Güçlü Afrika'nın kara savaşçısı: Rabih
Yeni yerlerin keşfi adı altında çıkılan Avrupalı denizcilerin 15. yüzyılın sonlarında Hint Okyanusu’na doğru başlattıkları deniz seferleri, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir kıyımın ilk adımlarıydı. Bu keşif yolculuğu, dünyanın en büyük ikinci kıtası olan Afrika’nın kâğıt üzerinde paylaşılmasıyla birlikte akıl almaz katliamlara sahne oldu. Topraklarını yabancılara teslim etmek istemeyen bu kara kıtanın yerlileri büyük mücadeleler vermiş olsa da sömürgeci Avrupalılara karşı varlık gösteremediler. Sömürgeci güçlere karşı verilen bu mücadelenin önemli isimlerinden Çad Gölü havzasında yıllarca sergilediği direnişle tanınan Bornu hâkimi Rabih Bin Fazlullah’ın öyküsü...
Avrupalı denizcilerin 15. yüzyılın sonlarında Hint Okyanusu’na doğru başlattıkları deniz seferleri, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir kıyımın ilk adımlarıydı. Yeni yerlerin keşfi adı altında çıkılan bu yolculuk, dünyanın en büyük ikinci kıtası olan Afrika’nın kâğıt üzerinde paylaşılmasıyla birlikte akıl almaz yıkımları beraberinde getirecekti.
Topraklarını yabancılara teslim etmek istemeyen bu kara kıtanın yerlileri, büyük mücadeleler vermiş olsa da sonuç ne yazık ki sömürgecilerin lehine olacaktı. İşte bu büyük mücadelelerden biri de Bornu hâkimi Rabih Bin Fazlullah’ın Çad Gölü havzasında sömürgeci güçlere karşı yıllarca sergilediği direniş mücadelesidir.
Sömürgeciliğin ilk adımları
Portekiz kralının emriyle Hindistan’a yeni deniz yolu bulmak amacıyla görevlendirilen Vasco Da Gama, ilk olarak 1497 yılında birkaç küçük gemi ile Afrika'nın güney ucunu dolaşarak Doğu Afrika sahillerine uğramış, burada yapılan ticaretle ve yerli halk ile alakalı bilgiler elde ettikten sonra Hindistan'a ulaşarak ülkesine geri dönmüştür. Dönüşünden iki yıl sonra bu sefer kendine verilen güçlü bir donanmayla Afrika’nın batı ve doğu sahillerine tekrar gelen Vasco Da Gama, Mozambik kıyılarında ilk Portekiz sömürgeciliğini başlatmış fakat bölgeye Osmanlı İmparatorluğu’nun inmesiyle sömürgecilik faaliyetlerinin kıta geneline yayılması uzun bir süre engellenmiştir.
Zübeyir Paşa'nın yetiştirdiği kara savaşçı
Osmanlı’nın Afrika’da hüküm sürdüğü dönemlerde bölgedeki bir çok Müslüman sultanla iyi ilişkileri olmuştur. Bu sultanların en önemlilerinden biri de Bornu hâkimi Rabih Bin Fazlullah’tır.
1842 yılında Sudan'ın Hartum kasabasında dünyaya gelen Rabih, babasının vefat etmesiyle birlikte önce Mısır kontrolünde olan Sudan ordusunda askerlik yaptı, sonra da Sudanlı bir tüccar olan Zübeyir Paşa’nın himayesine girdi. Zübeyir Paşa, dönemin önemli fildişi ve köle tüccarlarından biriydi.
Rabih'e de yanında iş vermiş ve birliktelikleri bu şekilde başlamıştı. Zekası ve gayretiyle ön plana çıkan Rabih, Zübeyir Paşa'nın kendisini yetiştirmesiyle iyi bir savaşçı ve onun ve güvenliğini sağlayan en önemli komutanlarından biri haline geldi.
Hollandalı kadın bir seyyah olan Alexandrine Tinne’nin Sudan seyahati sırasında güvenliğini sağlamış olan Zübeyir Paşa, seyahat sonrası Tinne tarafından kendisine bırakılan silahlarla biraz daha güçlenerek 1856 yılında Rabih’le birlikte Sudan'ın güneyine indi ve Bahr el-Gazal bölgesinde kendisine ait yerel bir idareyle ticaret sahası oluşturdu.
