Başına 10.000 rupi ödül konulan akademisyen: Fazlurrahman

FİRDEVS ÇAĞLAR
Abone Ol

Pakistanlı akademisyen, ilim ve fikir adamı Fazlurrahman, akademik faaliyetlerinin yanı sıra Pakistan Devlet Başkanı Muhammed Eyüp Han'a danışmanlık yapıyor ülkedeki toplumsal dönüşüme katkıda bulunuyordu. Cemâat-i İslâmî lideri Mevdûdîbaşta olmak üzere, gelenekçi ekol ve hükumet karşıtı muhaliflerin hedefi haline gelen Fazlurrahman’ın “İslâm” adlı eserindeki vahiyle ilgili ifadelerinden dolayı dinden çıktığını iddia edildi. Eyüp Han'ın muhaliflerinin katlini gerçekleştirene 10.000 rupi ödül vadettiği Fazlurrahman'ın akademik yaşamı, kitapları ve tartışmaların odağına oturan fikirleri...

Pakistanlı akademisyen, ilim ve fikir adamı Fazlurrahman, 21 Eylül 1919 tarihinde bugünkü Pakistan'ın Hezare şehrinde doğdu. Dindar bir ailede yetişen Fazlurrahman’ın kişiliğinin ve inançlarının oluşmasında anne-babasının etkisi büyüktür. Babası, Mevlana Şehabeddin, Diyûbend'de eğitim görmüş, İslâm hukuku alanındaki çalışmaları sonrasında müderris mertebesine yükselmiştir. Babası geleneksel bir eğitim almasına rağmen çağdaş eğitimi de destekleyen bir kişiliğe sahiptir. Çağdaş eğitimi sakıncalı gören gelenekçi İslâm alimlerinin birçoğunun aksine, Fazlurrahman’ın babası, İslâm’ın çağdaşlıkla yüzleşmesi gerektiği inancındaydı.

Üstün yetenekli bir çocuk olan Fazlurrahman, 3 yaşından itibaren babasından medrese tarzı eğitim almaya başladı, Arapça öğrendi ve 10 yaşında da hafız oldu. Babası tarafından pozitif bilimlere yönlendirilmesiyle Lahor'da yüksek öğretime başlayan Fazlurrahman, aynı zamanda babasından dini ilimleri tahsil etmeyi sürdürdü.

Dârülulûm-i Diyûbend Dârülhadisi – Uttar Pradeş / Hindistan.

1940 yılında Pencap Üniversitesi Arapça bölümünden mezun olan Fazlurrahman, 1942'de aynı üniversitede yüksek lisansını tamamladı, ardından doktora çalışmasına başladı. Doktora çalışmaları için Oxford’a gittiği yıllarda “Pakistanlı” kimliğini koruyan Fazlurrahman, doktora yapacağı hocasının yanına geleneksel kıyafetleriyle gitmiştir.

İslâm felsefesi alanında doktora yapmak istediğini belirten Fazlurrahman’ın sakallı, geleneksel kıyafetli görünümü doktora hocasının Fazlurrahman’ı ciddiye almamasına yol açacaktır. Fazlurrahman’la çalışmak istemeyen hocası Yunanca bilmesi gerektiğini öne sürerek Fazurrahman’ı uzaklaştırmak ister. Yunanca bilmeyen Fazlurrahman hocasının odasından herhangi bir itirazda bulunmadan ayrılır ve üç ay içinde Yunanca öğrenip hocasının yanına geri gelir.

Fazlurrahman’ın eğitim gördüğü Pencap Üniversitesi.

Fazlurrahman’ın Yunanca öğrendiğine inanamayan hocası Aristo’nun kitaplarından biriyle Fazlurrahman’ı sınava tabi tuttuktan sonra Yunanca bildiğine ikna olur, Fazlurrahman’ın yeteneğinin farkına varan hocası bu seferde Fazlurrahman’dan Latince öğrenmesini ister. Fazlurrahman kısa süre içinde Latince’yi de öğrenir. Doktorasını da üç yıl içinde tamamlar.

Doktora çalışmalarını 1946 yılında gittiği İngiltere'deki Oxford Üniversitesi'nde sürdürür. Doktora çalışmasını, İbn-i Sina'nın en-Necât isimli yapıtının “en-Nefs” bölümü üzerine yapar. Fazlurrahman, 1940’lı yılların sonu ile 1950’li yılların başından itibaren felsefe çalışmaktan doğan ciddi bir şüphe dönemi geçirir. Geleneksel inançları darmadağın olur. İngiltere’de doktora tezini daha nitelikli hale getirebilmek için daha sonra Fransızca ve Almanca da öğrenir. Avicenna’s Psychology adlı doktora tezini 1949 yılında bitirmiş, tezi Oxford'da 1952 yılında yayınlanmıştır.

Durham Üniversitesi.

1950 yılında, Durham Üniversitesi'nde akademisyen olarak göreve başlayan Fazlurrahman, burada İslâm felsefesi ve İran medeniyeti üzerine dersler verir. Fazlurrahman, Durham Üniversitesi'nde ders vermeye başladıktan sonra daha önce almış olduğu modern eğitimle geleneksel eğitim arasında bir çelişki hissetmeye başlar. Yunan filozoflardan etkilenerek felsefelerini şekillendiren Müslüman filozofların yanlış yolda olduğunu düşünen Fazlurrahman, İslâm'ı doğru anlamak için yeni bir heyecan duyar.

