Hilâl'i görmek veya görmemek…
Günümüzde birçok ülke Hilâl’i çıplak gözle gözlemlemekte ve ramazan orucuna başlamak için yetkili makamlardan gelecek ilanı beklemekte. Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği bu ülkeler, öncesinde bir takvim hazırlanmış olsa bile Rü’yet-i Hilâl’i dikkate almakta ve onu öncelemekteler. Haremeyni Şerifeyn’e ev sahipliği yapmasıyla Müslümanlar nezdinde yadsınamaz bir itibara sahip olan Suudi Arabistan Krallığı, birçok farklı coğrafi konumdaki ülkenin kendisine tabi olmasıyla da belirleyici bir rol üstlenmektedir. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Fas ve Malezya gibi ülkeler ise kendi takvimlerini belirlemekteler. Kimisi astronomik hesaba, kimisi yerel gözlemlere dayanarak kamerî ayların başlangıcını tespit eder.
Tüm dünyada, Müslümanlar, her sene heyecanla bekledikleri ramazan ayına kavuşmanın sevincini yaşıyor. Aralarında Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır ve Katar’ın da olduğu birçok ülke, 12 Nisan Pazartesi akşamı itibariyle yeni ayın başladığını ve 13 Nisan Salı günü ilk orucun tutulacağını duyurdu. Bunun yanında İran, Pakistan ve Fas gibi ülkeler ise henüz “Hilâl'in görülmediğini” ve ramazandan bir önceki ay olan şabanın “tamamlanacağını” ilan etti. Peki hilâli görmek veya bir ayı tamamlamak ne anlama geliyor, İslam dünyasındaki bu takvim ihtilafı neyden kaynaklanıyor?
Zamanı ölçmek, ayları ve yılları tespit etmek için temelde iki farklı yöntem bulunur ve ikisi de hesaplarını birer gök cismi üzerinden yapar. Bunlardan ilki, miladî takvimin de türü olan Güneş takvimidir. Dünya’nın Güneş etrafında bir tur dönmesiyle bir yılın tamamlandığı bu takvim türlerinde ayların sınırlandırılması içinse herhangi bir kural yoktur ve bu sınırlamalar takvimi hazırlayanların tecrübesine, ihtiyacına veya inisiyatifine göre şekillenir.
Bir diğer temel tür ise hicri takvimin de yöntemini oluşturan Ay takvimidir. Ay’ın Dünya etrafında bir tur dönmesi kavuşum olarak adlandırılır ve bu olayın 12 defa tekrarlanması da bir yılı oluşturur. Ay’ın bu dolanımı, yani kavuşum, 29 günden biraz daha fazla sürer. Ancak gün sayısı kesirli olamayacağından, Ay takviminde her ay ya 29 ya da 30 gün sürer ki bunu da Hilâl’in veya Yeni Ay’ın ne zaman görüldüğü belirler. Başka bir deyişle kamerî aylar iki Yeni Ay arasında geçen süreyi kapsar. Güneş takvimin aksine burada belirli bir yöntem kullanılır ve bu da Ay takviminin herkes tarafından kolaylıkla bilinmesini ve uygulanabilmesini sağlar.
- Güneş’in ve Ay’ın yılların sayısını bilmemiz için Allah tarafından yaratıldığı Kur’an-ı Kerim’de birçok defa belirtilmektedir.
“Allah Güneş’i ve Ay’ı (vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü kılmıştır.” (En’am/ 96) ve “Yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için Ay’a birtakım menziller takdir eden odur.” (Yunus/ 5) ayeti kerimeleri bu konuyu işaret eder. Her iki takvim de yılların tespitinde kullanılmakla birlikte Güneş ve Ay yılları birbirlerine denk değildir. Ay yılı 10 veya 11 gün daha kısadır. Bu da Güneş yılına göre her sene yer değiştirmesini ve kamerî ayların bir mevsimde sabit olmamasını sağlar.
