Hollanda’nın Endonezya Müslümanları üzerine koloni politikası
Yaklaşık 18.000 adadan oluşan Endonezya, yirmi sekiz eyalet, üç özel bölge ve bir başkentten oluşan bir ada devletidir. Bu adalar Asya ve Avusturalya kıtalarını birbirine bağlaması, Hint okyanusu ve Pasifik arasında bulunması açısından stratejik olarak çok önemlidir. Endonezya’nın bu kadar çok adadan oluşması, nihayetinde kolonizm hareketlerinin ve misyonerlik faaliyetlerinin, dağınık ve birbirinden farklı bölgelere yayılmasına sebep olmuştur.
Hollandalılar, 1599’da Sumatra Adası'na çıkmaya çalışırken Açe Sultanlığı tarafından püskürtüldükten sonra 1873’teki işgallerine kadar doğudaki adalara yöneldiler ve Sumatra Adası dışında pek çok adayı zapt ettiler. 1619’da da Batavia şehrini kurdular. Hollanda Hükümetinin tavsiyesiyle rekabet halinde olan şirketler birleşerek, daha çok Hollanda Doğu Hindistan Şirketi (Dutch East India Company) olarak bilinen, Birleşik Doğu Hindistan Şirketi’ni (Vereenigde Oost-Indische Compagnie – VOC) kurdular. Düşen gelirlerini artırmak isteyen Hollanda buraya Hollandalı ve Çinli tüccarları yerleştirdi. Hollandalılar, 18. yüzyılın sonlarına kadar doğrudan yönetimi altında tuttuğu Endonezya’da angarya usulüne dayalı üretim ile serbest ticaret politikası takip ederken, mahallî hükümdarlarla anlaşarak ticari tekel hâkimiyeti sağlamışlardı.
Hollanda 1780’de başlayan İngiliz-Fransız -Amerika harbinde Fransa tarafından olduğu için İngiltere’nin ablukasına maruz kalmıştı. Ayrıca 1795’te Fransız işgaline uğraması ve Fransa’dan gelen yeni fikirlerin Hollanda’nın Endonezya üzerindeki nüfuzunu geriletmesine rağmen 1816’da adalardaki nüfuzu yeniden verildi. Böylece, 1825-1830 yılları arasında Endonezya halkının isyanı ile başlayan “Cava Savaşı”ndan sonra Hollanda, farklı bir ekonomik yöntem izleme kararı alacaktı.
Endonezya’da Hristiyanlık
Endonezya’nın Hristiyanlıkla ilk temasının Nasturi İran ve Hindistan kilisesine mensup Hristiyan tüccarlar aracılığıyla gerçekleştiği iddiaları bulunsa da buna dair kesin bir kanıt bulunamamıştı.
Portekizler, 1500’lü yıllarda açık denizlerde Müslüman tüccarlara saldırılar düzenleyerek Endonezya-Malezya takımadalarının yer aldığı Güneydoğu sahillerinde işgal girişimlerinde bulunuyorlardı. 1511’de Malakka’yı ele geçirdikten sonra mücadele Malaku’ya taşınmıştı.
Adaya 10 yıl sonra gelen İspanyollarla birlikte Müslümanlar ve Hristiyanlar arasındaki dinî yarış arttı.
Bu tarihten itibaren Malaku’da Hristiyanlığı yaymaya çalışan Portekizliler ve İspanyollar, çizdikleri kötü imaj nedeniyle çok az kişiyi vaftiz edebildiler. 1588’den itibaren Hollanda’nın da bu rekabete dahil olmasından sonra Hristiyanlığın yayılması büyük zarar görmüş, İslâm aynı zamanda bir muhalefet olarak da güç kazanmıştı.
- 1605’te Hollandalı Amiral Steven Van der Haghen, çok şiddetli bir mücadele olmadan Ternate Sultan’ı Hairun’la iş birliği yapan Portekizlilerin, kralın ölümüyle güçlerini kaybetmesinden sonra adayı ele geçirdi.