İslâm’ı zihin dünyasında yeniden inşa etmeye çalışan Fazlurrahman, İslâm neredeydi sorusunu kendisine sorar.

Fazlurrahman’ın Türkçeye “Tarih Boyunca İslâmî Metodoloji Sorunu” olarak çevrilen Islamic Methodology in History kitabı.

Babasının kendisine öğrettiği geleneksel İslâm’ı sorgulayan Fazlurrahman, babasının on dört asırlık bir geleneği kendisine aktardığını yeniden idrak eder. Şüpheleri, geleneğin önemli noktalarında düğümlenir. Fazlurrahman, Müslümanlar, inançlarının her ne kadar vahye dayandığını iddia etse de Kur’ân’ın hiçbir geleneksel öğrenim kurumunda tek başına öğretilmediğini, tefsirlere bağımlı kılındığını fark eder ve bu durumu eleştirir.

Fazlurrahman, tefsire yönelimi Müslümanların Kur’an’a önem vermemesinin bir göstergesi olarak yorumlar. Fazlurrahman, müfessirlerin yorumlarına güvenmekten, ve bu yorumları mutlak doğru kabul etmekten ziyade insanın Kur’ân’ı kendi çabasıyla anlamaya çalışması gerektiğini savunur.

Fazlurrahman, geleneğe karşı değildir. Gelenekten kopmadan geleneğin yeniden değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizer.

Daha sonra McGill Üniversitesi'ne geçen Fazlurrahman, burada İslâmî ilimler doçenti olarak 1961 senesine kadar görev yapar. 1961 yılında Pakistan hükûmetinden gelen davet üzerine Pakistan'a geri döner. Karaçi'deki İslâmî Araştırmalar Enstitüsü'nde ders vermeye başlar ve 1962'de enstitünün genel müdürlüğüne getirilir ve bu görevini 1968 yılına kadar sürdürür. Pakistan’da bulunduğu süre içinde ‘modernist’ fikirleri şekillenmeye başlar.

1961-68 yılları arasında yirmiden fazla makale ve iki kitap yayınlayan Fazlurrahman, 1965 yılında Türkçeye “Tarih Boyunca İslâmî Metodoloji Sorunu” olarak çevrilen Islamic Methodology in History kitabında hadis, sünnet ve fıkıh alanlarında farklı bir anlayışla içtihat yapmanın önemini irdelemiştir.

Fazlurrahman'ın İslâm’ı doğru yansıtmayan, oryantalist bakış açısıyla yazılmış metinlere alternatif olması maksadıyla, gayrimüslimler için kaleme aldığı ''İslâm'' adlı eseri.

Fazlurrahman, 1966 yılından yayınlanan “İslâm” adlı eserini ise yurt dışındaki üniversitelerde “Religious Study” -Türkiye’de Dinler Tarihi- adı altında eğitim veren bölümlerinde okutulan genellikle “ İslâm” başlığını taşıyan ve İslâm’ı doğru yansıtmayan, oryantalist bakış açısıyla yazılmış metinlere alternatif olması maksadıyla, gayrimüslimler için kaleme almıştır.

Fazlurrahman, kitaptaki vahiyle ilgili ifadesinden dolayı Pakistan’da tekfir edilmiştir. Pakistan’da kitaptan vahiyle ilgili “Kur’ân’ın manası vahiyle geldi, Hz. Muhammed’in kalbine indirildi, Peygamberimiz onu kelimelere döktü.” anlamı çıkarılması eleştirilerin odak noktasını oluşturmuştur. Fakat Fazlurrahman, kitapta vahiyle ilgili bölümün başında “Kur’ân vahiyle gelmiştir. Her kelimesi Allah’ın kelamıdır.” ifadelerini kullanır.

Fazlurrahman, İslâm düşünce tarihine eleştiriler yöneltmiş ve bu yüzden de Pakistan'da eleştirilerin odağı olmuştur.

Fazlurrahman, akademik faaliyetlerinin yanı sıra Pakistan Devlet Başkanı Muhammed Eyüp Han'a da danışmanlık yapıyor, toplumsal dönüşüme katkıda bulunuyordu. Cemaat-i İslâmî lideri Mevdûdî

başta olmak üzere, gelenekçi ekol ve hükumet karşıtı muhalifler, Fazlurrahman’nı hedef haline getirdi.

Pakistan'ın isim babası: Rahmet Ali
Mecra

Eski Pakistan Devlet Başkanı Muhammed Eyüp Han, 1972.

Eyüp Han'ın muhalifleri Fazlurrahman’ın “İslâm” adlı eserindeki vahiyle ilgili ifadelerinden dolayı dinden çıktığını iddia ederek katlini gerçekleştirene 10.000 rupi ödül verileceğini duyurdular.

Fazlurrahman, Pakistan Devlet Başkanı Muhammed Eyüb Han'ı zor durumda bırakmamak için danışmanlık görevinden istifa etti. Başına ödül konması sebebiyle de Pakistan'ı terk ederek Amerika'ya yerleşti.

1969 yılından 26 Temmuz 1988'de ölümüne kadar Chicago Üniversitesi'nde İslâm düşüncesi profesörü olarak görev yapan Fazlurrahman’ın mezarı Elmhurst, Illinois'dedir.

Fazlurrahman’ın Illinois'deki mezarı.