İslâm’da, belirli bir vakitte eda edilmesi gereken ibadetlerin zamanını belirleyen Hicri takvim, Ay’ın kavuşumunu esas alan hesaplama yöntemini kullanır. Hilâllerin kamerî ayları tespitte referans alınması, Kur’an-ı Kerim’de “Sana hilâlleri soruyorlar. De ki: Onlar insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.” (Bakara, 189) mealindeki ayeti kerime ile bize bildirilmektedir.
- Vakti gece- gündüz ayrımıyla belirlenen ibadetler hariç tutulduğunda ramazan orucu, hac, kurban, zekat ve bayram namazı gibi senelik tekrar eden ibadetler bu takvime göre belirlenir.
Hicri takvimde en önemli detay “Rü’yet-i Hilâl” yani Hilâl’i görme meselesidir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ramazan ayı ile ilgili olarak “Hilâl'i (Ramazan Hilâli’ni) görünce oruca başlayınız ve Hilâl'i (Şevval Hilâli’ni) görünce bayram ediniz. Hava bulutlu olursa içinde bulunduğunuz ayı otuza tamamlayınız.” (Buhârî, Savm, 5, 11; Müslim, Sıyâm, 3-4, 7-9) mealindeki hadisi şerifleri bu konudaki en önemli yol göstericilerimizdendir. Kamerî ayların 30 günden daha uzun süremeyeceğinden ve astronomik hesabın mümkün olmadığı yıllarda bu en güvenilir yöntemdi. Keza Hz. Peygamber (s.a.v.) “Biz ümmî bir toplumuz; hesap ve okuma yazma bilmeyiz. Şunu biliriz ki ay, ya 29 ya 30 gündür.” (Buhârî, Savm, 13; Müslim, Sıyâm, 15; Ebû Dâvûd, Savm, 4) buyurarak bu detaya dikkat çekmiştir.
Rü’yet-i Hilâl bahsi, üzerinde ulemanın, bilim insanlarının ve devlet yöneticilerinin mesai harcadığı önemli bir konu olarak günümüze kadar geldi. Ne var ki ulaşım ve iletişim imkanlarının olağanüstü gelişme kaydettiği son yıllarda bu bahis tekrar gündemimizde.
Coğrafi anlamda birbirine yakın ülkelerin farklı günlerde oruç tutmaya başlaması ve farklı günlerde bayram yapması, medyada da yer almasından dolayı eskisinden daha fazla dikkat çekiyor.
Müslümanların bayramlarında da anlaşamayıp bölük-pörçük görüntü vermesi, başkalarının düşüncesinden ziyade bizi etkiliyor ve sevincimizi önemli ölçüde baltalıyor. Daha da önemlisi bu durum özellikle oruç ibadetinin sıhhatini etkileyeceğinden, 4 güne varan takdim ve tehirlerle sorumsuzca alınan kararlar insanların amellerinden şüphe etmesine yol açıyor. Öyle ki aynı ülkede kapı komşuları hangi ülkeye tabi olacağını tartışabiliyor ve takvimlerini buna göre şekillendirebiliyor.
Elbette bu önemli sorunla beraber çeşitli çözüm önerileri de var. Bir İslam ülkesinin Hilâl’i görmesiyle tüm Müslümanların oruca başlaması, dünyanın küçük bir köy hâlini aldığı günümüzde dikkate değer çözüm önerilerinden birisi. Doğal yollarla oluşacak farklar dışında, örneğin Hilâl’i ilk defa batıdaki ülkelerden birisinin görmesi ve o zamana kadar doğu ülkelerinde imsak vaktinin çıkmış olması, bu yöntem kullanıldığında bütün ülkeler aynı takvimi uygulayabilir. Bir diğer ve daha kesin sonuç veren çözüm önerisi ise astronomik hesaba göre takvim belirlemek ve tüm dünyada bunu kullanmak. Aslında astronomik hesapla Rü’yet-i Hilâl’in tespiti yeni bir tartışma değil. İlk defa Halife Mansur döneminde gündeme geldiği belirtiliyor. Ancak o zamanlar bu fikir yeteri kadar destek bulamamış. İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddesinde, o zamanlarda hesaplama yöntemlerinin bu kadar gelişmiş olmaması veya Müslümanların astronomiyle alakalı yeterli bilgiye sahip olmamasının onları bu fikri desteklemekten uzaklaştırmış olabileceği belirtiliyor. Günümüzde İslam dünyasının dört bir yanında bulunan ulemadan astronomik hesabı reddedenler Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Hilâl’i görünce oruç tutun. Göremezseniz şabanı tamamlayın.” minvalindeki hadisi şerifinde Hilâl’i gözle görmenin şart koşulduğunu öne sürüyorlar. Kabul edenler ise “Biz ümmi bir topluluğuz, hesap bilmeyiz.” hadisi şerifini delil göstererek Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Hilâl’i görmede herhangi bir yöntem belirlemediğini, o günün şartlarında kullanılabilecek en iyi metotla hareket edildiğini söylüyorlar.
