Akdeniz'de bir ada: Cerbe
Kuzey Afrika’nın en büyük adası olarak Tunus sınırları içerisinde; karadan sadece birkaç kilometre uzaklıkta bulunan Cerbe, aynı zamanda Akdeniz’in de en büyük adalarından biridir. Başkent Tunus’tan yaklaşık olarak 500 km uzaklıkta yer alan ada, günümüzde her ne kadar Tunus’un turistik yerlerinden biri olsa da; tarihi bakımdan oldukça öneme sahiptir. Cerbe Adası, Akdeniz’de bulunan diğer akrabaları gibi tarih içerisinde çok sayıda hareketli olaya şahitlik eder.
Kartacalılar, Romalılar ve daha başka devletlerin hâkimiyetine giren Cerbe, İslâm kuvvetleri tarafından fethedildiği dönemde son olarak Bizans Devleti’nin elindedir. Emevîler’in ilk yıllarında fethedilerek Bizans’tan alınan Cerbe, sonraki dönemlerde de Müslümanlar ve Hristiyanlar elinde el değiştirmeye devam eder. Uzun süreli olmayan hâkimiyetlere dayanan istikrarsızlıklar adanın Akdeniz’deki önemli stratejik konumu dolayısıyla, kuvvetler tarafından ele geçirilme isteği dolayısıyladır.
Cerbe şüphesiz en uzun istikrarlı dönemini Akdeniz’in adeta bir Türk gölü haline geldiği Osmanlı hâkimiyetinde yaşar.
Adanın aslında tarihî önemi Romalılar’dan da öncesine uzanır. Yahudilik tarihi açısından da oldukça önemli bir yere sahip olan adada günümüzde bile çok sayıda Yahudi yaşar. Bunların buradaki varlıkları ise, değil sadece adadaki, Kuzey Afrika’daki Müslümanların varlıklarından bile daha da kadimdir. Bilindiği gibi Yahudiler birden fazla işgal ve sürgüne maruz kalmışlar, dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış veya dağıtılmışlardır. Bunlardan, mesela “kayıp 10 kabile” meselesi, yaşanan bu sürgünlerin neticesi olarak günümüzde de Yahudiler üzerinde hâlâ gündemini koruyan bir meseledir. Asurlular’ın İsrail Krallığı’nı hâkimiyeti altına almasının ardından uyguladığı sürgün dolayısıyla İsrail Krallığı’nı oluşturan 12 kabileden 10’unun kaybolduğuna inanılır.
Yahudilerin yaşadıkları sürgün sadece bununla da sınırlı değildir. Çok daha şiddetli olduğuna inanılan bir sürgün de Asur sürgününden yaklaşık 150 yıl sonra Babilliler tarafından gerçekleştirilir. Tarihî bilgilere göre Babil Kralı Buhtunnasr, Yahuda Devleti’ni yıkmasının ardından büyük bir kitleyi Babil’e sürer. Fakat bu sürgün esnasında kaçanlar da olur. İşte günümüzde başta Cerbe olmak üzere Tunus’daki Yahudilerin varlığı da büyük oranda bununla izah edilir. Buradaki Yahudilerin varlıkları ile aynı yaşta olduğuna inanılan el-Garîbe Sinagoğu dünya üzerinde yer alan sinagogların da en eskilerinden biridir. Efsaneye göre Babil Sürgünü’nden kaçarak buraya gelen ve burada bu yapıyı inşa eden kişiler Süleyman Mabedi’nden beraberinde getirdikleri parçaları da buraya koyarlar. Bu özelliği dolayısıyla olmalıdır ki Cerbe’deki bu sinagog günümüzde de Yahudiler için bir hac yeri olarak yılın belirli bir zamanında dünyanın çeşitli noktalarından pek çok sayıda kişiyi kendisine çeker. Bunlardan 2002 yılındaki ayinler esnasında gerçekleştirilen bir terör saldırısı dolayısıyla çok sayıda kişi hayatını kaybetmiş, el-Garîbe Sinagoğu dünya gündeminde bir dönem yer almıştı.
