafyada yaşanan onca kaostan bir şekilde çıkarmayı başaran Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal'ın gerilimlerle dolu hayat hikâyesi...

“Son kez, bütün samimiyet ve ısrarımla tekrarlıyorum: Tek bir Ürdünlünün bile hayatının bedeli, çok ağırdır. Ürdünlülerin onuru, vatanlarında emniyet içinde yaşamaları ve vatanın onuru, her şeyin üzerindedir. Evlatlarımızdan biri, bir suikast girişimine maruz kaldı. Onun hayatı hedef alındı. Ve mesele, gerektiği biçimde çözüldü. Şunu teyit etmek isterim ki, işlerin bu üslupla yürütülmesini asla kabul etmiyorum. Bu, asla tekrarlanmayacak. Hiçbir şekilde ve hiçbir zaman. Barış anlaşmasının akıbeti, bu Ürdünlünün hayatına bağlıdır.”

Hamas Siyasî Büro Şefi Halid Meşal’in Ürdün’ün başkenti Amman’da, MOSSAD ajanları tarafından zehirlenmesiyle başlayan diplomasi trafiği, İsrail hükümetinin panzehri göndermeyi kabul etmesiyle son bulmuş; üstüne üstlük suikasta karışan iki Mossad ajanına karşılık, İsrail hapishanelerinde tutulan 40 Filistinli mahkumun serbest bırakılması konusunda da anlaşmaya varılmıştı. Yaşanan onca gerilimin ardından kameraların karşısına geçerek yukarıdaki sözleri söyleyen isim, Netanyahu hükümetinin başlattığı kaostan zaferle çıkmayı başaran Ürdün Kralı Hüseyin’den başkası değildi.

Mossad'ın utanç operasyonu
Mecra

MOSSAD ajanları tarafından zehirlenen Halid Meşal, Kral Hüseyin'in girişimleriyle getirtilen panzehirle tedavi edilmişti.

***

Modern Ortadoğu tarihine damga vuran Haşimi Ailesi’nin Ürdün kolu, o gün çok farklı bir hissiyatı yaşıyor; son elli yılda girişilen çetin mücadelelerin ve içinden “sağ salim” geçilen kaosların ardından ulaşılan ve o gün artık müjdeli bir sesle bozulan sükut, yerini, işte şimdi ailenin ilk torununun merhabası niteliğindeki ağlamalara bırakıyordu.

Emir Abdullah’ın büyük oğlu ve veliahdı Talal ile eşi Zeyn el-Şeref’e ebeveyn olmanın heyecanını ve aileye bir erkek torun vermenin haklı gururunu yaşatan bebek, Ürdün’ün, ailesine bir “ganimet” olarak takdim edilmesiyle sonuçlanan isyanın da müsebbibi olan büyük dedesinin ismini alacak ve doğduğunda henüz bir emirlik olan ülkesine 47 yıl boyunca krallık yapacaktı. Hüseyin bin Talal, Amman’da dünyaya geldiğinde, takvimler 14 Kasım 1935’i gösteriyordu

Ürdüm Haşimilerinin ilk torunu Hüseyin, babası Talal bin Abdullah'ın kucağında.

Ailenin tüm fertlerinin üzerine titrediği bir çocukluk geçiren Hüseyin, Amman’daki ilk tahsilinin ardından o dönem henüz krallık olan Mısır’ın İskenderiye şehrindeki Victoria College’ın yolunu tuttu. Buradaki eğitiminin tamamladıktan sonra da bu kez Birleşik Krallık’a geçerek önce bir süre Harrow School’a ve devamında da Kraliyet Askerî Akademisi’ne (Royal Military Academy Sandhurst) devam etti. Harrow School günlerinde, daha 4 yaşındayken Irak tahtına oturan kuzeni Faysal bin Gazi ile birlikte epeyce zaman geçirdi. Aynı yaştaki kuzenlerin kurduğu dostluk ilişkisi, Faysal’ın uğrayacağı akıbet sebebiyle çok da uzun sürmeyecekti.

İyi bir arkadaşlık ilişkisi kuran Hüseyin (Solda) ve Faysal'ın (Sağda) dedeleri kardeşti.