Van der Haghen, Portekizli rahiplere ve evli Portekizlilere adada kalma izni verdi. Ayrıca inançlarını Katolik Ambon Hristiyanları ile devam ettirmelerine de müsaade etti ancak ondan birkaç ay sonra atanan Ambon’un ilk valisi Frederik de Houtman’ın (1605-1615) Portekizlilerin adadan çıkarılması kararıyla adadaki Katolik misyonu ve Portekiz iktidarı son buldu.
Hollanda, Portekiz’in yerini aldıktan sonra, bölgeye Hollanda Doğu Hindistan şirketi (VOC) tarafından Hollandalı reformcu papazlar yerleştirildi. Katolikler zorla Hristiyanlaştırılıyor, Katolik misyonerlerin faaliyetleri yasaklanıyor, Protestan bakanları adanın merkezine yerleştiriliyordu. Hollanda anti-kolonyal bir tepkiden korktuğu için, ticari faaliyetlerine bir yandan devam ederken bir yandan da Katoliklerin Protestan olması ve Müslümanların tepkilerini çekmeden İslâm’ın genişlememesi düşüncesindeydi.
Öncelik verilen dört unsurla Protestanlığın yayılması hedeflenmişti: Eğitim, Kitab-ı Mukaddes’in yerel dillere çevrilmesi, tıbbi-sağlık bakım çalışmaları ve inşaat projeleri.
Ayrıca kurulan misyoner kuruşlarla da (Nederlandsch Zendeling Genootschap (NGZ) en büyüklerinden biriydi) bu faaliyetler hızlanmaktaydı; özellikle animist inanca sahip bölgelerdeki halkın Protestan olduğu görülüyordu.
Misyonerlik faaliyetleri emperyalist amaçlarla devam ederken Hollandalı araştırmacılar, “İslâm” hakkındaki araştırmaları ile farklı etnik köken ve dillerden oluşan adalardaki Müslümanların yaşamlarına dair incelemelere başladı. Bu araştırma ve incelemelerin amacı hâlâ tamamen hâkim olamadıkları Müslüman bölgelerde süren direnişi kırmaktı. Şimdi kısaca bu faaliyetlerin mahiyetine ve bölgedeki direnişi kırmaktaki rolüne bakalım.
Endonezya’da İslâmiyet
Endonezya’da İslmiyet’in yayıldığı tarihle alakalı çok çeşitli rivayetler mevcuttur. Ancak yazılı kaynaklara göre ilk kayıt, Marco Polo’nun 1292’de Çin’e yaptığı ziyareti esnasında Kuzey Sumatra’daki Perlak halkının Müslüman olduğuna dair olandır. Endonezyalı Müslümanlar ve ilim adamlarıysa daha hicri 1. asırda Arap tüccarlar yoluyla İslâmiyet’in geldiğini aktarırlar.
1345 yılında İbn Batuta, Samudra Kralı Melik ez-Zâhir’in Şâfiî mezhebinden olup burada İslâmiyet’in çok hızlı bir şekilde yayıldığını kaydetmektedir.
Doğu Cava’da Travulan ve Tralaya mezarlıklarındaki mezar taşları da 13. yüzyıla ait olup İslâmiyet’in Cavalılar arasında benimsendiğini gösterir niteliktedir. 15. yüzyılın başlarından itibaren Arap ve İranlı davetçiler vasıtasıyla, Cava ve Madura İslâmiyeti kabul etmiştir. İslâmiyet, Cava’nın kuzey sahilinde kurulan Demak Sultanlığı sayesinde burada siyasî bir güç kazanmıştı.
Demak, Orta Cava’daki Budist Macapahit Devleti’ne son verdi. 1546’da zayıflayarak Demak’a bağlı bölgelerde küçük sultanlıklar kuruldu. 1613-1646 yılları arasında güçlenen Mataram Devleti, bu sultanlıkları yıkarak kendi hâkimiyetine aldı. (Daha sonra bu devlet Hollanda hâkimiyetine girecekti.)
