Amman ve Kudüs’te hedefini bulan kurşunlar
Ürdün Kralı Abdullah, 20 Temmuz 1951 günü, -her hafta âdeti olduğu üzere- cuma namazını kılmak için Mescid-i Aksâ’ya gitmişti. Daha önceki ziyaretlerinde olduğu gibi eski şehrin sokaklarında kalabalık halk kitleleri tarafından karşılanan Kral, Mescid-i Aksâ içindeki Kıble Mescidi’ne girerken, Mustafa Şukrî İşşû adlı bir Filistinli tarafından vurularak öldürüldü.
Lübnan’ın bağımsızlığı sürecinde (1943) oynadığı rolden dolayı Arap dünyasında saygın bir yeri bulunan RiyâdSulh, başbakanlık görevindeyken Ürdün Kralı Abdullah’a karşı ciddi bir antipati besliyordu.
Kral Abdullah’ın Lübnan’ı da içine alan “Büyük Suriye” hayalinden vazgeçmediğini düşünen Sulh, onun Kudüs üzerindeki kontrolünü de Araplar açısından endişe kaynağı olarak görüyordu.
- Bağımsız Lübnan’ın ilk başbakanı olan Riyâd Sulh (1943-45), Cumhurbaşkanı Bişara el Hûrî tarafından 14 Aralık 1946’da ikinci kez başbakanlık görevine atanmıştı. İsrail’in kuruluş sürecini de içeren yüksek tempolu beş yılın ardından, Riyâd Sulh, 14 Şubat 1951’de azledildi.
Lübnan kulislerindeki iddialara göre, Cumhurbaşkanı Hûrî,Sulh’un Arap başkentlerindeki şöhretinden ve etkisinden rahatsız olmuş, kendisini pasifize etmeye çalışmıştı. Sulh’un yerine getirdiği isim de, Lübnan Sünnîleri arasında önemli bir konuma sahip olan Abdullah el Yâfî idi.
Bu durum üzerine -Arap siyaset dünyasında sıkça rastlandığı gibi- Riyâd Sulh da gözünü çevre ülkelere dikerek, yeni siyasî müttefikler bulmaya girişti. Suriye’deki darbe yönetimleriyle arasında husumet bulunduğundan, Kral Abdullah, bu çerçevede çaldığı ilk kapı oldu.
13 Temmuz 1951’de Ürdün’ün başkenti Amman’ı ziyaret eden Riyâd Sulh, şehirde kaldığı üç gün boyunca Kral Abdullah ve diğer yetkililerle görüşmeler gerçekleştirdi.
Kral’la Sulh’un müzakere ettiği konular arasında, diğer Arap ülkelerinden bağımsız olarak, Ürdün ve Lübnan’ın İsrail’le kapsamlı bir barış anlaşması imzalaması da vardı. Ve elbette bunun olabilmesi için, Riyâd Sulh’un yeniden Lübnan başbakanlığını elde etmesi gerekiyordu. O da zaten, Amman’a bunun için gelmişti.
Görüşmeler tamamlandıktan sonra, 17 Temmuz günü,Riyâd Sulh ülkesine dönmek üzere Amman’daki Marka Havaalanı’na doğru hareket etti. Ancak menziline ulaşamayacaktı: Konvoy havaalanına doğru ilerlerken, hareket halindeki bir araçtan açılan ateş sonucu, Riyâd Sulh hayatını kaybetti.
- Olaydan kısa süre sonra, saldırganların Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi üyeleri olduğu anlaşıldı. Riyâd Sulh’un emriyle 8 Temmuz 1949’da Beyrut’ta idam edilen efsanevî liderleri Antûn Saâde’nin intikamını böylece almışlardı.
Riyâd Sulh’un, uzun süre açık rekabet içinde bulunduğu Kral Abdullah’ı ziyareti sırasında Amman’da öldürülmesi, Lübnan’da protesto gösterilerine neden oldu. Yüzbinlerce insan “Abdullah, Sulh nerde?” sloganları atarken, suikastın bizzat Kral tarafından tertip edilen bir komplo olduğu düşüncesi yaygınlaştı.