Hüseyin, genç yaşta iyi bir eğitimden geçerek ülkesine döndüğünde, Ürdün artık bağımsız olmuş, dedesi Abdullah emirlikten krallığa terfi etmiş, 14 Mayıs 1948'de İsrail’in kurulduğunun resmen ilân edilmesiyle başlayan savaşın sonucunda da Kudüs’ün batısı İsrail tarafından işgal edilmişti. Hüseyin’in veliaht olan babası Talal ve küçük oğlu Naif’e pek güvenmeyen Abdullah, torununun gelişimine ayrı bir önem gösterdi ve onu neredeyse hiçbir zaman yanından ayırmadı.

Kimi zaman yabancı devlet adamlarıyla yapılan toplantılara dahi katılan genç Hüseyin, bir yandan İngilizce konuşamayan dedesinin tercümanlığını üstlenirken bir yandan da üst düzey uluslararası görüşmelere dair gözlem yapma şansı buldu. Kral Abdullah, 20 Temmuz 1951 günü Mescid-i Aksa’da, Kıble Mescidi’ndeki cuma namazı sırasında vurularak öldürüldüğünde Hüseyin yine onun yanı başındaydı.

  • Dedesiyle geçirdiği kısa, yoğun ve kanlı bu dönemde edindiği tecrübeler, Hüseyin’in tahta oturduktan sonra izleyeceği siyaset üzerinde epeyce etkili oldu.

Beş yaşındaki Hüseyin, dedesi Kral Abdullah'la beraber Arap İsyanı'nın 24. yılı kutlamalarında.

Hüseyin, babası Talal’in, dedesi Abdullah öldürüldükten yaklaşık iki ay sonra, 6 Eylül 1951’de Ürdün’ün yeni kralı olarak tahta oturmasıyla birlikte veliaht prens ilân edildi. Bu sürede yeniden İngiltere’ye döndü ve Kraliyet Askerî Akademisi’ndeki eğitimine devam etti. Kral Talal’in evvelden bu yana sergilediği anormal davranışlar, Abdullah’ın uğradığı suikastın da etkisiyle şizofreni alametlerine dönüştü.

Bir süre gözlem altında tutulan Kral’ın artık görev yapamayacağına kani olan doktorların verdiği raporla harekete geçen Ürdün Parlamentosu, 11 Ağustos 1952’de ülkenin artık yeni bir kralı olduğu ilân etti. Aynı gün annesiyle birlikte Lozan’da bulunan Hüseyin, kral olduğu haberini “Majesteleri Kral Hüseyin’e” notuyla gönderilen bir telgrafla öğrendi. Sabık Kral Talal, tedavisine devam edilmesi için İstanbul’a gönderilecek ve hayatını kaybettiği 7 Temmuz 1972’ye kadar da buradaki bir klinikte kalacaktı.

Babasının öldürülmesinin ardından şizofreni belirtileri gösteren Talal, bir yıldan daha kısa bir süre tahtta kalabildi.

Kral ilân edildiğinde reşit olmayan Hüseyin, başbakan, senato başkanı ve temsilciler meclisi başkanından oluşan üç kişilik bir konseyin naipliğinde görevine başladı. Birkaç ay devam eden bu kısa niyabet döneminin ardından 2 Mayıs 1953’de, Irak tahtında oturan kuzeni Faysal’la aynı gün gerçek manada kral oldu ve Ürdün’ün kontrolünü tamamıyla eline aldı.

Nasser's Rock'N'Roll
Mecra

Ancak Hüseyin’in önünde oldukça zorlu bir süreç vardı: 1948 sonrası ülkesine akın eden Filistinlilerin durumu, Mısır’da gerçekleşen “Hür Subaylar Darbesi” sonrası krallığın ortadan kaldırılmasıyla yükselen Panarabizm hareketleri, hemen yanı başındaki İsrail varlığı, Suların bir türlü durulmadığı Irak, Suriye ve Suudi Arabistan’la yürütülecek komşuluk ilişkileri gibi pek çok sorun, henüz 18’ini doldurmamış bu yeni kraldan çözüm bekliyordu.

Genç Hüseyin, kral olduktan sonraki niyabet döneminde Sandhurst'teki eğitimine devam etti.

50’li yılların ortalarına doğru Ortadoğu’da sular yeniden ısınmaya başladı. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın harladığı Arap milliyetçiliği ateşi, nüfusunun büyük çoğunluğu Filistinlilerden oluşan Ürdün’deki harareti de artırıyordu. Süveyş’in millileştirilmesi hayalini 1956 yazında pratiğe döken Nasır, diğer Arap ülkelerinin halklarından da aldığı destekle Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni ilân etmenin peşine düştü.