16. yüzyılda Kalimantan’ın sahil bölgeleri, 17. yüzyıl başlarında Sulavesi’nin güney bölgesi Müslüman olmuştu. İç kesimler genellikle putperest kalırken kuzeydeki bazı kesimler Hristiyanlığı benimsedi. Ternate Sultanlığı vasıtasıyla İslâmiyet doğuya ve batıya doğru yayılırken Maluku Adaları, Portekiz’den sonra Hollanda misyoner faaliyetlerinin yayıldığı bölgelerden oldu.
- Aşağı Sunda adalarından Bali, Hinduizm’in katı bir kalesi olarak kalırken Lombok ve Sumbava adaları geçen asrın sonlarında tamamen İslâmiyet’i kabul etti.
Hollandalı bazı araştırmacılar, İslâm’ın yayılışını Portekizliler ve Müslümanlar arasındaki rekabete bağlamaktadır. Mesela bu konuda Scrieke “Takımadalardaki İslâm’ın yayılışını Müslüman tüccarlar ve Portekizliler arasındaki düşmanlık düşünülürse anlamak mümkündür.” teorisini savunurken Nakıb el-Attas ise bunu reddeder; Hollandalı bilim adamlarının iddia ettiği gibi Müslümanlar ve Hristiyanlar arasındaki rekabetin İslâmiyet’in özellikle 11. ve 17. yüzyıllar arasındaki yayılmasını hızlandırdığını kabul etmez. Ona göre, takımadalarda İslâm ve Hristiyanlık arasında rekabet yoktur. İslâm zaten yayılmıştır ve Hristiyanlığın rakip olarak görülmesi için bir durum oluşmamıştır.
Adada Hristiyanlığın etkisi 19. yüzyıldan itibaren olacaktır. Hollandalı araştırmacıların iddia ettiği gibi Portekizliler 16. yüzyılda Malay-Endonez takımadalarında ciddi bir hâkimiyet elde etse de ticari faaliyetleri öncelikli tuttukları ve zorlayıcı bir siyaset uyguladıklarından ötürü Hristiyanlık 19. yüzyıla kadar başarılı bir şekilde yayılamamıştır. Bu sebeple rekabet de pek mümkün görünmemektedir.
Hollanda’nın İslâm üzerine koloni politikası
Hollanda, Portekizlilerden sonra Batavia’daki Müslümanların ibadetlerini serbestçe yerine getirmelerine izin vermiyordu. Batavia Kilise Konseyi, 1643’te Müslümanların sünnet olmasını yasakladı ve dinî okulları kapattı. Birkaç yıl sonra Müslümanların açık ve gizli toplantı yapmaları da kesin bir şekilde yasaklandıysa da Müslümanlardan gelen yoğun tepkiler üzerine 1674’te bu yasak yumuşatıldı. Hollandalılar, 1716 yılında da hacca gidilmesini yasakladılar. Bunun sebebiyse Endonezyalı Müslümanlar hacca gittiklerinde bilgilenip halkı bilinçlendiriyor olmalarıydı. Hollandalılar, bir yandan ticari faaliyetlere devam ederken bir yandan da sürdürdükleri misyonerlik faaliyetlerine karşı İslâm’ın bir direniş gücü olarak durmasını istemiyor, zayıflamasını istiyorlardı.
Hacca giden Endonezyalı Müslümanlar, Hollanda’nın misyonerlik siyasetine karşı koymada sürekli yinelenen bir direnç mekanizması oluşturuyorlardı.
1811- 1816 yıllarında İngiltere yönetimi esnasında genel valilik yapan Sir Thomas Stanford Raffles, hacıların Endonezyalı halka tesiri hakkında; Mekke’den gelen her Arap ve Cavalı’ya halk tarafından bir “aziz” gibi saygı gösterildiğine, onların ülkeyi ayaklandırmada en aktif araçlar olarak rol aldıklarına dair izlenimlerini aktarıyordu.