Fazlurrahman’ın tartışmaların odağına oturan görüşleri

Fazlurrahman’ın vahiy anlayışı

Vahyi, Hz. Peygamber’de var olan bir sezgi gücü olarak tanımlayan Fazlurrahman, Kur’ân’ın Hz. Peygamber’in zihninde bir kuvve hâlinde bulunduğunu ve olaylar meydana geldikçe kuvve hâlindeki vahyin şuur alanına çıkarak Hz. Peygamber tarafından söze döküldüğünü belirtir. Kur’ân’ın Hz. Peygamber’in kalbine toplu olarak yerleştirilmesini ve Hz. Peygamber’in Allah tarafından kendisine gönderilen Ruhu’l-Kudüs ile ayetleri söyleyebilecek gücü bulmasını rasyonel biçimde açıklama çabasında olan Fazlurrahman’a göre, Cebrâil Hz. Peygamber’in içinde mevcut bir meleke olup, onun sadece bir melek olarak tanımlanması doğru değildir. Dolayısıyla vahiy, “Hz. Peygamber’in içinde var olan bu ruhtan kaynaklandığı için Hz. Muhammed’in sözleri, onun içine Allah Teâlâ tarafından yerleştirdiğinden dolayı da Allah’ın sözleridir”.

  • Fazlurrahman, “Kur’ân ‘yanılmaz’ ve ‘hatadan kesinlikle uzak’ olması itibarıyla tamamen Allah Kelamı’dır; fakat, Peygamber’in kalbine, sonra da diline gelmesi itibarıyla da Kur’ân, aynı zamanda, ‘sıradan anlamda’, tamamen Peygamber’in sözüdür.” der.

Vahye ilişkin Fazlurrahmman’ın bulduğu en özgün nokta ise, vahyin aslında “Allah katında olduğu haliyle” Peygamber’in zihnine gelmişse de -çünkü ancak o takdirde bizzat kendisi elçiliğinden ve onun Allah’ın sözü olduğundan emin olabilirdi-, toplumsal mesaj haline gelişinin, Peygamber’in anlama melekelerinden süzülerek gerçekleşmesidir.” yorumudur.

Yani ‘alınan söz’ ilahi olsa da söylenen söz (Kur’ân) Peygamber’in yorumudur. Bu iki anlayışın dayandığı nokta ise “anlam/kasıt Allah’ındır, lafız ise Peygamber’in” görüşüdür.

Hz. Muhammed’in Mekke halkının dini, ekonomik, sosyal her türlü sorunla meşgul olan zihni, bu sıkıntılara cevap aradığı sırada bir anda ‘Allah’ın Ruhu’ (Vahiy Ruhu) ile irtibat kurar. Vahyin ne demek istediğini anlar ve bunu ‘kendi dili’ ile söyleyip toplumsal dinamikler doğrultusunda uygulamaya koyar. Bu irtibatın içselliğinden dolayı kendi dili, ‘ilahî’ dil; uygulaması da ilahî uygulama halini alır.

Sünnet

Fazlurrahman, sünnetin kidevî oluşu ve bağlayıcılığı konusunda muhafazakarlarla aynı görüşü paylaşmasına rağmen hadis mecmualarına girmiş olan özellikle hukuk, ahlâk, siyaset, iktisat gibi meselelere dair birçok hadisin lafız olarak Hz. Peygamber’e ait olmayıp gerçekte devrin sorunlarına çözümler getirmek üzere üretilmiş veya “formüle edilmiş” olduğu ve bunların bir tür içtihat değeri taşıdığı, asıl önemlerinin de buradan geldiği yolundaki görüşleri de hem hadis ilminde titiz çalışmalarla geliştirilen kıstasları hiçe saydığı, hem de İslâm’ın dinî ve sosyal kurumlarının tamamını tehlikeye düşürdüğü gerekçesiyle muhafazakâr çevrelerde ciddi tepkilere yol açtı.

Fazlurrahman’ı eleştiri oklarının hedefi yapan görüşleri

Fazlurrahman’ın bankacılık, faiz ve ribâ, ceza hukuku, aile hukuku, aile planlaması, kadın hakları, miras hukuku, zekât, mekanik kurban kesimi, namaz vakitlerinin sayısı gibi konularda geleneksel anlayış ve uygulamaları aynen devam ettirmek yerine ilk iki asırda olduğu gibi mevcut ihtiyaçları, ilerleme ve değişmeleri de dikkate alarak yeniden Kur’ân’a dönmek suretiyle onun sosyal ve ahlâkî amaçları doğrultusunda çözümler üretmek gerektiği yönündeki düşünceleri Fazlurrahman’a muhalif çevrelerce, Kur’ân’ın formel yapısını reddetme, İslâm’ın uygulanmasında tarihî tecrübe ve birikimi hiçe sayma ve sonuçta dinde reform yapma şeklinde yorumlandı.

Fazlurrahman’a modernizm eleştirisi

Aslına bakılırsa Fazlurrahman’ın ciddi tartışma yaşadığı üç gruptan biri modernistlerdir. Fazlurrrahman, kesin çizgilerle modernistlerle kendisini ayrıştırır.