Panarabizm uğruna: Cemal Abdünnasır
Mecra

Tırmanan gerilimden uzak durmak isteyen Hüseyin ise ülkesi içinde yükselen tansiyonu düşürmeye çalışmakla meşguldü. ABD’nin gözlemciliğinde kurulan Bağdat Paktı’na katılma fikrinden vazgeçti, Arap Lejyonu Komutanı Sir John Bagot Glubb ve beraberindeki İngiliz subayları görevlerinden aldı, genel seçimlerin düzenlenmesine müsaade etti… Ancak bunların hiçbiri kısa zamanda yaşanacak felaketleri engellemeye yetmedi.

Sir John Bagot Glubb, Haşimi Ailesi mensuplarıyla arası epeyce iyi olan bir askerdi.

Hüseyin ve kuzeni Faysal, Mısır ve Suriye’nin birleşmesiyle kurulması planlanan Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin tetikleyeceği sorunları bertaraf etmek üzere 1958’in ilk günlerinde harekete geçtiler ve Şubat ayının ortalarında, Haşimiler tarafından yönetilen Irak ve Ürdün’ün Arap Federasyonu çatısı altında bir araya geldiği ilân edildi. Ancak bu hamleyle ülkelerinin sokaklarında yankılanan Panarabist söylemlerin dozunu düşürmeyi hedefleyen genç krallar, istediklerini alamadı.

Kral Hüseyin ve Kral Faysal, Abdunnasır'ın Birleşik Arap Cumhuriyeti'ne karşı Arap Federasyonu'nu hayata geçirmişlerdi.

Irak Ordusu içindeki Cemal Abdunnasır hayranı askerler, 1958 yazında düğmeye bastı ve 14 Temmuz 1958’de gerçekleştirilen kanlı darbeyle Irak’taki krallık devrildi, Kral Faysal ve ülkedeki üst düzey pek çok isim öldürüldü. Darbenin hemen bir hafta sonrasında da Arap Federasyonu’nun dağıldığı ilân edildi.

  • Dedesinden sonra kuzeninin başına gelenler de Kral Hüseyin için oldukça etkili oldu ve hiçbir zaman aklından çıkmadı.

Nispeten sakin geçen sonraki birkaç yılın ardından 60’ların ikinci yarısına gelindiğinde, bu kez İsrail ve Arap ülkeleri arasında yaşanacak bir savaşın ayak sesleri işitilmeye başlandı. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın İsrail’i ortadan kaldırarak bütün Arapların tartışmasız lideri olma hayali, bölgeyi yeni bir çatışmaya sürükledi.

Artık tecrübeli bir kral olan Hüseyin, Ürdün'ü, bölgede yaşanan gerilimlerin uzağında tutmak istiyordu.

Diğer Arap ülkelerinin üst kadro yöneticileri ve generalleri arasında kendisine hayranlık besleyen bazı isimler olması, ülkelerin krallarını ya da siyasî liderlerini Mısır’ın dümen suyuna girmeye mecbur bıraktı. Bunun en önemli örneklerinden birisi de hiç kuşkusuz ki Ürdün’dü. Ordudaki üst düzey bazı komutanların Cemal Abdunnasır’a olan alakaları, Hüseyin’i tedirgin etti ve genç Hüseyin, kendisine karşı darbe yapılabileceği zannıyla İsrail’e karşı savaşmaya mecbur kaldı.

1967’nin Nisan ayında Suriye ve İsrail uçaklarının giriştiği it dalaşının küçük çaplı bir hava savaşına dönüşmesi, süreci hızlandırdı. Artık yaşanacakları kimsenin durduramayacağını anlayan Hüseyin, 30 Mayıs’ta Kahire’ye geçti ve Cemal Abdunnasır’la bir savunma anlaşması imzaladı. Irak ve Suriye’nin de kendilerine destek vereceklerini açıklamasıyla biraz olsun rahatlasa da savaşın beklentilerin aksine gelişmesiyle birlikte büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.

Hüseyin ve Abdunnasır (Sağda), 30 Mayıs 1967'de Kahire'de bir araya gelerek bir savunma anlaşması imzaladılar.