Türkiye, 26 Aralık 1925 yılında çıkarılan “Takvimde Tarih Mebdeinin Tebdili Hakkında Kanun” ile birlikte “Hicrî kamerî ayların mebdeini (başlangıcını) rasathane resmen tespit eder.” diyerek hicri takvimde astronomik hesabı başlattı. Bu tarihten itibaren, Kandilli Rasathanesi’nin kurucusu M. Fatih Gökmen’in belirlediği esaslara göre hareket edildi. Konunun İslam dünyasında daha ciddi bir şekilde ele alınması ise 1950’li yıllara denk geliyor. İhtilafın Rü’yet-i Hilâl’den kaynaklanamayacak kadar belirgin olması, ülkeleri bir araya gelerek konuyu müzakere etmeye yönlendirmiş.
- Periyodik olarak farklı ülkelerde gerçekleştirilen toplantılar belirlenen kriterler etrafında ve çoğunlukla oy birliğiyle neticelendirilse de uygulamada birliği sağlamak hiçbir zaman mümkün olmamış.
Günümüzde birçok ülke Hilâl’i çıplak gözle gözlemlemekte ve ramazan orucuna başlamak için yetkili makamlardan gelecek ilanı beklemekte. Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği bu ülkeler, öncesinde bir takvim hazırlanmış olsa bile Rü’yet-i Hilâl’i dikkate almakta ve onu öncelemekteler. Haremeyni Şerifeyn’e ev sahipliği yapmasıyla Müslümanlar nezdinde yadsınamaz bir itibara sahip olan Suudi Arabistan Krallığı, birçok farklı coğrafi konumdaki ülkenin kendisine tabi olmasıyla da belirleyici bir rol üstlenmektedir. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Fas ve Malezya gibi ülkeler ise kendi takvimlerini belirlemekteler. Kimisi astronomik hesaba, kimisi yerel gözlemlere dayanarak kamerî ayların başlangıcını tespit eder.
İran’ın domine ettiği Şii dünyasında ise durum biraz daha farklı. Suudi Arabistan’a muhalefet etme ve kendi gruplarını konsolide etme fırsatını elinden kaçırmak istemeyen İran İslam Cumhuriyeti, ramazan orucunu çoğunlukla bir gün sonra başlatıyor. Bu durumla doğal şartlara bağlı olarak karşılaşabildiğimiz gibi doğal şartların siyasi konjonktüre uydurulduğuna da şahit olabiliyoruz. Alınan kararların siyasi olduğu yorumuna, çatışma bölgelerindeki uygulamalara bakarak varabiliriz. Özellikle Suriye ve Yemen’deki İran destekli silahlı gruplar, bulundukları ülkenin ilan ettiği takvime rağmen İran’ın duyurusunu bekliyor. Aynı şekilde çatışmaların yaşandığı ülke ile İran’ın takvimi denk gelecekse, Suudi Arabistan veya Katar destekli gruplar aksi yönde hareket edebiliyor.
Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’ın bu seneki tavrını incelediğimizde diğer ülkelerin yöntemlerini de daha net anlamış olacağız. Ramazan ayından bir önceki ayın ilk günü yani 1 Şaban, Türkiye’de 14 Mart olarak ilan edildi ve o şekilde başlatıldı. Suudi Arabistan ise 14 Mart’a bağlanan gece Hilâl’i gözlemleyemediği gerekçesiyle şaban ayının başlangıcını bir gün erteledi. İran ise yine aynı gerekçeyle şaban ayını 16 Mart’ta başlattı. Bu önemliydi çünkü şabanı 30’a tamamlamak gerektiğinde başlanılan gün esas alınacaktı. Ay takviminde yıl hesabı yapılamayıp aylar sayıldığından ve bir ay ancak diğeri bitince başladığından Ramazan Hilâli kadar Şaban Hilâli de önem arz ediyordu.
Türkiye’nin hesabına göre 29 Şaban 11 Nisan’a denk geldiğinden ramazan ayı ya sonraki pazartesi günü ya da salı günü başlayacaktı. Tabi astronomik hesaplarla 13 Nisan Salı gecesi ilk sahura kalkılacağı çoktan ilan edilmişti. Suudi Arabistan ya Türkiye ile birlikte salı günü ya da ertesi gün ramazanı başlatacaktı. Şu durumda İran tüm bunları bir gün geriden takip ettiğine göre 13 Nisan Salı günü zaten onlar için 29 Şaban’a denk gelecek, dolayısıyla Hilâl’i gözlemleme ihtiyacı bile duyulmayacaktı. Türkiye ve Suudi Arabistan'ın ilk iftarını yaptığı akşam İran Hilâl'i gördüğünü ve ertesi gün, yani 14 Nisan Çarşamba günü ilk orucun tutulacağını ilan etti. Eğer göremeselerdi şaban ayını 30 güne tamamlayacaklardı ve İslam dünyasında bir ülke 13 Nisan'da oruç tutmaya başlarken bir başka ülke 15 Nisan'da, iki gün sonra başlayacaktı. Bu sene en fazla bir günlük ihtilaf görmüş olsak da bu açıklık seneden seneye çok daha uzun olabiliyor.
Bu sene Suudi Arabistan’ın durumuna ayrı bir paragraf açmak istiyorum çünkü her sene gerçekleşmeyen ilginç bir olayla karşı karşıyayız. Krallığın muteber kurumlarından Ummu’l-Kura Üniversitesi’nin hazırladığı takvimde 1 Şaban 14 Mart olarak görünüyordu. Ancak Rü’yet-i Hilâl öncelendiğinden ve Hilâl gözlenemediğinden bu durum mahkeme kararıyla değiştirildi ve şevval ayı 15 Mart’ta başlatıldı. Yine de resmî işlemlerde Ummu’l-Kura takvimi uygulanmaya devam etti. Dolayısıyla ülke halkının 30 Şaban olarak bildiği gün aslında Yüksek Mahkeme’nin kararıyla 29 Şaban olarak güncellenmişti ve Suudi Arabistan Hilâl’i görebilirse salı, göremezse çarşamba günü oruç tutmaya başlayacaktı. Yine de sehven şaban ayına geç başlamış olmaları, yani pazar gecesi Hilâl’in görülerek ramazanın başlatılması ihtimaline karşı hazırlık yaptıklarını da belirtelim.
- Tüm bu karışık hesaplamaların yanında işin ilgi çekici kısmı ise şu:
Suudi Arabistan'ın Hilâl'i görmesi teknik olarak mümkün değildi çünkü 12 Nisan'ı 13 Nisan'a bağlayan gece yeryüzünde Hilâl ilk defa Afrika'nın batısından itibaren görülmeye başlayacaktı. İstanbul ve Mekke'de ise Hilâl görülebilirlik kriterleri sağlanmıyordu. Böylece yukarıda zikrettiğimiz "yeryüzünde bir noktada görülmesinin yeterli olması" ve "astronomik hesaplarla Hilâl görülebilirlik kriterlerinin aranması" çözüm önerilerinin ikisi de uygulanmış oluyordu.