Modernistten kasıt;

  1. Muhafazakar anlayış: Asr-ı saâdetin günümüzde yeniden hayata geçirilmesini idealize edenler.
  2. Çağdaşlığı savunanlar: Kur’ân’ın bu çağa söyleyecek bir sözü olmadığını, dinin baştan aşağı batıl hurafelerle dolu olduğunu iddia edenler.
  3. Eklektik yapı: Çağdaşcılıktan ilerleme düşüncesini alıp, muhafazakarlıktan tarih üstü söylemi alan ve bu ikisini sentezleyen yapıdır.

Fazlurrahman, bu üç yapıya da ağır eleştirilerde bulunur.

Fazlurrahman’ın eleştirdiği noktaların başında, Kur’ân’ın lafzi olarak söyledikleriyle modern yaşamın dayattığı arasında bir uyuşmazlık olursa eklektik yorum, modernizm lehine görüş bildirir. Bu noktada Fazurrahman, metnin lafzına yönelik bir saldırı olmasa da manasına yönelik saldırının anlamı ortadan kaldıracağını, manaya yönelik bu operasyonun lafızda yapılacak bir değişiklik kadar tehlikeli olabileceğini belirtir.

Fazlurrahman, Kur’ân’ın özgün anlamına sadakat, gelenek içerisinden anlam çıkarma, tarihe gitme konusunda daha dürüst bir tutum sergiler. Fazlurrahman’ın, adap ve usulu dikkate alan bir tavrı vardır.

Fazlurrahman ve tarihselcilik

1) Yaşayan Sünnet

2) Kur’ân

3) İçtihat

Fazlurahman’a göre, Kur’ân’ın yirminci asır Müslümanları için anlamı, yedinci asır Araplarınınkiyle aynı olmayabilir. Ona göre bu yaklaşım Kur’ân’ın geçerliliğini o asra özgü kılmak değildir. Fazlurrahman’a göre, ‘çağdaş anlam’ çıkarmanın tek yolu vahyin ne kast ettiğinin anlaşılmasıdır.

Fazlurrahman’ın Kur’ân anlayışına yönelik en ağır eleştiri; “Fazlurrahman, Kur’ân hükümlerini, modern dönemin seküler çıkarlarına feda etmek uğruna her türlü pazarlığa açıktır.” görüşüdür.

  • İçinde bulunduğumuz devri ilerlemenin zirvesi görmeden, çağı yüceltmeden aynı zamanda dünyadan kopmadan yaşadığımız çağda Müslüman kalmanın imkânı nedir? Bu çağda nasıl iyi Müslüman olunur?

Fazlurrahman’ın bu sorulara elbette cevabı vardır. Fazlurrahman, ilk etapta Kur’ân’ın o dönemde, o bağlam içinde ne söylediğini tespit etmenin ilk adım olduğunu vurgular.

Fazlurrahmam, “Allah’ın Kur’ân üzerinden gerçekleştirmek istediği idealleri hayata taşımak onun lafzi talimatlarını bire bir uygulamakla aynı şey değildir” der. Bu Fazlurrahman’ın en ciddi iddiası olarak kabul edilir.

Fazlurrahman’a göre, Kur’ân’ın hükümleri Kur’ân’da yazıldığı şekliyle uygulanamaz. Kur’ân ayetleri kanun değildir. Ayetin amacına bakmak gerekir. Tesis edilmek istenen sosyal düzen önemlidir.

Fazlurrahman’a göre, ezeli geçerlilik Kur’ân’ın tekillerine değil, onların dayanağını oluşturan genel ilke ve hedeflere aittir. Kur’ân’ın bazı metafiziksel ifadeleri hariç, bütün toplumsal ayetleri fiilen karşılaşılan soru ve sorunlara cevap, çözüm ve yol gösterme olarak ortaya çıkmıştır.

Fazlurrahman’ın tarihselci olarak nitelenmesine yol açan fikirleri bunlarla sınırlı değildir. Fazlurrahman’ın miras dağıtımı ve kadının şahitliği ile ilgili verdiği hükümler de tarihselci olarak nitelenmesine kapı aralamıştır. Fazurrahman, Hz. Muhammed devrindeki sosyal şartlar, kadınların toplumdaki yeri, eğitim durumları göz önüne alındığında adalet, kadınlara mirastan üçte bir pay verilmesi olabilirdi. Fakat günümüz toplumunda kadın-erkek rollerinin değişimini göz önüne alırsak, bu devirde halen kadınlara üçte bir pay verirsek adaleti sağlamamış oluruz görüşünü savunur. Burada altı çizilmesi gereken önemli nokta ise şudur; Fazlurrahman, kadın erkek mirastan eşit pay alır demez, eşit pay alabilir der.

Fazlurrahman’ın dört eşlilik konusunda ileri sürdüğü fikirler de onun hem modernist hem tarihselci olarak nitelendirilmesine yol açmıştır. Fazlurrahman’ın çok eşliliğin yasaklanmasına hüküm veren bir görüşü savunması muhtemeldir. Fazlurrahman’a göre, Kur’ân’ın ahlaki hedefi tek eşliliği hâkim kılmaktır. Fazlurrahman bir makalesinde “Dört eşe kadar evlenme izninin kanunlaşması ne metinle ne de Kur’ân’ın ruhuyla uyuşur.” ifadelerini kullanır. Bu makalede belirtilen ifadelerden hareketle Fazlurrahman’ın çok eşliliğe karşı kesin duruş sergilediği söylenebilir.