Hollanda’nın hac yasağı, özellikle I. Dünya Savaşı yıllarında kendisini göstermiştir. Bu tarihte Osmanlı Devleti, takip ettiği ittihâd-ı İslâm politikası çerçevesinde cihat ilan etmişti. Dolayısıyla Hollanda hükümeti, Osmanlı devletine bağlı Endonezyalı hacıların sömürgecilik hareketine karşı ayaklanma çıkarmasından korkuyordu. Buna binaen 1915’te, geçici olarak hac yasaklandı.
Hollandalı şarkiyatçı Snouck Hurgronje, hac yasağını daha büyük problemlere yol açabileceği gerekçesiyle protesto etti ve koloni hükümetine mektup gönderdi. Snouck, hac ibadetinin yasaklanmasının Panislamizm hareketini güçlendireceğini ifade etti.
Hollanda’ya nazaran diğer ülkeler haccı yasaklamıyordu hatta Fransa hükümeti kendi kolonisinden hacca gidenler için 500.000 frank yardım bağışı yapmıştı.
Hollanda hükümeti haccı yasaklayınca Endonezya’dan Hollanda gemileri ile Mekke’ye giden hacılar geri dönemedikleri için orada kaldılar.
Hollanda hükümeti yardım yapmayıp hac yolculuğunu da yasaklayınca Mekke’de kalan hacıların yerleşim ve geçimlerine yardımcı olmak amacıyla Rinkes Ahmad Djadjadiningrat, Cokroaminoto, Tafsir Anom ve Hasan Mustapa tarafından hac yardım komitesi kuruldu.
Koloni Politikasının Şekillenmesinde Hurgronje’nin Çabaları
Cristiaan Snouck Hurgronje, Endonezyalı Müslümanların direnişinin kırılması ve Hollanda’nın Endonezya’daki sömürge hareketlerinin tam bir başarıya ulaşabilmesi için, ihtida kisvesiyle İslâm hakkında araştırma yapmak için Mekke’ye giden Hollandalı bir oryantalistti. Snouck, Hollanda hükümetini uğraştıran ve hâlâ tam bir başarı elde edilemeyen Açe, Cava gibi bölgelerin hâkimiyeti hakkında yardımcı olabilmek için Mekke’de eğitimine devam eden köklü pesantren altyapısına sahip ulema ile tanışmış, onlarla ilişkilerini ilerletmişti.
Snouck, yaptığı araştırmalarda Mekke’ye gidip dönmenin koloni karşıtı panislamist düşünceleri tetikleyen bir hareketten ziyade Mekke’deki eğitim ve Sufi gelenek üzerinde durarak bunların hactan daha tehlikeliolduğunu savunuyordu. Hactan önce orada alınan eğitimin, özellikle saygı duyulan ve birer sufi tarikatı üyesi olan Kur’ân hocalarının etkisi, hem sosyal açıdan hem de politik açıdan büyüktü. Mekke’de bağlantı kurduğu “ehl-i sünnet ve’l cemaat” itikadına sahip olmayan Vahhabi hareketinin ise, II. Abdülhamit’in takip ettiği Panislamizm politikası tehlikesine karşı kullanışlı olabileceğini düşünüyordu.
Hurgronje, Mekke’den döndükten sonra 1889’da Endonezya’daki görevine başladı. Buradaki ilk amacı İslâm ve Müslümanların hayatlarını yakından incelemekti. Hurgronje, Batı Cava’ya giderek oradaki Müslümanların inanç ve pratiklerini görmeyi amaçlıyordu. Burada ona yerel Müslümanların sosyal hayatlarını ve İslâm’ı nasıl pratize ettiklerini içeriden görmesini sağlayacak olan Hasan Mustafa’dan yardım aldı. Hasan Mustafa, bölgedeki Müslüman topluluğunu keşfetmesi noktasında Snouck’un anahtar bilgi kaynaklarından olan Garut’un önde gelen âlimiydi. Ona Batı Cava’daki diğer önemli âlimlerin listesini verdi, onların takipçileri, hocaları, aileleri ve soyları hakkında bilgilendirdi. Mustafa, Snouck’la birlikte Cava ulemasının öğrencilerine her zaman kullandıkları kitaplardaki dinî bilgileri nasıl naklettiklerini anlatıyordu. Snouck, ayrıca, Endonezyalı Müslümanların dinî pratikleri belirli zamanlarda ve durumlarda ne şekilde uyguladıklarını da gözlemlemekteydi.