5 Haziran 1967 sabahı İsrail uçaklarının baskınına uğrayan Mısır Hava Kuvvetleri tarumar oldu ve mecburen savaşa sürüklenen Ürdün de hiçbir varlık gösteremedi. Tarihe “Altı Gün Savaşı” olarak geçen savaş sona erdiğinde Mescid-i Aksa’yı da içinde bulunduran Doğu Kudüs ve Batı Şeria, İsrail’in işgaline uğradı. Hüseyin, “Aksa’yı kaybeden kral”dı artık.

Kral Hüseyin savaş bölgesinde
Mecra

Altı Gün Savaşı’nın ardından Hüseyin’i yeni bir imtihan bekliyordu. Savaştan kaçarak Ürdün’e sığınan Filistinli mültecilerden bir kısmı, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altında silahlı eğitimler alarak, İsrail’e karşı bir gerilla mücadelesi başlattı. Bu durumun ülkesi adına tehlike oluşturduğunu düşünen Hüseyin, Filistinlilere karşı hareket edince bu kez kendisi hedef haline geldi ve Ürdün sokaklarında silah sesleri yankılanmaya başladı.

1970'in sonlarına doğru Filistinli gruplar ve Ürdün güvenlik güçleri arasında yaşanan çatışmalar şehirleri etkisi altına almıştı.

6 Eylül 1970 günü Filistinli gruplar tarafından kaçırılan üç İngiliz uçağı Ürdün’deki Azrak Havalimanı’na indirildi ve bölge “kurtarılmış” ilân edildi. Filistinli grupların bu faaliyetlerinden rahatsız olan Kral, onlara boyun eğdirmek için 1970’in Eylül ayında askerî bir bastırma operasyonu planladı. Hüseyin ve FKÖ Lideri Arafat, 27 Eylül’de Cemal Abdunnasır’ın arabuluculuğunda bir araya gelse de olaylar yatışmadı.

Pakistan’dan yardım isteyen Kral Hüseyin, destek için gelen Tuğgeneral Ziyaulhakk’ın komutasındaki kuvvetlerle birlikte, yaklaşık iki yıl boyunca Filistinlilerle mücadele etti. Ürdün yakın tarihinde “Kara Eylül Olayları” olarak bilinen olaylar 1971 Temmuz’unda tamamen yatıştığında, FKÖ, merkezini Amman’dan Beyrut’a taşıdı; Kral Hüseyin’in emriyle başlatılan operasyonlardaysa en az 25 bin Filistinli hayatını kaybetti.

Acı hâlâ taze
Mecra

Kral Hüseyin'e yardıma gelen Tuğgeneral Ziyaulhakk, ilerleyen yıllarda Pakistan Cumhurbaşkanı olacak ve ülkeyi askerî bir rejimle yönetecekti.

1973’ün Ekim ayında Mısır ve Suriye, İsrail’e karşı yeni bir savaşa giriştiğinde Hüseyin’in olanlardan haberi yoktu. Eylül ayında İsrail Başbakanı Golda Meir ile gizli görüşmeler yaptığı İsrail basını tarafından açıklanan Kral, diğer Arap ülkelerine karşı zor durumda kaldı ve Yom Kippur Savaşı başladıktan bir hafta sonra, Golan Tepeleri’ndeki Suriye birliklerine destek olmaları için askerlerini bölgeye sevk etti. Hüseyin, bu savaşın ardından daha dengeli politikalar izlemeye gayret etti ve ülkesinin ekonomisini ayakta tutmaya çalıştı. Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkeleri ve Batılı bazı devletlerle iyi ilişkiler kurarak mali kaynak oluşturmaya çabaladı.

İzlediği denge politikalarının karşılığını içeride sağladığı hakimiyet ve nispeten huzurlu ortamla alan Kral Hüseyin, 80’li yılların sonuna gelindiğinde, Batı Şeria konusunda da yeni bir sayfa açtı. Aralık 1987’de Birinci İntifada’nın patlak vermesinin üzerinden yaklaşık iki yıl geçtikten sonra, Hüseyin, Batı Şeria üzerindeki hakkından ve bölgede yaşayan Filistinlileri Ürdün’ün temsil ettiği iddiasından vazgeçti.

Hüseyin, 1967'den bu yana sürdürdüğü Batı Şeria politikasını, 80'li yılların sonuna gelindiğinde terk etti.

Aynı dönemlerde ülkedeki ekonominin kötüye gitmesiyle birlikte başlayan küçük çaplı protestolar, Batı Şeria kararının ardından politik bir görüntüyü büründü ve kendisini hedef almaya başladı. Kral, çareyi Altı Gün Savaşı sonrası feshedilen meclisi yeniden açmakta ve 22 yılın ardından seçim düzenlemekte buldu.