“Fazlurrahman der ki; Biz Kur’ân’ın eşler arasında adaletin sağlanamayacağını kesin şekilde ifade ettiği yorumumuzda haklıysak, birinci eşin izin vermesi durumunda ikinci eşin alınabileceğini söylemek şu demektir: Eğer ilk eş, kendisine adaletsizliğe izin verirse, o zaman adaletsizliğe hukuken izin verilebilir. Kısacası eğer bizim yorumumuz doğruysa, Kur’ân çok eşliliği yasaklar durumdadır.”

Fazlurrahman ayetlerin arkasındaki hikmeti anlamanın önemini vurgular. Ayetlerin hikmetini anlamak için de bazı ilkeler takip eder. Öncelikle Kur’ân ayetlerini bağlamından koparmamak gerektiğini savunur. Ayetleri Kur’ân’ın bütünlüğü içinde değerlendirmek gerekir. Ayetler Kur’ân’ın bütünlüğü içinde değerlendirilmezse ayetlerin yanlış yorumlanmasına kapı aralanır. Fazlurrahman, Kur’ân’ın ilkelerini ve bakış açısını içselleştirip olaylara o pencereden bakmak, hayatı o perspektiften yorumlamak gerektiğinin altını çizer.

Fazlurrahman’a göre, ayetlerin hükümlerini uygularken iki yönlü bir eylem planına ihtiyaç vardır. İlki, ayetin nazil olduğu döneme gidip o ayetin indiği şartları değerlendirmek. Ayetin ne kast ettiğini anlamak için nüzul şartlarını iyi bilmek gerekir. Sonrasında ise şu an içinde bulunduğumuz şartları değerlendirmek gerekir. Ayetin uygulamasına yönelik yeni bir hüküm çıkarmak esastır.

Fazlurrahman’ın kullandığı tarihsel yaklaşım; “Tarihte gerçekte ne oldu” sorusundan yola çıkarak bir tahlil yapar. Fazlurrahman’ın kullandığı tarihsel yaklaşım Kur’ân’ı hem kendi içinde bütünlüğü olan hem de Peygamberin hayatıyla paralellik gösteren bir akide biçimi olarak anlamayı sağlar.

Fazlurrahman’a göre, Kur’ân’ın bütününde ne kast ettiğini anlamak için Kur’ân’ın indiği sosyal şartları, tek tek ayetlerden genel ilkelere varabilmek içinde onların nüzul sebeplerini bilmemiz gerekiyorsa, ikinci hamle de Kur’ân metninden bugüne dair cevaplar çıkarmaya çalışacağımız için günün şartlarını ve dinamiklerini çok iyi bilmek ve anlamak durumundayız. Dolayısıyla, İslâm coğrafyasında ortaya çıkan sorunları bilmeli değişen dinamiklere, teknoloji ve kültür geçişkenliğinin etkisiyle ortaya çıkan melez kültürlere vâkıf olmalı ve Batıdan gelen felsefi akımlarla ortaya çıkan yeni düşünme biçimlerini doğru anlamalıyız. Çünkü Fazlurrahman’a göre, İslâm’ın bugünkü yorumu sadece İslam’ın dinamizmini göstermeyecek, modernitenin dünya görüşü ve hayat tarzına da alternatif oluşturacaktır. Fazlurrahman, “Modern dünyanın İslâm’a ihtiyacı vardır fakat geleneksel İslam bu ihtiyacı karşılamaktan uzaktır.” görüşünü savunur.

“Fazlurrahman, yaşadığı dönemde hiç bir devletin İslâm devleti niteliği taşımadığını düşünüyordu. Fazlurrahman, İslâm Birliği olması gerektiğini düşünen bir fikir adamıydı. İslâm birliğini tesis edebilecek öncü ülke olarak Endonezya ve Türkiye’yi görüyordu.

Yaşayan Sünnet

Fazurrahman, görüşünü delillendirmek için yaşayan sünnete başvurur. Yaşayan sünnete başvurmaktan kastı, olaylar karşısında tek tek ayet referansları aramak yerine Peygamber efendimiz rehberliğinde yaşanan pratik tecrübenin bize kazandırdığı fikir ve tecrübeden yararlanarak karşımıza çıkan tartışmalı mevzularda akıl yürütme, olaya müdahale edip, çözüme kavuşturma becerisi kazanmadır.

İçtihat

Fazlurrahman, içtihadın alanını genişletir. Klasik gelenekte içtihat, Kur’ân’ın görüş bildirmediği yerde devreye girerdi. Fazlurrahman, içtihadın Kur’ân’ın konuştuğu yerde de devreye girebileceğini söyler. Fazlurrahman’a göre fıkhi alanda Kur’ân’ın beyanları, nihai sözler değildir. Fazlurrahman, Müslüman, Kur’ân’da geçen ayetlerden bir ipucu yakalar, ve onu idealize eder görüşünü savunur.

Fazlurrahman neden böyle düşündü?

Klasik dönemlerde, Kur’ân’ın ilk muhataplarına bildirdiği hükümler hayata geçirilirken hükümler ile uygulama arasında uyuşmazlık çok yaşanmazdı. Fakat günümüzde, hükümler ve hükümlerin hayata geçirilmesi arasında bir tutarsızlık ve uyuşmazlık olduğu göze çarpar. Sanayi Devrimi’nden önceki süreçte insanlar Kur’ân’ın ilk muhataplarına getirdiği hükümleri hayata geçirmede bir sorun yaşamadılar çünkü Kur’ân’ın nazil olduğu dönemle benzer sosyo-ekonomik seviyeyi ve gelişmişlik düzeyini sürdürüyorlardı. 18. yüzyıldan sonra bilim ve teknolojinin hızla ilerlemesiyle, ulaşım araçlarının hızla hayatımıza girmesi geçtiğimiz yüzyıllarda gündeme gelmeyen “Seferilik” gibi konuları tartışılır hale getirdi.