- Hurgronje’nin ilk amacı yerel aristokrasiyi koloni idaresine çekmekti. Pesantren uleması dışarıda kalırken yalnızlaşacak ve diğer sosyal sınıflarda aristokrasiden sonra koloni çemberine girmeyi sürdürecekti.
Hasan Mustafa, Snouck’la yakınlaşmasının ve ona sağladığı kilit bilgilerin bir sonucu olarak 1893’te Kutaraja’nın penghulu şefi olarak atandı. Daha sonra savaşla bağlantılı olarak Hollanda otoritelerine Açeliler ve İslâm hakkında yerel bilgi sağlamak ve Hollandalıların ihtiyaç duyduğu, bölgeyi pasifize etme konusunda hizmet etti. Bunun yanı sıra, Müslümanların dinî ve sosyal işlerinden sorumlu bir penghulu şefi olarak Açelilerle bağlantı kurdu ve bir uleebaalang olan Teuku Umar’ın da Hollandalılarla çalışmasını sağladı. Mustafa daha sonra Bandung’a aynı görevle atandı ve buradaki Sundalılar olarak bilinen etnik gruplara önderlik etti.
Sonuck, ortaya koyduğu entelektüel fikirlerle Mustafa’nın Müslümanlar üzerindeki sosyopolitik ve dinî kültürün şekillendirilmesine yardımcı oldu.
O, Van Vollenhoven tarafından terimselleştirilen âdet ve teâmmül kanunu çalışmasından faydalanarak, “âdat”ı, “gelenek, muamelat, edebî kurallar” olarak tanımladı. İslâm hukukunun kidelerinden çok, Müslüman topluluklarda temel rol oynayan âdetlerin (âdat) şekillendirilmesi konusunda Mustafa ile iş birliği ve çalışmalar yaptı. Mustafa’nın Sunda kültürü ile olan duygusal bağlılığı, âdetleri şekillendirme çalışmasında önemli bir rol oynadı.
- Snouck, Açe’deki İslâm kültürü ve âdetler üzerine tartışmalı geniş bir bakış açısı ortaya koyan çalışmalar yapıyordu. Öncelikle Açe’deki İslâm kültürünün bir taslağını çizdi. Bu taslakta İslâm hukukunun, yerel adetlerle beraber uygulandığını fark etti. Ancak günlük hayatta âdetlerin, şeriatın hükümlerine üstünlüğü olduğunu gördü.
Dolayısıyla, İslâm kidelerinin Açeliler üzerinde politik ve sosyal olarak minimal düzeyde etkileri olurken âdetlerin tatbikatı daha fazlaydı. Ulema, âdet ve hükümleri İslâmî bir ülkede yan yana telakki etse de âdetler tarafından hüküm vermek önemli bir yer tutmaktaydı. Bununla birlikte, Açe’de cihad doktrini diğer takımadalarda olduğundan daha fazla kökleşmişti. Snouck, tespitleri sonucunda kültürel, sosyal ve politik açıdan âdet ve İslâm hukukunun iki farklı ve ayrı yeri olduğunu fark etti.
- Uleebalang ve ulema, âdetlerin ve şeriatın uygulayıcıları olarak saygın bir yere sahiptiler. (Daha sonra bu ayrım Güney Asya’daki oryantalist çalışmaların sistemi haline geldi.) Snouck’un koloni projesi bu ayrımın varlığını değerlendirmekten besleniyordu. Snouck koloni hükümetine uleebalangların yanında yer almak ve onlara ulema sınıfından çok daha fazla otorite ve itibar kazandırmak üzerine tavsiyelerde bulundu. Bu şekilde Hollanda otoritesiyle iş birliği yapabilirlerdi.
