Hakikatin peşinde bir İngiliz: Muhammed Marmaduke Pickthall
Hakkı savunmak için kimleri karşısına alabilir insan? Dışlanmak pahasına şahit olduğu adaletsizliği nasıl dillendirebilir? İki artı ikinin toplamını bilmek kadar kolayken zalimi mazlumdan ayırmak nasıl olur da buna sessiz kalınabilir? Papaz bir ailede büyüyen ve sonradan Müslüman olup Muhammed ismini alan İngiliz yazar Marmaduke Pickthall, Balkanlarda, Ortadoğu’da ve Hindistan’da İngiltere’nin aleyhine de olsa kendini Osmanlı İmparatorluğu’nun bekasını savunmaya adamıştı. Öyle ki onun yazdığı Kur'ân-ı Kerîm’in İngilizce meali, Müslüman bir İngiliz tarafından yapılan ilk İngilizce Kur'ân-ı Kerîm tercümesi olarak tarih sahnesinde yerini alacaktı.
Hakkı savunmak için kimleri karşısına alabilir insan? Dışlanmak pahasına şahit olduğu adaletsizliği nasıl dillendirebilir? İki artı ikinin toplamını bilmek kadar kolayken zalimi mazlumdan ayırmak nasıl olur da buna sessiz kalınabilir? Birkaç yüzyıldır ruhları satın almaya şeytan gelmiyor artık. İdeolojiler, içine doğulan kimlikler ve sair etiketler… Vicdanlardan çıkan düşünceler bu eleklerden geçirilip konjonktürel doğrulara dönüşüveriyor. O yüzden de ötekinin doğrusu berikinin yanlışına karşılık geliyor. Oysa bir ihtimal daha var; geçen yüzyılda yaşamış bir isim bize bunu hatırlatıyor. Arzın belki de en karanlık günlerini yaşadığı I. Cihan Harbi arifesinde; Hristiyan bir İngiliz yazar kalkıp Balkanlarda, Ortadoğu’da ve Hindistan’da İngiltere’nin aleyhine de olsa doğruları söyleyebildi. Batı, bir akbaba gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun başında beklerken o cesaretle bölük pörçük edilmeye çalışılan devletin yıkılmaması için mücadele verdi. İslâm beldelerinin savaş sahalarına dönüştüğü umutsuz bir dönemde Müslümanların arkasında durdu. Kendi devleti tarafından mimlendi; sakıncalı birine dönüştü. Farklı coğrafyalardaki Müslümanların derdiyle dertlenirken kalbine İslâm nuru düştü. Muhammed Marmaduke Pickthall’ın hikâyesi, aynı zamanda ona borçlu olduğumuzu anlatan bir ilham vesilesi.
1875 yılında Londra’da dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi Marmaduke Pickthall. Öyle ki babası bir Anglikan papazıydı, iki kız kardeşi de rahibe. Hatta dedesi de papazdı. Bu aile içinde iyi bir Hristiyan olarak yetiştirildi. Babasını altı yaşındayken kaybettikten sonra annesinin de desteğiyle eğitimine odaklandı. Dil öğrenmeye karşı eşsiz bir yeteneğe sahipti. Bunun da etkisiyle 15 yaşındayken İngiltere’den ayrılıp Fransızca öğrenmek için Fransa’ya gitti. Burada iki sene okuduktan sonra Londra’ya dönerek hayalinin kapısını çaldı. Genç Marmaduke’ün tek düşü İngiliz hariciyesinde çalışmaktı ama sınavı geçemedi. Aile dostları olan Thomas Dowling, o dönem Filistin’de papazlık yapıyordu ve Marmaduke’ü yanına çağırdı. 1894-95 yıllarında Filistin’e gitmek için yola çıkan bu genç adamın ilk durağı Mısır oldu. Burada bir süre kalarak Arapça öğrendi. Ardından Filistin’e geçti.
Birkaç sene sonra İngiltere’ye geri dönecekti fakat Ortadoğu’nun tozunu yuttuktan sonra o artık eski Marmaduke değildi.
Bu süre zarfında Mısır, Suriye ve Filistin’i karış karış dolaştı. Sanki uyanmak istemediği bir rüyadaydı. Doğu’nun o efsunlu rüzgârına çoktan kapılmıştı. Yıllar sonra basılan kitabında bu dönem hissettiklerini şu cümlelerle anlatacaktı:
- "Binbir gece masallarında okuduğum manzaranın aynısını Şam, Halep, Kahire ve Kudüs’te gördüm. Her ne kadar insanların fakirliği dikkati çekmekte ise de hayattan zevk aldıkları her hallerinden belliydi. Bu insanların; biz Avrupalılardaki zengin olma, yaşama hırsı ve ölüm korkusu gibi endişeler taşımadıklarını hissettim."