Fazlurrahman, tarihsel yorumu, taabbudi (kıyasa açık olamayan hükümler) alanına sokmaz. Gerekçeli, illetli olmayan alanda içtihat üretmez. Namaz, oruç gibi hakkında kesin hükümler olan konularda görüş belirtmez. Fazlurrahman, toplumsal düzen ve hukuk alanında görüş bildirir.

Fazlurrahman’ın zihin dünyasındaki dönüşümlere bakacak olursak çocukluk gençlik döneminde geleneksel İslâmî ilimlerle yoğrulmuş, olgunlaşma döneminde ise İslam felsefesi ve tasavvufla ilgili görüşleri olgunlaşmaya başlamıştır, diyebiliriz.

Fazlurrahman’ın gelenekle ilgili görüşleri

Fazlurrahman, gelenek Hz. Muhammed’in İslâm’ı örneklemesiyle başlamıştır. Bu örnek mükemmeldir, yegane örnektir. Bu örneğin içinde üç temel unsur vardır görüşünü savunur.

-Kuran

-Hadis

-Sünnet

Hz. Muhammed’in örnekliğinde Kur’ân, hadis ve sünnet birbirinden ayrılmayan bir bütündür. Üçü birlikte İslâmî örnekliği ifade eder. Fazlurrahman’a göre, Hz. Muhammed’in İslam’daki rolünü doğru anlamamak, İslâm’daki diğer süreçleri anlamamızın önündeki en büyük engeldir. Bu noktada Fazlurrahman, Hz. Muhammed’in rehberliğinde bire bir onun eğitimden geçen sahabenin sonrasında tabiüyyün ve halifelerin Peygamberimizden aldıkları bu teorik ve pratik eğitim, bu terbiye çerçevesinde hareket etmişler, hayatta karşılaştıkları sorunlar, çözüm bulmaları gereken durumlar karşısında peygamberimizin örnekliğini temel alıp Peygamberin olaylara bakışını ve çözüm perspektifini ilke edinmişlerdir. Nebevi sünnet ya da yaşayan sünnet olarak kavramlaştırılan bu ilke peygamberimizin örnekliğini, yaşamı algılama ve yorumlama biçimi olarak özetlenebilir.

Yaşayan sünnet

Fazlurrahman’a göre, yaşayan sünnet sadece Hz. Peygamberin uygulamasından ibaret olmayıp, Hz. Peygamber’in uygulamasının sahabe ve tâbiûn üzerinden devam ettirip yorumlanması ve zamana adapte edilmesiyle ortaya çıkan sünnetin adıdır.

Yaşayan sünnet, sadece bir uygulama değildir. Sahabe ve tâbiûnun hayata geçirdikleri sünneti anlatmak üzere söyledikleri sözler de hadistir.

Fazurrrahman’a göre, ilk bir asırda sünnet, “Hz. Peygamber’in sünnetiyle birlikte yorumlanan sahabe ve tâbiûnun devam ettirdiği sünnet, hadis de Hz. Peygamber’in merfū sözleriyle birlikte sahabenin merkub tâbiûnun da maktû olarak ifade etmiş oldukları sözlerin tamamından oluşmaktadır.”

Fazurrrahman’a göre, bu izlenen yol doğru yoldur. Bunun doğruluğunun en büyük kanıtı olarak da İslâm’ın indiği ilk asırda Müslümanların İslam’ı uygulamada herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmaması gösterilir. Bir asır boyunca İslam’ın yaşanmasında herhangi sıkıntı yaşanmamasının arkasında güncelleme vardır. Birinci nesil sahabe ve tâbiûn bunu başardığı için İslâm’ı güncellemek gibi bir ihtiyaç duymamışlardır. Sünnet ve hadis dinamik bir olguya dönüştüğü için Müslümanlığın bir güncellenme sorunu olmamıştır.

Fazlurrahman’a göre, sünnet sadece Hz. Peygamber’in uygulamasına, hadis de sadece Hz. Peygamber’in sözlerine hasledilmeye başladığında İslâm’ın güncellenmesi tartışması ortaya çıkmıştır.

Fazlurrahman’ın anlayışında üretilen sünnet ve üretilen hadis kavramı önemlidir.

Fazlurahman’a göre, sünnet hayata ışık tutmak için sürekli yenilendi. Hadis de Hz. Muhammed’in mesajını canlı tutmak adına üretildi. Fakat ne zaman ki İslâmiyetin içindeki farklı fraksiyonların arasında hak-batıl kavgası oluşmaya başladı, bu fraksiyonların kendilerini meşru bir zemine yaslama ihtiyacı oluştu ne zamanki hadis, ehli hak olmayı belgeleyen bir referansa dönüştü işte o zaman hadis sadece Hz. Muhammed’in sözüne dönüştü ve hadis ve sünnet üretilememeye başlandı. Bu durumda İslâm’ın güncellenmesini gündeme getirdi.