Açe’de ise en köklü cihad doktrinine sahip bölgelerin uleması aktif bir savaşın devam etmesi fikrindeydiler. Ancak Snouck’un tavsiyesi çok geniş bir destek kazanmıştı. Bu sayede Hollanda askerî genişlemesinde başarılı oldu.Uleebalanglar, Hollanda’ya bağlı olduklarını bildiren kısa bir bildiri imzaladılar.
Sonuck’un gelecek vizyonunda “özgürleşmiş” ve “batılılaşmış Endonezya” vardı.
- Endonezya’da penghulu denen ve pesantrende eğitim gören ulemadan başka çeşitli etnik unsur vardı. Bu etnik unsurların saygı gösterdikleri ve yine pesantren denen medrese tarzı klasik İslâmî eğitimin verildiği yerlerde yetişen ulema, etnik unsurların dillerine göre farklı isimlerle anılıyordu. Bu dinî önderler halkın sözünü dinlediği kişilerdi. Etnik unsurlarda elit olarak sayılan sosyal sınıflar da vardı. Bunlar da itibar gösterilen kimselerdi ve etnik unsura göre isimleri çeşitlilik gösteriyordu. Bunlar isimlerini uleebalang, menak gibi aile ya da bölge isimleri ya da etnik unsurların kendi dillerindeki isimleriyle anılmaktaydılar.
1882’de Hollanda koloni hükümeti İslâmî legal bir alan yapmak için girişimlerde bulundu. Penghulular,Hollanda otoritelerinin kurduğu yerli ve Arap çalışmaları ofisine bağlandılar. Penghulular önceki gibi İslâmî işlerden sorumluydu ancak artık kolonyal yasal sistemin bir parçasıydı. Penghulunun, pesantren geleneği içerisinden güçlü bir yapıyla gelmesi ve İslâm hukuku kitaplarının öğretimini sürdürmesine rağmen yerel bürokrasi (priyayi) ile birleşmiş ve bu sınıfın bir parçası olmuştu. Üstelik kendilerine maaş ödeyen Hollanda yöneticilerine bağlanmaları ve koloni öncesi dönemde krallıkların altındaki dinî yöneticilerin penghulu pozisyonuna adaylıkları, penghuluların Hollanda’ya ve yerel yöneticilere tabi olmalarını kolaylaştırıyordu.
Snouck’tan önce Karel Frederick Holle (1826-1896), Hint kıtasında İslâm çalışmalar yapan ve özellikle penghulu konusuna eğilen Hollandalı araştırmacılardandı.
O, Hollanda’nın sömürge yöneticiliği yapmakla beraber Sunda dilini çok iyi öğrenmiş, Kur’ân-ı Kerîm üzerine ve Cava’daki metinler üzerine çalışmalar yapmıştı. Holle, penghuluları sistematik şekilde İslâm ve Arap etkilerinden nasıl uzaklaştırılabilecekleri üzerine çalışmalarını sürdürüyordu. Holle, bu çalışmalarında özellikle dil politikası üzerinde durdu. Batı Cava’nın penghulularının Arap harfleri yerine Latin harfleri kullanmaları fikri üzerinde ısrar etti. Sundalıları derinlemesine araştırdı ve Garut’un penghulu şefi Muhammed Musa ile güçlü ilişkiler kurdu. Bu sayede Sundalılar üzerindeki İslâmî etkileri azaltacak projesi için önemli bilgiler elde etti. Holle, hedefini gerçekleştirmek için bir taraftan da Hollanda kolonisinin İslâm üzerine çalıştığı bir müessese kurdu. Priangan’ın Penghulu elitlerini, Menak elitlerinin içine dahil etti. Daha sonra da kolonyal otoriteye dahil edecekti.