Marmaduke Pickthall, Ortadoğu’da kaldığı süre içinde derinden etkilenmişti. İslâm coğrafyası ile ilk kez yüz yüze karşılaştığı bu zaman diliminde İslâm’a duyduğu sempati; ona daha da ileriye gitmeyi düşündürmüştü. Şam Emevî Camii imamı, ona annesini rencide etmemesini, memleketine dönmesini ve din değiştirmek için yaşının biraz daha olgunlaşmasını beklemesini tavsiye etmişti. Zira annesinin ve çevresinin Marmaduke’ün İslâm’a olan ilgisine dair endişeleri vardı. İmamın bu davranışına o gün anlam verememiş olsa da zaman geçtikçe bu ince tavrın kalbini İslâm’a açan kapılardan biri olduğunun farkına varacaktı.
Doğu’ya şimdilik veda edip İngiltere’ye döndüğünde henüz 20’sinde bir delikanlıydı. Kısa bir süre sonra Muriel Hanım ile evlendi. Eşiyle birlikte İsviçre’ye giden Pickthall, iki sene bu ülkede yaşadı. Yazarlığa da burada başladı. Bambaşka bir yerde yaşıyor olsa da Doğu’nun izlerini hâlâ taşımaktaydı. Kendisine edebiyat dünyasında tanınma fırsatı veren Sid the Fisherman (Balıkçı Sid) kitabını 1903 yılında çıkardı. 1906’da The House of the Islam (İslâm’ın Evi) adlı kitabı kaleme aldı. Daha sonra İngiltere’ye döndü ama orada uzun kalmadı. İkinci kez Ortadoğu seferine çıkmaya karar vererek yeniden Kahire’nin yolunu tuttu.
O dönem İngiltere idaresi altında bulunan Mısır’da bir süre ikamet etti ve diğer Arap coğrafyalarında yaşayan eski dostlarına ziyaretlerde bulundu. 1912’de siyasî iklimin de etkisiyle ülkesine geri döndü. Nitekim, I. Dünya Savaşı uzaktan da olsa kendini belli etmeye başlamıştı. Bu yıl içinde meydana gelen vakalar, İslâm coğrafyasının kalesi olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün ilk birkaç adımıydı. Bu büyük devlet, modern bir haçlı ittifakıyla 500 yıl önce ayak bastığı Avrupa’dan çıkartılıyordu. Hristiyan dünyası ise ‘kutsal hedef’ uğruna Osmanlı Avrupa’sından Doğu’ya sürülen Müslümanları ve onlara karşı işlenen suçları umursamıyordu. Balkan Harbi sonrası Osmanlıların yenilgisinin İngiltere’de zafer gibi kutlanması Pickthall’i büyük hayal kırıklığına uğrattı. Batı’nın çifte standardına öfke duymaya başladı. Harbin sonuçlarını bizzat yerinde görmek için aynı yılın sonunda soluğu İstanbul’da aldı.
Marmaduke Pickthall, imparatorluğun parçalanmasının ileride daha büyük felaketlere yol açacağına inanıyordu. Kaleme aldığı The Black Crusade (Kara Haçlı Seferi) eserinde Müslümanlara savaş açan Hristiyan dünyasını eleştiriyor, Türkler hakkında olumsuz inanışların haksızlığını dile getiriyordu.
- İngiliz yazarın; dönemin gazetecilerinden Anne Fremantle’a göre tek bir amacı vardı: Pickthall, kendini Osmanlı İmparatorluğu’nun bekasını savunmaya adamıştı. Müslümanların bu kadar olumsuzluk içinde imanlı duruşunu ve Allah’a teslimiyetini görünce Batı karşısında kimsesiz kalan bu insanlar için yazdığı destek yazılarını artırdı. Takındığı tavır onu, mensubu olduğu Hristiyan Batı ile Müslüman Osmanlı arasında daha da sıkıştırdı.
İstanbul’da geçirdiği günleri ayrıntısıyla 1914’te yayımladığı With the Turks in War Time (Savaş zamanı Türklerle) isimli eserinde anlatan Pickthall, ziyareti esnasında üst düzey ittihatçılarla birçok kez bir araya geldi ve görüşmeler gerçekleştirdi. Mahmud Şevket Paşa’nın suikasta kurban gitmesinin ardından büyük üzüntü duyarak İngiltere’ye döndü.