Fazlurrahman göre, bu durum, İslâm’ın artık yaşayan bir gelenek değil, yaşanılmış bir geleneğin tekrar edilmesinden ve dayatılmasından oluşan bir geleneğe dönüşmesidir.

Fazlurrahman'ın epistomolojisi

Fazlurrahman, geleneğin Hz. Muhammed’in modelini güncelleyemediğini iddia eder. Bu yüzden tarih dışı kaldığını ve nübüvveti yanlış anladığını vurgular. Peygamberi, nübüvveti ve Kur’ân’ı yanlış anlamak geleneğin güncellenememesine yol açtı.

Fazlurrahmanın epistomolojisini anlamanın 3 temel öğesi vardır. Peygamber, Vahiy ve Kur’ân.

Peygamber

Fazlurrahman’a göre, peygamber, Allah’ın insanlığa müdahale etmesinin vasıtası, aracıdır. Allah insanlara mesajlarını peygamberler aracılığıyla ulaştırır. Vahyin peygamberlerin hazırlık süresini tamamlandıktan sonra yani belli bir olgunluğa eriştiklerinde peygamberlere ulaştığını söyler. Peygamberlik gelmeden önce Hz. Muhammed’in başından geçen bütün olayların onun vahye hazırlık süreci olduğunu söyler.

Vahiy

Fazlurrahman, vahye mazhar olmayı, peygamberin beşeriyetten sıyrılarak, hakikatle bütünleşmeyi, tekil olmaktan tümele dönüşmeyi, varlığın tamamıyla özdeş hale gelmeyi, Allah'ın kelamı olan vahiyle Allah’ın kelamı olduğu zâti haliyle bütünleşmeyi ve Allah'ın vahyine mazhar olduğunda vahyin Allah’ın kelāmı olarak ezeliliği ve ebediliği içinde her neyse onu idrak ettiğini vahyin bir alma değil bir idrak olduğunu bu itibarla vahye mazhar olmanın vahyi idrak anlamına geldiğini vahyi idrak etmenin de vahyin bütün zaman dışı boyutta bütün göndermelerini almak ve anlamak olduğunu bu itibarla da peygamber kendisine bir vahiy geldiğinde peygamberin bu vahyin tüm kapsamını birden algılayıp, anlayıp gördüğünü iddia eder.

Fazlurrahman, Hz. Muhammed’in vahye sadece bir söz olarak mazhar olmadığını, vahyin talepleriyle açılımlarıyla, gaye ve amaçlarıyla birlikte mazhar olduğunu savunur. Peygamber, vahyi bütünüyle algılar. Peygamber, bütün olarak algıladığı vahyi, Arap diline dönüştürür ve tebliğ eder. Peygamber, bütün tekamül sürecini gördüğü vahyi, hayata tatbik edilmesi noktasına gelindiğinde Hz. Peygamber, o vahyi kendi tarihsel koşulları içerisinde o günkü uygulama alanını gösterir. Fazlurrahman’ın tarihsellik anlayışı budur bu tarihselliğin, İslam’ın evrenselliğinin temel şartı olduğunu savunur. Fazlurrahman, der ki; "Benim Kur’ân’ı, vahyi ve peygamberi tarihsel okumam İslâm’ın evrenselleşmesinin olmazsa olmaz şartıdır.

Fazlurrahman’a göre, Rasullulah’ın idrak ettiği vahiy sabitti. Peygamber’in sergilediği tarihsel örnek, değişkendir zaten de değişmiştir. Fazlurrahman, vahyin kendisinden hareket ederek İslâm’ı ve peygamberi güncelleyebileceğimiz yegane referansı oluşturacağını söyler. Vahyi ve peygamberi bütünlüğü içinde göremediğimizden dolayı Kur’ân, hadis ve sünnet dini referans olarak birbirleriyle yarıştırılmıştır.

Fazlurrahman’ın vahiyle ilgili kendisinin açıklığa kavuşturduğunu iddia ettiği bir mesele vardır: Kur’ân davranış yönelimli bir metindi ve vahiy de onda somutlaşmış olduğu için, hareket geçirici bir süreç olmalıydı. Fazlurrahman’a göre, nazil olan ayetler seyredilecek ya da hikaye dilecek bir tablo, bir ‘kıssa’ değil; Peygamber sonrası insanlarında hem aklına hem kalbine hitap eden onları harekete geçirecek bir ‘ilahi çağrı’ olmalıydı. Fazlurrahman’a göre,

Vahyi statik bir olmuşluk değil de dinamik bir oluş olarak görürsek ahlaki bir toplum oluşturma yolunda ilk adımı atmış oluruz.

Kur’ân

Fazlurrahman, Kur’ân’ın temelde iki şey getirdiğini belirtir. İlki, Tevhid inancı, ikincisi ahlaki hassasiyet. Bu Tevhid inancının güçlü bir ahlak anlayışının temeli olduğunu vurgular. Tevhid inancı güçlü bir ahlaki hassasiyete temel oluşturur. Bu ahlaki hassasiyet de özellikle toplumda sosyal adaleti gözetme olarak vücut bulur.

Fazlurrahman, Kur’ân’ın insana insanı anlatmak için gönderildiğini söyler. Kur’ân, insanı kemâlâta eriştirmeyi hedefler.