Zamanla büyüyen ticaret hacmiyle daha da güçlenen Zübeyir Paşa, Mısır idaresi tarafından önce Darfur Vali’si olarak atansa da kontrolsüz büyümesinin Mısır idaresi adına tehlike oluşturacağından dolayı 1875 yılında Kahire’ye yaptığı ziyaret esnasında, Hidiv İsmail Paşa tarafından engellenerek geri dönmesine izin verilmedi.
Rabih, Zübeyir Paşa'nın alıkonulmasından sonra Darfur’da kaldı ve Zübeyir Paşanın oğlu Süleyman'a tabi oldu. Süleyman'ın çok geçmeden İngilizlerle anlaşmazlık yaşamasıyla birlikte Mısır idaresine karşı birlikte cephe aldılar.
Bir süre sonra İngilizlerle baş edemeyeceğini anlayan Süleyman, komutanlarıyla birlikte istişare ederek İngilizlerle barış anlaşması yapmaya karar verdi. Rabih bu anlaşmanın hayırlı bir anlaşma olmayacağına, İngilizlerin güvenilir olmadığına inanıyordu. Fakat Rabih’in çabaları Süleyman'ı kararından döndürmeye yetmedi.
Süleyman'la birlikte 8 komutan İngilizlerle yapılan anlaşmaya tabi oldu. Rabih ise kendisiyle hemfikir olduğunu düşündüğü 5 komutanla mücadeleye devam kararı vermiş de olsa, bu komutanlar da bir süre sonra İngilizlerle iş birliği yapmanın kendi menfaatlerine olacağını düşündüler ve İtalyan asıllı İngiliz komutan Romolo Gessi Paşa’ya anlaşmak için taleplerini bildirdiler.
- İngilizlerle anlaştıklarını ve taleplerinin gerçekleşeceğini bekleyen Süleyman dahil tüm komutanlar, Gessi Paşa'nın emriyle bir kısmı kurşuna dizilerek bir kısmı da Bahr el-Gazal’da bir pazar yerinde asılarak öldürüldü.
Rabih, İngilizlere güvenmemekle çok doğru bir karar vermişti. İngilizlerin bu yaptıklarıyla kalmayacaklarını ve onu da öldürmeye çalışacaklarını biliyordu. Zübeyir Paşa’dan kalan yaklaşık bin civarındaki askeri alarak Sudan’dan ayrılmaya karar verdi. Amacı; Afrika'nın içlerine inerek daha güçlü bir ordu kurmak ve sömürgecilere karşı savaşmaktı.
Ülkesinden ayrılarak önce güneybatıya doğru ilerledi. Bu civardaki topluluklar üzerinde bir hâkimiyet kurdu ve Dar El Kuti Sultanlığı’nı fethettikten sonra rotasını kuzeye çevirdi. Burada bulunan büyük sultanlıklardan Bagirmi Sultanlığı, hedefe giden yolda onun için büyük bir engel değildi. Saldırılar başladı ve Bagirmi Sultanı Gavrang, Rabih’in yaptığı saldırılar karşısında varlık gösteremedi. Gavrang’ın yenileceğini anlayınca kaçmasıyla bu bölge de Rabih’in kontrolüne geçmiş oldu.
Bu savaş sonrası elde ettiği silahlar ve ganimetlerle kendine önemli bir silah gücü oluşturan Rabih’in hedefi artık biraz daha kuzeyde Çad, Nijer ve Nijerya sınırlarının birleştiği yerde bulunan ve yaklaşık bin yıllık tarihe sahip Bornu Sultanlığı’ydı. 6.000 kişilik büyük bir silahlı güce sahip olan Bornu Sultanlığı, 1893 yılında başlayan Ngala Savaşı’nda Rabih’in zekice hazırladığı taktiklere ve ani saldırılara karşı belli bir süre karşılık verse de 1894 yılında Rabih tarafından tamamen fethedildi.
Rabih artık büyük bir sultan ve 15.000 kişiye yakın silahlı ordusuyla Avrupalılara kafa tutabilecek silahlı bir güç olmuştu. Rabih’in büyümesi, Osmanlı İmparatorluğuyla da arasında bir dizi siyasî ilişki inşa edilmesine vesile oldu.