Bu kez çalışmalarını Londra’da sürdürme kararı alan Pickthall, Türk yanlısı Anglo-Ottoman Society (İngiliz-Türk Derneği) isimli cemiyette faal olarak görev almaya başladı. I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı dostu İngilizler ve Hindistanlı Müslümanları örgütleyerek Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında saf tuttu. Görev almayı beklediği İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Kahire Arap Masası’nda çalışmasına izin verilmedi. Kaderin cilvesine bakın ki Pickthall’ın yerine Mısır’a gönderilen isim Osmanlı’nın Ortadoğu’daki varlığının sona erdirilmesinde aslan paylarından birine sahip olan Thomas Edward Lawrence, namı diğer Arabistanlı Lawrence oldu.
Mısır’a atanamayınca çalışmalarını Londra’da sürdürmeye devam etti. Gençlik yıllarında tavsiyesini aldığı Şam’daki imamın söylediklerini sık sık anımsıyor ve imamın ne demek istediğini artık daha iyi anladığını düşünüyordu. İslâm’a duyduğu eski ilginin romantizm ve Doğu’ya duyduğu tutkunun bir tezahürü olduğunu şimdi daha iyi idrak ediyordu. Geçen zaman içinde hem İslâm’ı daha iyi öğrenmiş hem de olgunlaşmıştı. 1917 yılında konuşmacı olarak katıldığı Islam and Progress (İslâm ve Gelişim) konferansında Müslüman olduğunu açıkladı. Bu adımdan sonra Pickthall, Müslümanların İngiltere’deki en önemli önderlerinden biri konumuna geldi. Birkaç yıl içinde eşi Muriel Hanım da kendisine katılarak ihtida etti. Müslümanlığa geçtikten sonra hayatından çok etkilendiği İslâm Peygamberi'nin ismini alarak adını Muhammed Marmaduke Pickthall olarak değiştirdi. Ona göre Hz. Muhammed, ne Tanrı-Peygamber ne de hükümdardı; O dinin emirlerini ilk ve en doğru şekilde kendi üzerinde tatbik etmiş, bu anlamda tüm Müslümanlara örnek olmuş bir isimdi. Pickthall, bu yüzden Hz. Muhammed’i bir dostu sever gibi sevmiş, kendisine çok yakın hissetmişti.
İngiliz yazar 1920’de Hindistan Müslümanlarının daveti üzerine Bombay Chronicle (Bombay Günlükleri) gazetesinin editörü olarak Hindistan’a gitti.
4 sene boyunca gazetedeki yazılarında Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına karşı olduğu gibi Hindistan’ın da Hindular ve Müslümanlar arasında bölünmesine itiraz etti.
Daha sonra The Cultural Side of Islam (İslâm Medeniyetinin Dinamikleri) adı altında metinleri kitaplaştırılacak olan bir dizi seminer verdi. 1928’e gelindiğindeyse tüm mesaisini tek bir şeye adayacaktı. O dönem Mir Osman Ali Han’ın idaresinde bulunan ve Hindistan’daki kültürel faaliyetlerin merkezi kabul edilen Haydarabad’da Kur'ân-ı Kerîm’in İngilizce mealini yazmaya başladı.
- Bu, anadili İngilizce olan bir Müslüman tarafından yazılmış ilk meal olacaktı. İngiliz yazar, kutsal kitabı bir başka dile hakkıyla çevirmenin imkansızlığının farkındaydı fakat ortada bir ihtiyaç da söz konusuydu.
Yazımı tamamlanan meal The Meaning of the Glorious Quran (Yüce Kur'ân’ın Anlamı) ismiyle 1930 yılında basıldı. Muhammed Marmaduke Pickthall 1935’e dek dergide editör görevine devam etti.
Sonrasında İngiltere’ye döndü ve 1936’da hayata gözlerini yumana kadar Ada’daki Müslüman toplumunun meseleleriyle meşgul olmayı sürdürdü.
Vefatından sonra eşi, Pickthall’ın hazırladığı konferans notlarını çalışma masasında buldu. Kâğıttaki son cümle Bakara Suresi’nin 112. ayeti ile bitiyordu:
Kim halis olarak kendisini Allah’a teslim edip güzel davranışlarda bulunursa Rabbinin nezdinde onun mükafatı olacaktır. Onlar ne korkacak ne de üzüntü duyacaklardır.