Muhammed Musa, bu konuda iyi bir yardımcıydı. Çünkü pesantren kültürü içinde eğitim almış, daha sonra Mekke’de öğrenim görmüştü. Aynı zamanda ailesi elit sayılan krallık soyundan bir menaktı. Hükümet tarafından Limbangan penghulu şefi olarak atanan Musa, Hollanda topluluğu ve menaklarla bağlantısı sayesinde iyi bir servet ve varlığa sahip oldu. Muhammed Musa’nın üstlendiği rol sadece elit sınıfının penghulu ile bütünleşmesinde değil, klasik İslâmi eğitimin yerel ve İslâmî olmayan âdetlerle bütünleşmesini de sağlayacak çalışmalar üzerineydi. Bu noktada Hurgronje’nin keşfettiği İslâm’ın yerel unsurlarla paralellik arzeden barışçıl yönü ve yerel adetlerin değişken yapısına dair tavsiyelerinin önemli bir yeri vardı.
- Musa, Sufi doktrinindeki bazı terimleri eski Cava dili ve kültürüne dahil etti. Sufi doktrinindeki yedi mertebeyi belirten sülük, zahir ve batın gibi terimleri kendi yerel kültürünün içinde eriterek, dinî prensip ve siyasî literatürü farklılaştırdı. Tamamen mistik bir hale dönüştürdüğü bu doktrinler, artık eski Cava kültürüne ait ruhsal inanışlar haline gelmesi mümkün bir şekle girmişti.
19. yüzyılın kolonize politikasında, Musa ve Mustafa gibi yerel unsurların yanı sıra Cava dili üzerine araştırma yapan Javanoloji araştırma merkezleri kurulmuştu. Hollandalı bilim adamları Javanoloji çalışmaları yaparken özellikle İslâm öncesi Cava dili ve edebiyatı ile Eski Cava kültürü üzerinde durdular.
Hollanda’nın koloni siyasetinde hâkim duruma gelmesi konusunda yardımcı olan kilit isimlerden bir diğeri ise Sid Osman’dır. Sid Osman, Hollanda’nın Jakarta’da oluşturduğu Arap gettosu olan Pekojan’da doğdu. Dindar bir ailede yetişti ve Mekke’de eğitimine devam etti. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve İstanbul’a seyahat etti. Eğitiminin bir kısmını buralardaki tanınmış ulemalardan aldı. 1862’de Jakarta’ya geri döndü ve burada Nakşibendi Sûfi tarikatının ilkeleri hakkında kitap yazdı. Anti-Nakşibendiliğe dair yazdığı kitap, Holle’un Cianjur’daki tarikatın potansiyel tehlikeleri üzerine argümanları fonundan faydalandı. Bu argüman bölgenin milllî aristokratlarından aktif üyeler kazandı. Cianjur’daki bu çalışmalar gelecekte Sid Osman ve Hollanda koloni hükümetinin iş birliğine dair altyapıyı oluşturması bakımından da önemlidir.
Sid Osman’ın aynı zamanda Hurgronje ile de bağlantısı vardı. Hurgronje’yi Hicaz’daki Van der Chijs yoluyla zaten tanıyordu ve düzenli olarak iletişimleri vardı. Hollanda Endonezya’daki Hadrami topluluğuna da önem veriyordu. Bu sebeple Sid Osman, Hurgronje‘nin bu bölgede aradığı ve önderlik edebilecek potansiyel âlimlerden biri olabilirdi. Sid Osman da Hurgronje’ye zaten bu konudaki isteğini gösteren bir mektup yazmıştı.
Artık Hollanda hükümetinin penghuludan elde ettiği İslâm hakkındaki bilgi birikimine Sid Osman’ın entelektüel kapasitesi de ekleniyordu. Bir Hadrami olarak Sid Osman’ın politik duruşu güçsüz bir zemindeydi. Bununla birlikte Hadrami topluluğu ile alakalı “kendileri tehlike altına girmedikçe yerli Müslüman halka karşı Hollanda’nın operasyonlarını görmezden geldiklerini ve politik olaylara karşı kayıtsız oldukları” rapor ediyor ve Endonezya’daki Hadrami topluluğunun tepkisi hakkında bilgi veriyordu.