- Bizim tarihimiz açısından Cerbe’nin önemi ise, dünya denizcilik tarihinin en muhteşem zaferlerinden biri neticesinde hâkimiyetimize girmiş ve epeyce uzun bir müddet böyle kalmış olması dolayısıyladır.
Cerbe zaferi, Barbaros Hayrettin Paşa’nın, Andrea Doria kumandasındaki devâsâ Hıristiyan donanmasını denize gömdüğü Preveze Deniz Muhaberesi kadar bilinmemekle birlikte en az onun kadar önemlidir. Öyle ki Cerbe zaferinin; 16. yüzyılın ilk yarısında Preveze’de gerçekleşmiş Türk zaferinin, 16. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen izdüşümü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 16. yüzyılda Osmanlı’nın karşısında bulunan deniz gücü, pek çok kez örneği görüldüğü gibi Cerbe’de de İspanyollardır. Dolayısıyla bu durum da bu konuyla alakalı literatürün ağırlıklı olarak İspanyolca olması neticesini vermiştir.
Aydınlatıcı, önemli ve konuyla alakalı yapılan çalışmalara referans olan bir makale kaleme alan Prof. Ertuğrul Önalp, bunu İspanya’ya gidip kaynakları yerinde incelemek sûretiyle yapabilmiştir. Kendisiyle yaptığım şahsî yazışmada çalışmasını daha da genişleterek bir kitap hacmine getirmeyi de planladığını ifade eden Önalp’ın bu çalışması kaynakların ışığında yazılmış olması bakımından eminim bu sahada yapılan nadir eserlerden biri konumunda olacaktır.
16. yüzyıl Akdeniz’de yoğun hareketliliğin yaşandığı bir yüzyıldır. Bu yüzyıl aynı zamanda II. Bayezid döneminden itibaren üstünlüğünü hissettirerek gelişen Türk deniz gücünün dünyanın en üst sırasında yer aldığı bir zamandır. Tabi Akdeniz’deki tek kuvvet kendisi değildir. İspanyollar da Akdeniz’in önemli deniz kuvvetlerinden biridir. Hüseyin Serdar Tabakoğlu tarafından hazırlanan ve danışmanlığını Prof. İdris Bostan’ın yaptığı “Akdeniz'de Osmanlı-İspanya rekabeti, 1560-1574 Teşkilat, Denizgücü ve Savaş” adlı doktora tezi bu konuyla alakalı derli toplu bir bilgi sunması bakımından çok faydalıdır.
1510 yılında Hafsîler’in hâkimiyetinde olan ve dönemin önemli merkezlerinden biri olan Trablusgarp İspanyollar tarafından işgal edilir. İspanyollar’ın acımasız bir katliamına maruz kalan halktan kurtulabilenlar Trablusgarp’ı yakınlarında bulunan Tâcûrâ’ya sığınırlar. Bölge halkı çareyi İspanyollar’la mücadele için Osmanlılar’dan yardım talebinde bulur. Bunda şüphesiz, özellikle 1517 yılında Mısır’ı ele geçiren ve İslâm dünyasında ciddi bir güç unsuru haline gelen Osmanlılar’ın İslâm dünyasındaki nüfuzlarının büyük etkisi vardır. Yavuz Sultan Selim’in ardından Osmanlı tahtına oturan Kânûnî Sultan Süleyman’ın uzun saltanatının daha ilk yıllarında Rodos’u fethetmesi ve fethedilen bu topraklardaki Rodos/St. Jean (daha sonra Malta Şövalyeleri)’nin Malta başta olmak üzere Trablusgarp’a da yerleştirilmeleri buraya yapılacak bir askerî harekâtın daha da ciddi bir şekilde planlanmasını icap ettirir. Nihayet Kaptan-ı Deryâ Sinan Paşa’nın kumandasındaki Osmanlı donanması tarafından uzunca sayılabilecek bir aranın ardından 1551 yılında Trablusgarp fethedilir. Yerel halkın ancak uzunca bir zaman sonra Osmanlı’dan istediği köklü yardıma kavuşabilmesi mümkün olabilmiştir. Bunda da şüphesiz etkili olan şey o dönem Osmanlı dış politikasının bir hayli yoğun olmasıdır.