Dinine bağlı bir Müslüman olan Rabih, Osmanlı halifesine tabi olduğunu bildirdi ve Osmanlı tarafından da kendisine hediye olarak bir hilat ve altın kaplamalı bir de kılıç gönderildi.
Berlin Antlaşması ve Afrika'nın sömürgecilere pay edilmesi
Bu sırada Avrupalılar, Afrika'daki sömürgecilik faaliyetlerini hızlandırmaya, kıyı kesimlerden iç kesimlere doğru ilerlemeye çalışıyorlardı. Fransa, İngiltere, Belçika, Almanya, Portekiz, İspanya ve İtalya kıta üzerinde boş buldukları her yeri işgal ediyor, sonrasında işgal ettikleri yerleri sömürgeleri haline getiriyorlardı.
Bu sömürgecilik faaliyetlerini bir düzen dahilinde yapmak ve birbirleriyle çatışmaya düşmemek için 1884 yılında Alman komutan Bismarck’ın davetiyle Berlin’de bir araya geldiler ve Afrika’da yapacakları sömürgecilik faaliyetleri için bir antlaşma yaptılar. Bu antlaşmaya göre her sömürgeci ülkenin Afrika Kıtası'daki yeri belirlenmiş oldu. Antlaşma sonrası işgaller için herhangi bir engeli kalmayan sömürgeciler, hızlı bir şekilde bu koca kıtayı yağmalamaya başladılar.
Sömürgecilerin ortasında Fransızlarla mücadele
Antlaşmaya göre Rabih’in Sultanlığının olduğu bölgenin büyük kısmı Fransa'ya bırakılmıştı. Fakat bu bölgenin işgal edilmesi masada paylaşıldığı kadar kolay olmayacaktı.
Fransızlar batıda Gine, Mali, Fildişi, Benin ve Nijer, Orta Afrika’da ise Gabon Kongo ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nin olduğu bölgeyi tek tek işgal ettiler. Orta Afrika ve Batı Afrika'daki sömürgelerini birleştirmek isteyen Fransızlar için Rabih’in bulunduğu bölge büyük öneme sahipti.
Fransızlar, Rabih'e karşı ilk saldırılarını 16 Temmuz 1899 yılında Togbao’da yaptılar. Saldırı öncesi bölgede bulunan kaçak Bagirmi Sultanı Gavrang, kendisine toprak verilmesi karşılığında galip geleceğini düşündüğü Fransızlarla iş birliği yaptı ve bir çok askerini bu savaşa dahil etti.
- Yaklaşık bir ay süren savaşta Rabih, Fransız birliklerinden sorumlu Subay Henri Brotennet ve komutanları ile birlikte 40 tan fazla Fransızı, 400’den fazla da Bagirmili savaşçıyı öldürerek Fransızlara ilk mağlubiyetlerini yaşatmış oldu.
Önemli komutanlarından birini kaybeden Fransızlar vazgeçmediler. Yaklaşık 3 ay sonra 28 Ekim 1899 sabahı Emile Gentil komutasında bu sefer daha güçlü bir birlikle Kouno’ya gelen Fransızlar, Rabih'e tekrar saldırdılar. Rabih, 3.000 tecrübeli askeri ve Togbao savaşında elde ettiği bazı mühimmatlarla onları güçlü bir şekilde karşıladı. Yaklaşık 9 saat süren bu savaş sırasında Fransızlara ağır kayıplar verdirdiyse de, o da önemli komutanlarından bazılarını kaybetti ve ayağından yaralandı.
Aynı günün akşamına doğru Fransız birlikleri Rabih’e 45 bin mermiyle 400 top güllesi yağdırmışlar ve Rabih’i yıpratmayı başarmışlardı. Buna rağmen 344 kişilik birliğinin 46’sı ölen 106’sıda savaşamayacak halde olan Emile Gentil başaramayacağını anladı ve geri çekilmeye karar verdi. Rabih ise yaralı olması sebebiyle yerinde kaldı ve bir sonraki savaş için hazırlıklara başladı.