Hüseyin, Körfez Savaşı’nda Irak karşıtı cephede yer almadı ve Saddam lehine arabuluculuk girişimlerinde bulundu. Irak Cumhurbaşkanı’nın tüm uyarılara rağmen Kuveyt’i ilhak ettiğini ve artık buradan dönüş olmayacağını ilân etmesinin ardından tüm çabaları boşa giden Hüseyin, adeta ortada kaldı. Birçok ülkenin tepkisiyle karşılaşan Kral’ın uluslararası itibarı büyük zarar gördü.

Kral Hüseyin, Körfez Savaşı sırasında Saddam Hüseyin lehine arabuluculuk yapmış, ancak günün sonunda yalnız kalmıştı.

ABD’nin Ürdün’e ekonomik yardımları kesme kararının ardından körfez ülkelerinden de benzer açıklamalar gelince, içerideki ekonomik durum daha da kötüye gitti. Ancak Ürdünlüler, bütün bu yaşananların ülkelerine dışarıdan bir müdahale olduğunu düşünerek Hüseyin’e sahip çıktılar. Ürdün sokakları, ABD aleyhine düzenlenen kalabalık gösterilere sahne oldu.

Yaşanan tüm olumsuzlukları lehine kullanan Hüseyin, Ürdün halkı üzerindeki etkisini ve gücünü pekiştirdi.

1991’de toplanan Madrid Konferansı ve iki yıl sonrasında Filistin ve İsrail arasında varılan Oslo Antlaşması, Kral Hüseyin’in de uzun zamandır yapmak istediği “barış” için uygun zemini oluşturdu. Göreve geldiğinden bu yana İsrail tarafıyla onlarca kez gizli görüşme tertipleyen Kral, dönemin İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’den gelen ılımlı açıklamaların ardından kalıcı bir çözüm için harekete geçti.

İsrail tarafından gelen ılımlı açıklamalar, Kral'ı, uzun yıllardır sağlamayı hedeflediği kalıcı barış için harekete geçirdi.

ABD Başkanı Bill Clinton’ın da devreye girmesiyle yapılan müzakereler sonunda, 25 Temmuz 1994’de Beyaz Saray’da bir araya gelen Kral Hüseyin ve Yitzhak Rabin, kalıcı barışa giden yolun belirleyicisi niteliğindeki Washington Bildirgesi’ni imzaladılar. Dört ay boyunca devam eden görüşmeler neticesinde 26 Ekim 1994’de Ürdün ve İsrail arasındaki barış anlaşması resmen imzalandı ve Mescid-i Aksa’nın yönetimini bu anlaşmayla tekrar eline almayı başaran Kral Hüseyin’in Ürdün’ü, Mısır’ın ardından, İsrail’i tanıyan ikinci Arap ülkesi olarak tarihe geçti. Anlaşmanın diğer tarafındaki Rabin, 4 Kasım 1995’de radikal bir Yahudi’nin silahından çıkan kurşunların hedefi olarak hayatını kaybetti.

Yıllardır bitmeyen "Altı Gün"
Mecra

Kral Hüseyin ve İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin (Solda), ABD Başkanı Bill Clinton'ın (Ortada) ev sahipliğinde bir araya gelerek Washington Bildirgesi'ni imzalamışlardı.

Kısa süre devam eden sükunetin ardından 16 Eylül 1997’de, Hamas’ın Siyasî Büro Şefi Halid Meşal’in, Ürdün’ün başkenti Amman’da saldırıya uğramasıyla iki ülke arasındaki ilişkiler tekrar gerildi ve Hüseyin bin Talal, krallık döneminin en önemli imtihanlarından birini verdi. İki MOSSAD ajanı tarafından zehirlenen Meşal için hızlıca bir diplomasi trafiği başlatan Kral, İsrail Başbakanı Netanyahu’dan panzehrin gönderilmesini istedi ve bunda muvaffak oldu.

Hüseyin, Meşal’in tedavisine devam edildiği sırada, ele geçirilen iki MOSSAD ajanına karşılık da İsrail hapishanelerinde esir tutulan 40 Filistinlinin serbest kalmasını sağladı. Serbest bırakılan mahkumlar arasında Hamas’ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin de vardı.

Hüseyin, bizzat Netanyahu hükumeti tarafından tertiplenen Halid Meşal suikastından sonra oldukça etkili bir diplomasi yürüttü.