Osmanlı bir yandan Akdeniz’de yaşanan gelişmeleri izlerken bir yandan da doğuda baş gösteren Safevî tehlikesi ile mücadele etmek zorundadır ki bu tarihe kadar Kânûnî döneminde İran üzerine üç sefer düzenlenir. Kaldı ki Trablusgarp halkından Osmanlı’ya talep geldiğinde Osmanlı bunu yine de imkan nisbetinde karşılamaya çalışır ve bölgeye beylerbeyi sıfatıyla emri altındaki bir filo ile birlikte Hadım Murad Paşa’yı gönderir. Burada mevcudun muhafazası için toplanan güç, Sinan Paşa’nın da sonra donanmasıyla gelmesiyle ona destek kuvvet olarak hizmet verir şüphesiz. Tabi burada büyük Osmanlı denizcisi Turgut Reis’in de destekleri olur. Özellikle onun Akdeniz’deki Osmanlı hâkimiyetini büyütme yolundaki faaliyetleri, Trablusgarp’ın fethinin ardından beylerbeyi olarak vazifelendirilen Hadım Murad Paşa’nın 1556 yılındaki vefatının ardından getirildiği beylerbeyliği döneminde ivme kazanacaktır.
Cerbe Adası’nın Turgut Reis tarafından hâkimiyet altına alınması da bu döneme rastlar.
Cerbe Savaşı’na giden süreç de bundan sonra başlar. 1551 yılında kaybettikleri Trablusgarp’ı elde etmek için fırsat kollayan Rodos Şövalyeleri (tabi artık bulundukları yer itibariyle Malta Şövalyeleri olmuşlardır) aradıkları bu fırsatı nihayet Avrupa’da meydana gelen kimi değişiklikler neticesinde elde etmeyi başarabilirler. Gerçekten de İspanya ve Fransa arasında 1559 imzalanan barış anlaşması bu iki kuvvet arasında devam eden yaklaşık 40 yıllık bir çatışmayı da sona erdirmesi bakımından önemli bir gelişme olur. Bu durum da beraberinde kendileri için büyük bir tehdit haline gelen Osmanlı’ya karşı bir ittifaka gidilmesine yol açar. Tabi, ittifaktan doğan bu gücü Osmanlı’ya yönlendiren Malta Şövalyeleri’nin gayretleri de aşikardır.
-
Haçlılar tarafında büyük hazırlıklar yapılır. Fakat yapılan bu hazırlıklara rağmen yine de Haçlı kuvvetleri Osmanlı donanması ile karşı karşıya gelmekten kaçınır. Hareket için Kaptan-ı Deryâ Piyâle Paşa’nın donanmasıyla Akdeniz’den İstanbul’a dönmesini beklemeleri bunun en açık delilidir. Tabi Piyâle Paşa Haçlılar’ın Trablusgarp’a yürüme niyetleri olduğuna ilişkin istihbaratı da alır. Onun bu bilgiden haberdar olduğu bugün Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan bir belge ile sabittir. Fakat Haçlılar, Piyâle Paşa’nın komutasındaki Osmanlı donanmasının Akdeniz’den ayrılmasından önce hareket etmeme konusunda öyle ısrarcılardır ki bu durum Piyâle Paşa’nın Haçlılar’ın bu taarruzdan vazgeçtiklerini düşünmesine ve İstanbul’a dönmesine yol açar. Piyâle Paşa İstanbul’a döner dönmez ise Haçlı donanması harekete geçerek kısa zaman sonra Malta’ya gelirler. Haçlılar’ın Malta’daki varlığından haberdar olan Trablusgarp Beylerbeyi Turgut Paşa onların gerçek niyetini öğrenince aldığı kimi tedbirlere ek olarak İstanbul’u da durumdan haberdar eder.
