Fas Notları 6: Eskiyle yeni arasında Kazablanka
Fas seyahatimizin son gününü Kazablanka’ya ayırmıştık. Okumalarımda bu şehre birkaç saatin yeteceğini öğrenmiştim. Gerçekten de öyle. Hızlı bir şekilde gezilirse bu şehre birkaç saat yeter. Fes’ten geldiğimizde vakit akşam üstüydü. Otele yerleşip Kazablanka’da bir tur atalım dedik. Gözümüze çarpan ilk şey çok sayıda turist olduğuydu. Buranın okyanus kıyısında kurulmuş modern bir şehir olması turistlerin ilgisini çekiyor.
Taksiye binerek Atlas Okyanusu’na doğru gittik. Burada karnımızı doyurup kahvelerimizi içtikten sonra okyanus manzarasını izleyerek günü bitirdik. İkinci gün gideceğimiz iki yer vardı. İlki tarihî Habus semti, ikincisi Kazablanka’nın adeta simgesi haline gelen II. Hasan Camii’ydi. Erken saatlerde kahvaltı yaptıktan sonra Habus semtine gittik fakat saatten ötürü her yer kapalı olduğu için rotamızı II. Hasan Camii’ne çevirdik. Camiden sonra Habus semtine geri dönecektik.
II. Hasan Camii’nin dışını gördüğümüzde gözümüze hoş geldiğini söylemeliyim. Fakat içine girdiğimizde aynı hislere kapılamadık.
Öncelikle bilet alarak girmeniz gerekiyor. Belli aralıklarla sırayla içeri alıyorlar insanları.
Bekleme süresinde ilk önce caminin karşısında bulunan müzeyi geziyorsunuz. Burada Mağrib kültürüne ait bazı eserler bulunuyor. Ardından camiye girebiliyorsunuz.
Caminin içine gelmeden önce kısaca hikâyesini anlatayım. 1986 yılında Fas Kralı II. Hasan’ın 60. doğum günü için üç senede tamamlanmak üzere yapımına başlanan mabedin tamamlanması 1993 yılını bulmuş. Okyanus üzerine doldurularak inşa edilen cami 200 metre uzunluğunda ve 100 metre genişliğinde. Fransız mimar Michel Pinseau tarafından tasarlanan yapının içinde aynı anda 25.000 dışı da hesaba katılırsa 80.000 kişi namaz kılabiliyor. 210 metrelik minaresi ise dünyanın en uzun minareleri arasında.
Biletlerimizi aldıktan sonra sıramızı beklemeye başladık. Sıramız gelince içeri girdik ve camiyi gezmeye başladık. İçerisi o kadar kasvetli ve karanlıktı ki hiç cami havası yoktu. Ayrıca o kadar tezyinat vardı ki bir mabedden ziyade bir sarayı andırıyordu. İhtişamlı olsun diye insanı rahatsız edecek kabalıkta bir yapı ortaya çıkmıştı. Burada aklıma Akif Emre’nin Köln Camii eleştirisi geldi. “Semboller çok şey anlatır” yazısında Köln Camii için şunları söylüyordu: “Köln Camii, dışarıdan bakıldığında büyük ölçüde tamamlanmış olsa da inşaat devam ediyor. Projenin kabul sırasında itirazlar bir yana uygulamaya geçtikten sonra da caminin İslâm mimarisini, cemaatin büyük kısmı Türkiye’den olması nedeniyle Osmanlı tarzını hatırlatmaması için özel çaba gösterilmiş. Kubbe ve minarelerin dış görünümü ilk bakışta camiden çok uzay üssünü hatırlatıyor.” Köln Camii için yapılan bu eleştiri kısmen II. Hasan Camii için de yapılabilir. Fas’taki camilerin içini incelediğimizde mütevazı yapılar olduğunu ve İslâm mimarisinden izler taşıdığını görüyoruz.