Elbette bu durum ülke kamuoyuna, zaten onlar 30 Şaban olduğunu ve ertesi gün ramazanın muhakkak başlayacağını varsayıyordu, “Hilâl görüldü” şeklinde lanse edildi.
Peki diğer ülkeler nasıl hareket ediyor? Bu sene İslam dünyasının çok büyük bir kısmı 13 Nisan Salı günü ilk orucunu tutmaya başladı. Endonezya, Malezya, Özbekistan, Kazakistan, Pakistan, Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Irak, Ürdün, Mısır, Libya, Sudan, Tunus ve Cezayir bu ülkeler arasındaydı. Başta Kuzey Amerika Fıkıh Konseyi ve Avrupa İslam Konseyi olmak üzere birçok kuruluştan da 13 Nisan’ın 1 Ramazan olduğuna dair açıklama geldi. İran, Umman, Fas ve Bruney gibi çok az sayıdaki ülke ise 14 Nisan’da başlayacağını ilan etti. Yanı sıra, Müslümanların azınlıkta olduğu Hindistan da ramazanı 14 Nisan’da başlatacağını duyurdu.
Tüm Müslümanları tek takvimde birleştirme fırsatını sunan astronomik hesaplar tamamen varsayıma dayalı hesaplar değildir. Hilâl’in ufukta görülmesine “Hakiki Ru’yet” görülecek durumda olmasına “Hükmî Ru’yet” denir. Astronomik hesaplamalarda kullanılan kriterler hem İslam âlimlerinin hem de uzay bilimcilerin katkılarıyla belirlenmiştir ve Hükmi Ru’yet ile Hakiki Ru’yet’in denk gelmesi amaçlanmıştır. Buna göre Ay bir turunun tamamladıktan en az 10, en fazla 17 saat sonra ufukta görülebilecek kadar aydınlanıyor. Bu durum, Dünya’ya bakan kısmının 0,01’inin aydınlanmasıyla sağlanıyor.
Ayrıca Hilâl’in görülebilir pozisyona gelmesi için ufuk düzleminden en az 5 derece yukarıda olması ve Güneş- Dünya düzlemine de en az 8 derecelik açı yapmış olması gerekiyor. Tüm bunlar sağlandığında yeryüzünün en uygun noktasında Hilâl’i görmek mümkün oluyor. 12 Nisan 2021 akşamı Hilâl Afrika'nın batısından itibaren tüm Amerika kıtasında bu kriterleri sağlayabiliyor ve görülebiliyordu.
Klasik fıkıh metinleri yazılırken küreselleşme bu kadar belirgin bir olgu olmasa da aynı anda Endülüs’te ve Şam’da bulunan İslam devletlerinin birbirlerinin bilgisine göre amel edip edemeyeceği tartışılmış ve her iki görüşten de deliller ortaya konmuş. Yerel gözlemlerin daha kolay ve isabetli olması tercih edilmelerini sağlamış. Astronomik bilgi birikiminin kısıtlı olmasıysa yine çıplak gözle gözlem yapmayı tercih edilebilir kılmış.
Bugünse Japonya’dan Arjantin’e, dünyanın dört bir yanına yayılmış Müslüman topluluklar söz konusu. Çoğunluğu Müslüman olan ülkeler, takvimdeki ihtilafı kendi otoritelerini güçlendirmek için kullanabiliyorlar. Öte yandan azınlıklar için durum daha sıkıcı. Okullarından ve iş yerlerinden diledikleri gibi izin alamayan Müslümanlar resmî bayram tatillerine de sahip değiller. Bu taleple yetkili makamlara gittiklerinde ise muhataplarının kendilerinden net bir gün bilgisi beklediğini görüyorlar. Şu durumda birçok âlimin Kur’anı Kerim’e ve Sünneti Nebevî’ye dayanarak astronomik hesapla amel edilebileceği görüşü, modern zamanın zorunlulukları arasında İslamî pratiklerini yaşamaya çalışan Müslümanlar için en iyi çözüm önerisi olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik, birlikte bayram etmeyi başardığımızda birçok farklı birlikteliğin de mümkün olduğunu daha yakından müşahede edeceğiz.