Burada bir parantez açıp gerek Piyâle Paşa’nın gerek Turgut Paşa’nın alınan bu istihbaratı nasıl edindiğine değinmek, konunun bütünlüğü açısından yerinde olacaktır. Burada karşımıza bambaşka bir yazıya hatta hacimli bir esere konu olabilecek bir mesele ortaya çıkacaktır ki o da Osmanlı’da istihbarat olacaktır. Askerî bakımdan istihbaratın sahip olduğu önem tartışılmaz. Bu şüphesiz neredeyse sürekli bir askerî harekât halinde olan Osmanlı için de çok mühimdir. O dönem için istihbarat kaynaklarının başında da ele geçirilen esirlerden alınan bilgiler gelir ki sorguya çekilerek kendilerinden bilgi edinilen bu kişilere özel bir isimle “dil” denir. Osmanlı yukarıda da değindiğimiz gibi Haçlı kuvvetlerinin niyetlerinden daha onların Malta’ya hareket etmeden önce toplandıkları merkez olan Sicilya’daki Mesina Limanı’nda haberdar olmuşlardır. Piyâle Paşa’nın istihbaratından planlanan saldırıdan haberdar olunduğunu destekleyen başka istihbarat da vardır ki bunlardan muhteşem muhafaza edilmiş Osmanlı arşivi içerisinde elimizde belgeleri olanlar da mevcuttur. 15 Şevvâl 966 yani 21 Temmuz 1559’da Dîvân-ı Hümâyûn’dan pâdişah adına çıkan ve hüküm adı verilen Cezâyir Beylerbeyi’ne gönderilen bir kararda; kendisinden, Karaca Ali isimli gönüllü bir reisin bir esir askerinden istihbarat aldığı, buna göre Mesina’da toplanan İspanya donanmasının Fransa’dan gelecek donanmayı beklediği, bu iki donanmanın birleşmesinin ardından Turgut Bey’in üzerine gidecekleri bilgisinin alındığı ifade edildikten sonra ona istihbarat toplamaya devam etmesi ve o toprakların muhafazası için gereken tedbirleri alması emredilir. Söylediğimiz gibi Osmanlı istihbaratı başlı başına incelenebilecek hacme sahip bir meseledir.
- Bu konuda özellikle 2017 yılında T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı tarafından çıkarılan “Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı'da İstihbarat” başlıklı yayın; içerisinde, yukarıda örneğini kullandığımız gibi pek çok değerli bilgi barındırır.
Savaş artık adım adım gelmektedir. Kânûnî’nin yukarıda bahsettiğimiz ve tedbirlerin alınmasını istediği 1559 Temmuz’undaki hükmünden sonra 6 Rebîülevvel 967 yani 6 Aralık 1559’da gönderdiği bir başka hükmüyle daha karşılaşırız. Bu tarih artık aynı zamanda Haçlılar’ın Malta’dan Trablusgarp’a harekete geçtikleri bir zamandır. Osmanlı Haçlılar’ın manevrasından haberdardır. Trablusgarp Beylerbeyi Turgut Paşa’ya gönderilen emirde düşman saldırılarına karşı Arap kabileleri, ulemâ, meşâyih ve sâir vilâyet ahâlisi ile birlikte hareket edilmesi istenir. Turgut Paşa’ya hitâben Türkçe bu emirle birlikte gönderilen Arapça bir fermanda da Trablusgarp ileri gelenlerine ve halka hitâp eden Kânûnî düşmana karşı hep birlikte mücadele edilmesi gerektiğini söyler. Bölge ileri gelenlerinden Osmanlı’ya karşı Haçlılar’ın tarafında olanlar da vardır. Durum aslında oldukça diken üstündedir. Bundan dolayıdır ki Kânûnî bölge insanını teskin etmek, karşı tarafta yer almayı düşünenleri sindirmek amacıyla fermanında donanmanın yola çıkarıldığını söyler. Tabi bunun imkanı yoktur. Fakat İstanbul’da ciddi bir hazırlık başlar. Zira kış ayında deniz seferine çıkmak donanmayı kırmak demektir. Bunun için baharın gelmesi beklenecektir. Cerbe hazırlıklarının yapıldığı dönemde İstanbul’da bulunan Habsburg elçisi Busbecq, meşhur “Türk Mektupları” adlı eserinde bu hazırlıklardan da bahseder. Kitabında, Osmanlı donanmasının başına Piyâle Paşa’nın getirildiğini ve çok sayıda seçkin askerin gemilere bindirildiğinden söyleyen Busbecq, İspanyolların savaşlarda kazandıkları başarıların Türkleri tedirgin ettiğini, seferin başarısına dair bütün İstanbul’un şüphe ve endişe içinde olduğunu da ekler.