Ancak II. Hasan Camii’nin içi mabedden daha çok sanat galerisini andırıyor.
Biraz daha oturduktan sonra yola koyularak Habus semtine gittik. Sabah kapalı olan tarihî semt öğlene doğru canlanmıştı. Tarihî bir semt desek de aslında kuruluşu 1916’ya dayanıyor.
- Fransızların Kazablanka’yı işgalinden sonra General Lyautey’nin seçtiği şehir plancısı Henri Prost ve ekibi Habus semtini tasarladı. Bu bilgiyi okuduğumda oldukça şaşırmıştım. Zira Henri Prost ismi tanıdıktı. Kendisi İstanbul’un modern yüzünü tasarlayan kişiydi. Şaşkınlığım kişinin aynı olması değil Fas’ta tarihî dokuya uygun bir semt inşa ederken İstanbul’un tarihî semtlerini neredeyse yok etmesiydi.
Büyük bulvarlar ve yeşil sahalar oluşturmak için yaşadığım şehir İstanbul’un kadim eserlerini acımasızca yıktıran Prost’un, Kazablanka’da yaptırdığı tarihî semtte nefes almak ironik bir an oldu benim için.
Semtin kurulduğu arazi Faslı bir Yahudi olan tahıl tüccarı ve finansçı Haim Ben Dahan’a aitti. Arazi sultan tarafından satın alındıktan sonra inşası başladı. Kemerli çarşılardan oluşan semtin etrafında evler bulunuyor, merkezinde ise 1934 yılında inşa edilen Sultan Yusuf Camii bulunuyor. Mağrib mimarisine göre inşa edilen mabedin çok hoş bir görüntüsü vardı. Fakat namaz vakitleri dışında kapalı olduğu için ne yazık ki içini göremedik.
Caminin yakınlarında bulunan Paşa Mahkemesi ise 1941 yılında inşa edildi. Küçük semtin birkaç yapısı bu şekilde. Sakinliği ve tarihi dokusuyla dikkatleri üzerine çekiyor. Dükkânlarda biraz dolaşıp alışveriş yaptıktan sonra havalimanına geçtik. Böylelikle Fas seyahatimiz sona ermiş oldu. Yazıya son vermeden önce Kazablanka hakkında bir şeyler daha söylemekte fayda var:
- Fas’ın siyasî başkenti Rabat olsa da ekonomik başkenti Kazablanka olarak biliniyor. Hem kara hem de deniz ticaretinin yoğun olduğu şehir aynı zamanda turizme yönelik büyük yatırımlar var.
Taksicilerle konuştuğumuzda pandemi öncesinde Kazablanka’nın daha canlı olduğunu söylediler. Son dönemlerde tekrardan kalabalıklaşmaya başladığını fakat yine de eskisi gibi olmadığını ifade ettiler. Gerçekten de gezdiğimiz diğer beş şehre nazaran daha kalabalık ve modern bir şehirdeydik. Rabat’ın da modern bir yüzü vardı fakat tarihî kısmı ağır basıyordu. Kazablanka ise tamamen modern yüzünü gösteriyor. Bu anlamda benim için sıkıcı bir şehir olduğunu söylemeliyim. Replikalardan ziyade sürprizlerle dolu şehirleri daha çok seviyorum.
Havalimanında uçağı beklerken Fas’ta geçirdiğimiz bir haftayı düşündüm. Bu ülkeyi çok sevmiştik. Marakeş’in karmaşası, Rabat’ın ikilemi, Tanca’nın seyyahları buluşturması, Şafşavan’ın maviliği, Fes’in sürprizleri ve Kazablanka’nın modern yüzü bir haftada tefekkür ve gözlem yapmamızı sağladı. Geçmişle günümüzü kıyaslarken kaybettiklerimizi düşünerek ibret aldık. Yolumuzun tekrardan bu güzel ülkeye düşmesi ve yeni seyahatlere yelken açmak duasıyla.
Fotoğraflar: Burak Çetik