Sid Osman Penghulu olarak Hollanda’nın empoze ettiği barış ve düzen fikrini savunuyor, bu fikrin dinî liderliğini ortaya koyuyordu.
Bu rol, Sid’in onun kendi toprakları olan Hadramut’ta 19. yüzyılda ortaya çıkan bazı dinî entelektüellerin savunduğu din reform fikriyle uyum sağlıyordu. Onun dile getirdiği reform ruhu tarikatlara olduğu gibi yerel inanış ve pratiklere de karşıydı. Bu da Hollanda’nın gerçekleştirmek istediği koloni projesinin ajandasında etkili bir kampanya olarak görülebilmektedir.
Hurgonje’nin amaçladığı gibi Sid’in çalışmaları Hollanda’nın politikası ile paralellik gösteriyor ve Hollanda’nın istekleri açısından bir kaynak oluşturuyordu. Sid’in “Minhaj el-istikame fi ed-din es-salama” kitabındaki politik yaklaşımının, koloni politikası çerçevesi dışında bir resim çizdiğini söylemek zordur. Ayrıca Sid, Müslümanlar tarafından pratik edilen bid’at ehli ve ulemanın cihad söylemine –özellikle Banten ayaklanmasını hedef alarak- karşı ateşli eleştirilerde bulunmaktaydı. Bentan cihadının doğru İslâm öğretilerine zıt olduğunu ve ulemanın şeytanın takipçisi olduğunu ifade ediyor, Musa ve Holle’un söylemlerinin arkasında duruyordu. Pesantren ulemasını ve Nakşibendi- Kadiriyye tarikatının takipçilerini suçlayarak, onları Banten isyanının arkasında duran akılsızlar olarak nitelendiriyordu. Ayrıca onların dinî hayatlarında bid’alarla ve sapık uygulamalarla hareket ettiklerini yazıyordu.
Sid Osman, Hollanda doğrultusunda politik duruş sergiledi ve buna uygun yayınlar yaparak Hollanda koloni yetkililerine dinî meşruiyet sağladı.
1897’de sözde Jakarta müftüsü olarak Hollanda tarafından vazifeye atanan Osman, bir yıl sonra da Hollanda Kraliçesi Wilhelmina’nın tahta çıkışı esnasında dualar etti. Hint kıtalarındaki Müslümanların dinî yükümlülüklerini yerine getirmek, güvenli ve adaletli bir ülkede yaşamak için Hollanda sömürgesi olmanın sorunların çözümünde iyileştirici bir güç olacağı söylemlerinde bulunuyordu. 1898 senesinde de Kraliçe için kendi doğduğu şehir Pekojan’da Cuma vaktinde dualar okudu, Cava ve Madura’da da bu duaları kopya ederek okunması için dağıttı. Bu uygulaması Endonezya ve Singapur’daki bazı Müslüman ve Arap toplulukların şiddetli bir tepki göstermesine sebep oldu.
Hollanda hükümeti bu hareketinden dolayı Sid Osman’ı “Hollanda Sömürge üyesi” olarak ödüllendirirken Endonezya Müslümanları arasındaki prestijinin ve âlim imajının kaybolmasına sebep oldu.
Sid Osman’ın politik duruşu ve “Araplığı”, Hollanda’nın Endonezya toplumundaki göçmenler ve Endonezyalı olmayıp burayı yurt edinmiş farklı ırktan insanlar için istediği adaptasyonun sağlanmasında faydalı oldu. 20. yüzyılın başlarında Sid Osman’ın Endonezya’ya sadakati ateşli bir şekilde tartışılsa da Hadramiler ve Endonezyalı Arap Müslümanların gözünde geçmişten beri saygın bir yeri vardı. Sid Osman gibi çok tanınan Açe’nin Hadrami âlimi Habib Abdurrahman ez-Zahir de “herhangi bir ülke ya da halka karşı bağlılık tanımadığını” kabul etmesine rağmen, Açe’deki politik anlaşmalarda önemli bir rol oynamıştır.