Tabi burada Kânûnî’nin ciddi bir diplomatik zaferi vardır. Gönderdiği hediyeler ve verdiği güvenle bölge halkının Turgut Paşa tarafında yer almasını sağlar. Ayrıca bu fermanı getiren kişi de oldukça yerinde seçilmiş bir isimdir. Bölgeden bir isim olması dolayısıyla Arapça’yı iyi bilen Sid Reis adlı kişinin faaliyetleri çok etkili olur. Fakat Piyâle Paşa’nın 80 kadırgadan oluşan muhteşem bir donanmayla İstanbul’dan yola çıkmasına daha birkaç aylık bir zaman daha vardır.
Dolayısıyla Haçlılar’a karşı ilk seferde eldeki imkanlarla hep birlikte karşı koymak kaçınılmazdır.
Bu arada Haçlı kuvvetleri de Cerbe güzergâhı üzerinde bulunan irili ufaklı adalara uğrayarak kısa zamanda harekete geçerler. Cerbe’ye uğramadan önce uğranılan son ada da, Tunus’ta yaşarken gitme imkanı bulduğum ve bir müddet de havasını teneffüs etmek için kaldığım Sefâkus açıklarındaki bulunan Karkana Adası’dır. Haçlılar’ın sonraki durağı ise Cerbe’dir. Bu arada belirtmekte fayda vardır ki Haçlı donanmasını kumandanı Barbaros Hayrettin Paşa karşısında Preveze Deniz Muhaberesi’nde ağır bir yenilgiye uğrayan Andrea Doria’nın yeğeni Giovanni Andrea Doria’dır. Bu tarihten yıllar önce vefat etmiş olan Barbaros’a nazaran, aslında Andrea Doria hâlâ hayattadır ve yapılacak bu harekâtta donanmayı bizzat kumanda etmesi istenir. Fakat o bu görevi yerine getiremeyecek kadar yaşlıdır ve bunun için yeğenini görevlendirir.
- Cerbe Zaferi’nin Osmanlı tarafından kazanıldığı tarih ile kendisinin 90 küsur yaşındayken öldüğü tarihe bakılırsa, yeğeninin Cerbe'de aldığı yenilgiyi gördüğü rahatlıkla söylenebilir.
Osmanlı’nın Cerbe ile olan ilişkileri aslında 15. yüzyılın sonlarına, II. Bayezid dönemine kadar gider. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi 1510 yılında Trablusgarp’ı ele geçiren İspanyollar hâkimiyet sahalarını genişletmek için saldırılarına devam ederler ki Cerbe yapılan saldırı da bunlardan biridir. O dönem adanın hâkimi olan ve kendisinden Kitâb-ı Bahriyye’de de bahsedilen Şeyh Yahyâ, böyle bir saldırıda bulunan İspanyollar’ı def etmeyi başarmakla beraber, muhtemelen bu saldırıların devam edeceğini düşünmüş olacaktır ki Osmanlı’dan yardım ister. Tabi çok önemli bir Türk denizcisi olan Oruç Reis de bu tarihlerde o bölgededir ve kendisine merkez yaptığı Cerbe’den faaliyetlerini yürütür. Kuvvetle muhtemel Osmanlı’dan istenen bu yardım da Oruç Reis’in 1518 yılında ölmesinin ardından oluşmuş olması muhtemel boşluk ve bunun getirdiği endişe dolayısıyladır.
- Şeyh Yahyâ’nın hediyeler dışında dönemin Osmanlı sultanına gönderdiği mektupta “Siz bizim halifemizsiniz” şeklinde hitap edilmesi oldukça ilginçtir ve aslında bu durum Yavuz Sultan Selim’den daha önce Osmanlı sultanlarının İslâm dünyasında halîfetü’l-müslimîn olarak görüldüğünün önemli bir işaretidir.