Bugün, Müslümanların en çok ihtiyaç duyduğu şey Kur’ân’a gitmek ve onun ilkelerine göre yaşamaktır. “Onun ilkelerine göre yaşama” ise, Kur’ân’ı bir kanunlar değil, ahlaki idealler metni olarak ele alacak bir yöntemle mümkündür. Kur’ân ve sünnete dönmek onun geçmişteki uygulamalarına dönmek değildir. Kur’ân’ın ve sünnetin ne kast ettiğini anlayıp Kur’ân ve Sünnet rehberliğinde bugüne uygun yaşamaktır. “Sadece geçmişe dönüş, mezarlara dönüştür.”

Yapılması gereken, ayetlerden İslâm’ın temel değer ve normlarını çıkarmak ve onları günümüz şartlarında uygulamaktır. Bu değerler tespit edilip canlandırıldıktan sonra, modern bir yapıya kavuşturulacaktır.

Fazlurraham’a göre, Kur’ân, bir kanun, hukuk kitabı değildir. Allah koyduğu emirlere göre insanların yaşamasını istemekle birlikte bu emirler esas itibariyle hukuki değil, ahlakidir.

Kur’ân, ahlak kitabıdır, rehberdir, yol göstericidir bu yüzden anlaşılır ve açık bir kitaptır.

Kur’ân, Allah’ın tarihte insanla temasından ibarettir. Kur’ân, insana tedrici bir yol gösterme rehberidir.

Kur’ân’ın 2 ana mesajı vardır;

Tevhid ve ahiret konusunun ele alındığı Mekke dönemi ayetleri -bu ayetler ahlakı şekillendirir- ve hukuki düzenlemelerin yapıldığı Medine dönemi.

Fazlurrahman, belli bir ahlaki düzeye gelmeyen toplum için hukukun ve düzenin bir anlamı olmayacağını söyler.

Fazlurrahman'a göre, Kur’ân, bir ahlak kitabıdır, Tevhid kitabıdır. Tevhid üzerinden temellendirir ahiret inancına bağlar.

Kur’ân’ı nasıl anladığımızda doğru anlamış oluruz?

Kur’ân hermenötiği

Fazlurrahman’ın hermönitiği her şeyden önce Kur’ân’ın mesajını bir bütün olarak anlamakla ilgilenir. Mesajı anlamak ve yorumlamak için iki hamle gereklidir.

İlki, günümüzün şartlarından sıyrılıp Kur’ân’ın nazil olduğu döneme gitmek, ikincisi Kur’ân’ın indiği dönemden günümüze yolculuk etmek. Kur’ân’ın nazil olduğu döneme gitmemizin nedeni, sadece metne bakmanın Kur’ân’da kast edilen manayı idrak etmek için yeterli olmamasıdır. Hem Kur’ân’ı tam anlamıyla anlamak hem de gündelik sorunlara kapsamlı ve yeterli cevaplar bulmak için yapılması gereken metni tarihsel ortamına götürmektir.

Allah Resulü vahyin tümeline mazhar oldu. Yani vahyin kastına amacına mazhar oluyor böylece hayatta karşılaşılan tikel sorunları çözüme kavuşturabiliyor.

Eğer bugün bizde tümele Kur’ân’ın kast ettiği mesajı, amacını anlarsak karşılaştığımız sorunları çözebiliriz, modern problemlerin üstesinden gelebiliriz. Fazlurrahman, vahiy kendisini tarihte ifşa etmiştir. Öyleyse vahyin anlamı tarihtir der. Fazlurrahman’ın hermenötiğinin özeti budur. Anlam, Anlama, Yorumlama ve Uygulama Fazlurahman hermeötiğinde biribirini takip eden ardışık tarihsel olgulardır.

Kur’ânı güncellemek için ikili diyalektik hermönetiğe ihtiyaç var. İlki, Asr-ı saâdete gidip Kur’ân’ın tümelini kavramak sonra o tümeli çağımıza getirmek.

Fazlurrahman’a göre, geleneksel epistemolojinin en önemli kusuru erken tarihte ortaya çıkan kelam ekolü kendisine dayalı fıkhın oluşabileceği zemini oluşturamadı. Bu yüzden kelam ahlaki zeminde yeniden yazılmalı görüşünü savunur.

Ahlak ve hukuk hiyerarşisi içinde oluşturulacak bir epistemoloji kelamın sağlıklı bir Allah ve ahiret inancıyla Müslümanın ahlaki olarak sorumlu olduğunu bütüncül ve çelişmezlik içinde ortaya koyacak. Bu bütüncül ve çelişmezlik içinde mümin hem Allah’a karşı sorumlu olmanın hakkını verecek hem insan olduğunun farkında olacak kendine bir varlık verildiğini bilecek. Kendisine bahşedilen bu varlığın gerektirdiği yaşamı tatbik edecek bir düzen kuracak. Kur’ânî düzenleme üzerinden yoluna devam edecek.

Fazlurrahman’a göre, hukuk yöntemi de, anlamanın sağlam zemine oturtulabilmesi için iki harekete dayanır. Birinci hareket, Kur’ân’ın vahyedildiği ortamın konu veya sorun ile alakalı sosyal şartlarını göz önünde bulundurarak, tekil çözümlerden genel ilkelere varmaktır; bu bizi Kur’ân’ın genel değerler / ilkeler yapısına da götürür. İkincisi ise, ulaştığımız genel ilkeler ve genel ilkelerin bizi götürdüğü ana hedeflerden bugünün sosyal şartlarını da göz önünde bulundurarak tekil çözümlere geri harekettir.