Filistinlilerin Ürdün’e getirilişi sırasında bizzat havalimanında bulunan Kral, yaşanan onca gerilimin ardından kameraların karşısına geçerek söylediği sözlerle, Netanyahu hükümetinin başlattığı kaostan zaferle çıkmayı başardı ve halkının gözündeki yerini iyice sağlamlaştırdı.

Kral'ın kardeşinden şaşırtan çıkış
Mecra

1998 Mayıs’ında sağlık sorunları baş gösteren Hüseyin, geçtiği kontroller sonunda kanser olduğunu öğrendi. 6 ay boyunca ABD’de kemoterapi tedavisi gören Kral, 1999’un Ocak ayında ülkesine döndü. 24 Ocak’ta, 1965’den bu yana veliaht prens olan kardeşi Hasan bin Talal’i azletti ve bir gün sonrasında da oğlu Abdullah’ı bu göreve getirdi.

4 evliliğinden 11 çocuk babası olan Kral Hüseyin, kendisinden sonra tahta oturması için en büyük oğlu Abdullah'ı (Orta sıra, sağ bir) seçmişti.

Yabancı prensese geçit yok
Mecra

Yaptığı bu kritik değişikliğin ardından durumu giderek ağırlaşan Kral Hüseyin, 7 Şubat 1999’da hayatını kaybetti ve kendisinden önceki krallar Abdullah ve Talal’in de kabirlerinin bulunduğu Raghadan Sarayı’ndaki kraliyet mezarlığına defnedildi.

***

47 yıllık iktidarı boyunca adeta uçurumdan uçuruma çekilmiş bir ipin üstünde yürüyen ve ülkesini, içinde bulunduğu coğrafyada yaşanan onca kaostan bir şekilde çıkarmayı başaran Hüseyin, özel hayatında da siyasî kariyerinde olduğu gibi inişli çıkışlı dönemler yaşadı. Henüz 20 yaşında hayatını birleştirdiği ve ilk çocuğu Prenses Aliye’nin annesi olan Dina binti Abdulhamid’le yalnızca iki yıl evli kaldı ve çift, Haziran 1957’de boşandı.

Dört yıl sonra İngiliz Antoinette Avril Gardiner’le evlenen Kral’ın, evlilik sonrası Müslüman olarak Muna ismini alan prensesten Abdullah, Faysal, Ayşe ve Zeyn adlarında dört çocuğu daha dünyaya geldi.

Kral Hüseyin ve Prenses Muna, 25 Mayıs 1961'de düzenlenen törenle dünya evine girmişlerdi.

Hüseyin, 11 yıl devam eden bu evliliğin sona ermesinden yalnızca üç gün sonra, 24 Aralık 1972’de bu kez Aliye Bahauddin Tokan ile dünya evine girdi. Dört yıldan biraz uzun süren evlilik, öncekilerden farklı olarak, Kraliçe’nin 9 Şubat 1977’de hayatını kaybetmesiyle sona erdiğinde, Prens Ali ve Prenses Haya da aileye katılmış ve Raghadan’daki kardeş sayısı yediye yükselmişti.

Kral Hüseyin, son evliliğini 15 Haziran 1978’de, Hıristiyan Arap bir baba ve İsveç asıllı bir annenin kızı olan Lisa Necib Halaby ile yaptı. Amerika’da doğup büyüyen Lisa, Ürdün’e kraliçe geldikten sonra Müslüman olarak Nur ismini aldı ve Kral’ın hayatını kaybettiği Şubat 1999’a kadar yanında oldu.

Kraliçe Nur, hayatını kaybedene kadar Kral Hüseyin'in yanı başındaydı.

Bu evlilikten dünyaya gelen Hamza, Haşim, İman ve Raye ile birlikte 11 çocuk sahibi olan Hüseyin, krallığını devredeceği isim olaraksa en büyük oğlunu seçti. Babasının, ölümünden yalnızca birkaç gün önce veliaht prensliğe getirdiği Abdullah, 7 Şubat 1999’da yeni kral ilân edildi.

Halen Ürdün tahtında oturan İkinci Abdullah, ayakta kalmanın hayli güç olduğu bir coğrafyanın ortasında ve Haşimi Ailesi’nin eski üyelerinin uğradığı akıbetlerin gölgesinde, babasından devraldığı ip cambazlığını sürdürüyor.