Haçlı donanması Trablusgarp’tan önce Cerbe’yi almaya karar verir. Bu kararın alınmasında kötü hava şartları ile çeşitli sebepler dolayısıyla hastalanan veya ölen askerlerin durumu da etkili olur. Her ne kadar kısmî bir mukavemet gösterilse de Cerbe Haçlılar tarafından kolay bir şekilde ele geçirilir. Adadaki kale tahkim edilir. Fakat Türk donanmasının gelmekte olduğu haberlerinin oluşturduğu tedirginlik Haçlılar arasında ciddi bir korkuya sebebiyet verir. Prof. Ertuğrul Önalp’ın dönemin kaynaklarından yaptığı alıntılar bunu ispatlar niteliktedir. Zaten Haçlılar’ın Osmanlı ile donanması ile savaşma niyetleri yoktur. Cerbe Kalesi ele geçirilip, oraya ciddi bir askerî kuvvet bırakılmasının ardından Haçlı donanması da Sicilya’ya hareket etme kararı alır.
Muhtemelen Trablusgarp’a düzenlenmesi planlanan saldırı da başka bir zamana tehir edilir. Fakat Osmanlı ordusunun Cerbe’ye hızlı varışı onların bu amaçlarını engeller. Türk donanmasının hiç beklenmedik bir hızda gelmesi Haçlılar’ı şaşkına çevirdiği gibi aynı zamanda telaşa da düşürür. Batılı kaynaklardan birisinin ifadesiyle “şafak vaktinin kızılımsı aydınlığında Türk donanması tüm haşmetiyle görününce” dehşet içinde kalan Haçlılar ne yapacaklarını bilemez bir hal alırlar. Türk Mektupları’nda, Cerbe’den İstanbul’a esir olarak getirilen İspanyollarla görüştüğünü söyleyen Busbecq, onların Türk donanmasının sürpriz bir şekilde ortaya çıktığını ve oluşan panik sebebiyle kendilerinin “ne savaşacak cesareti ne de kaçabilecek aklı” bulabildiklerini ifade eder.
Bizzat kendi kaynakları Türkler karşısında Haçlıların nasıl aciz bir duruma geldiklerinin örnekleriyle doludur. Yok denecek kadar az zayiat ve hiç gemi kaybedilmeden kazanılan muhteşem bir zafer Türk tarihinin şanlı sayfalarına yazılır. Haçlılar’ın Trablusgarp’ı ele geçirme hayalleri böylelikle gemileriyle birlikte Akdeniz’e gömülmüş olur. Tabi zafer başta Piyâle Paşa olmak üzere Barbaros’un yetiştirdiği çok sayıda büyük denizcinin başarısıyla gerçekleşmiştir ki bunlardan biri de Turgut Paşa’nın maiyetindeki Kılıç Ali Paşa’dır. İstanbul’da sevinçle karşılanan zafer haberiyle alakalı Busbecq, Türk Mektupları’nda Türkler’in “İspanyollar da yenildikten sonra bize karşı duracak güç kaldı mı?” dediklerini aktarır. Kendisi ayrıca, Osmanlı zaferi sonrası İspanyolların da Türklerin dünyanın hâkimi olduğunu söylediklerini ifade eder.
Cerbe Zaferi aslında denizde ve karada verilen iki savaştan oluşur. Mayıs ortalarında denizde kazanılan bu muhteşem zaferin ardından bir de kaleye çekilen kuvvetlerle mücadele etmek durumunda kalınmıştır ki bu birincisine nazaran daha da uzun sürmüştür. Tabi denizde yaşadığı mağlubiyet sonrasında Giovanni Andrea Doria yardım bulmak bahanesiyle çoktan Cerbe’den ayrılır. Kalede kalan askerleri komuta etmek amacıyla adayı terketmeyen Alvaro de Sande, denizde kaybettikleri şansı karada denemek ister. Giovanni Andrea Doria korkaklıkla itham edilirken gösterdiği bu cesaretle Alvaro de Sande ününü günümüze kadar taşımayı başarır. Kalenin komutanlığı ondadır ve fethin Temmuz ayının sonlarında gerçekleşmesine bakılırsa burada ciddi bir direnişte bulunmuştur.