Rabih bulunduğu bölgedeki tüm sultanlıklarla baş edebilecek büyük bir güce sahipti ama Avrupalıların bölge sultanlıklarıyla yaptıkları ittifaklar ve kullandıkları yeni teknoloji mühimmatlar ile ardı ardına yapılan bu savaşlar ona yavaş yavaş güç kaybettiriyordu.
Askerlerinin bir kısmı ölmüş cephanesi de azalmıştı, Trablusgarp bölgesinden yeni silah ve cephanelik temin etmek istemişse de bulunduğu bölgenin sömürgeciler tarafından kuşatılması sebebiyle başaramamıştı.
Fransızların yakın zamanda çok daha güçlü bir şekilde geleceklerini biliyordu ama asla pes etmeyecekti. Elinde olan tüm imkanları kullanarak hazırlığını yapmaya başladı. Hatta düşmana korku vermek için topraklarını daha önce iyi münasebetler kurduğu Osmanlı’ya ait gibi göstermek istediği ve bulunduğu bölgeye Osmanlı bayrağı bile açtırdığı söylenmektedir. Savaş günü yaklaşırken Fransızların nereden saldırı yapacakları henüz belli değildi. Rabih askerlerinin bir kısmını başkentte bıraktı ve 10.000’e yakın askeri ile saldırı yapılacak en muhtemel bölge olan Kousseri’ye geçti.
Fransızların hazırlandığı yeni birliğin başında, daha önce Tunus’un işgalinde görev almış ve Sahra Çölü’nü iyi bilen 20 yıllık bir tecrübeye sahip Binbaşı François Lamy vardı. Lamy, kuzeyde ve batıda bulunan Fransız birliklerinden topladığı bir orduyla Rabih'e doğru ilerlemeye başladı. Güneydeki Fransız bölgesini kontrolünde tutan Emile Gentil ve komutasındakilerin de Lamy’e katılması, onları büyük bir güç haline getirdi.
Bir kısmı Senegalli olan toplam 1.000 silahlı, 200 atlı ve 600 Bagurmi’li askerden oluşan birlikleriyle 2 Mart 1900’de Kousseri’ye ulaşan Fransızlar, Rabih’in bulunduğu bölgeyi yoğun bir şekilde top atışına tuttular.
İlk defa bu kadar büyük bir saldırıyla karşı karşıya kalan Rabih, bu savaşın diğerlerinden farklı olacağını en baştan anlamıştı. Yaklaşık bir buçuk ay süren savaş sonrası Rabih, askerlerinin büyük bir kısmıyla etrafında bulunan önemli komutanların hepsini kaybetmişti. Ama Rabih’in her şeye rağmen teslim olmaya niyeti yoktu.
20 yıla yakın savaş tecrübesiyle son bir atak yapmaya karar verdi ve geri çekilirken bir anda saldırıya geçmesiyle Fransızları şaşkına uğrattı. Yapmış olduğu bu son saldırı Fransız Binbaşı Lamy ve beraberindeki bir subayın ölmesine sebep olsa da kendi de yapmış olduğu bu son saldırı sırasında Senegalli bir savaşçı tarafından şehit edildi.
Rabih, hayatı boyunca savaşın içerisinde olması ve Afrika'nın sıkı şartlarında yetişmesi sebebiyle güçlü ve yılmayan bir savaşçıydı. Bölgede kurduğu hâkimiyet sayesinde sömürgecilerin buraya gelmelerini uzun bir süre geciktirmişti.
Hüküm sürdüğü toprakların İngiltere, Almanya ve Fransa ile çevrilmiş olmasına rağmen Çad gölü havzasında verdiği bu büyük mücadele sayesinde Fransızlara ağır kayıplar verdirmiş ve Afrika insanının ne kadar toprağına düşkün savaşçı insanlar olduğunu onlara göstermiştir.
Rabih’in ölümünden sonra Fransızlar, Rabih’in başını keserek Kousseri meydanına getirdiler ve bir çubuğun ucunda tüm halka teşhir ettiler. Ondan sonra yerine geçen oğlu Fazlullah, Fransızlara karşı pasif bir mücadele sergilediyse de bir yıl sonra o da Fransızlar tarafından öldürüldü ve Sudan bölgesindeki son Müslüman sultanlık da tarihe karışmış oldu.