Riyâd Sulh’un öldürülmesinden sadece üç gün sonra, Kudüs’ten gelen bir haber, Lübnan’da şaşkınlık, sevinç ve üzüntünün iç içe yaşanmasına yol açacaktı:
Ürdün Kralı Abdullah, 20 Temmuz 1951 günü, -her hafta âdeti olduğu üzere- cuma namazını kılmak için Mescid-i Aksâ’ya gitmişti. Daha önceki ziyaretlerinde olduğu gibi eski şehrin sokaklarında kalabalık halk kitleleri tarafından karşılanan Kral, Mescid-i Aksâ içindeki Kıble Mescidi’ne girerken, Mustafa Şukrî İşşû adlı bir Filistinli tarafından vurularak öldürüldü.
20’li yaşlardaki İşşû, Kudüs eski şehirde terzilik yapan, kendi halinde bir insandı. Herhangi bir siyasî faaliyette bulunduğu görülmemişti, yalnızca Abdulkadir Huseynî liderliğindeki “Cihâd-ı Mukaddes Ordusu”na sempati duyduğu biliniyordu.
Kral Abdullah’ın Siyonistlerle yakın irtibatı, Filistinlilerin geneli gibi İşşû’yu da rahatsız ediyor olmalıydı. Suikastın hemen ardından, Kral’ın korumaları Mustafa Şukrî’yi vurarak öldürdüğü için, Abdullah’ı hangi motivasyonla öldürmeye karar verdiği ve olayda kimlerle işbirliği yaptığı gibi hususlar tamamen karanlığa gömüldü.
Geleceğin Ürdün Kralı Hüseyin, suikast sırasında dedesi Kral Abdullah’ın yanı başındaydı. Abdullah’ın takması için ısrar ettiği bir madalyon, Hüseyin’i mutlak bir ölümden kurtarmıştı. Mescitte yaşanan arbede sırasında, Kral’ın korumaları Hüseyin’i dışarı çıkarmışlar, daha sonra da hızlı bir şekilde Amman’a intikalini sağlamışlardı.
Henüz 16 yaşında böyle travmatik bir olaya şahit olan Hüseyin, ömrü boyunca Mescid-i Aksâ’da o gün yaşananları hiç unutmayacak, takip ettiği bütün siyasete bu olayın derin etkileri yön verecekti.
Kral Abdullah’ın öldürülmesinden sonra hızlı bir soruşturma başlatan Ürdün makamları, özellikle Hacı Emîn el Huseynî ve Abdullah el Tell’le bağlantılı yüzlerce kişiyi gözaltına aldı.
Hacı Emîn’in Kral’a yönelik husumeti zaten malumdu. Abdullah el Tell ise, Kral Abdullah’a uzun süre sadakatle hizmet ettikten sonra, 1948’in haziranında Kudüs’ü terk ederek Mısır’a geçmiş ve Abdullah’ın muhalifleri arasına katılmıştı.
- Tell’in böylesine keskin bir şekilde saf değiştirmesinin en önemli nedeni, Abdullah’ın Siyonistlerle başlattığı gizli müzakere sürecinden tamamen haberdar olmasıydı. Riyâd Sulh’un kendisini ziyaret etmesi de, Abdullah hakkındaki şüphe ve ithamların artmasına yol açan bir diğer gelişmeydi.
Kurulan olağanüstü hal mahkemesi, Abdullah el Tell’i gıyâbında idama mahkûm ederken, Hacı Emîn’in akrabalarından Dr. Mûsâ el Huseynî, suikastta Mısır’la Kudüs arasındaki irtibatı sağladığı suçlamasıyla 6 Eylül’de asılarak idam edildi.
Abdullah el Tell, Ürdün Kralı Hüseyin tarafından 1967’de affedilerek Ürdün’e dönecek, 1973’teki ölümüne kadar da bu ülkede yaşamını sürdürecekti.