Öyle ki kara harbinin uzun sürmesi bir yerde Piyâle Paşa’yı endişeye sevk eder. Zira Haçlılar’ın denizde aldıkları mağlubiyet haberi İspanya Kralı II. Philip’e çoktan ulaşmıştır ve gelecek yeni bir Haçlı donanması denizde savunmasız bir durumdaki Osmanlı donanmasını oldukça zor bir durumda bırakacaktır. Tabi beklenen Haçlı yardımı hiç gelmez. İspanya Kralı II. Philip yardım göndermek için hazırlıklara başlar ama Katalunya valisi Don García de Toledo kalede kuşatılanların 8 aylık yiyecekleri olmasına karşın, Türklerin sadece 2 aylık yiyeceklerini olduğunu söyleyerek Kral’ı hazırlık yapmasından vazgeçirir. Onlara göre Türkler kuşatmayı kaldırmak zorunda kalacaklardır. Cerbe Savaşı ile alakalı en önemli kaynak hiç şüphesiz bu savaşın görgü tanıklarından biri olan Zekeriyyâzâde’ye ait “Târîh-i Ferâh”tır. Eserinde, tersane kâtibi olarak katıldığı Cerbe Savaşı’nı detaylı bir şekilde aktaran Zekeriyyâzâde, tarihçilere bu savaşla alakalı ciddi bir birikim sunar. Deniz harbinden sağ kurtulanların da kaleye yerleşmesiyle yaklaşık 8000 kişinin bulunduğu kuşatılan kale Zekeriyyâzâde’nin ifadesiyle gerçekten de çok sıkı bir şekilde tahkim edilmiştir. Kale bu sayı için fazladır, dolayısıyla depolanan su ve gıda da böylesi büyük bir sayı için yetersiz kalır.
- Kaledekilerin 8 ay dayanabilecek yiyecekleri olduğunu söyleyen Katalunya valisi Don García de Toledo muhtemelen bu detayı hesaba katmamıştır.
Osmanlı askerlerinin yaptığı kimi harekât kalenin iyi tahkim edilmiş ve korunmaya alınmış olması dolayısıyla neticesiz kalırken, Haçlılar’ın teşebbüs ettikleri hurûç harekâtı da Osmanlı askerleri tarafından başarıyla ezilir. Osmanlı tarafından uygulanan tekniklerle, mesela ateşli silahlarla donatılan kuşatma kuleleriyle de ilerleme kaydedilir. Fakat kalenin düşmesi için en etkili gelişme kalede yaşanan su sıkıntısıdır. Alvaro de Sande’nin kumandasında son bir hurûç girişiminde daha bulunan Haçlılar, burada da başarı elde edemezler. Dağılan Haçlı askerlerinin bir kısmı kaleye geri sığınırken, aralarında Alvaro de Sande’nin de olduğu bir kısmı yüzerek gemilere ulaşır. Tabi arkalarından gelen Osmanlı askerlerinden kaçmayı başaramazlar. Alvaro de Sande de sağ ele geçirilir. Kumandanlarını kaybeden kaledeki Haçlı askerleri de Piyâle Paşa’dan emân dileyerek kaleyi Osmanlı’ya teslim ederler.
Verilen yoğun bir mücadelenin ardından nihayet Cerbe Kalesi yaklaşık 3 aylık bir zamanın ardından alınır.
16. yüzyıl Osmanlı ordusu için böyle bir kalenin alınmasının bu kadar uzun sürmeyeceği açıktır. Bundaki temel sebep kuvvetle muhtemel bir kale kuşatması beklenmemesidir. Bunu destekleyen delillerden biri de kale fetihlerinde kendilerinden çokça istifade edilen lağımcıların buraya getirilmemesidir. Ayrıca kale fethinde kullanılan ağır kuşatma topları da muhtemelen gerek duyulmayacağı için donanmayla birlikte getirilmez. Üstelik Cerbe Kalesi tahkim edilirken Trace İtalienne denilen İtalyan kale modeli kullanılır. Ateşli silahlardaki ilerlemenin kalelerde yaptığı tahribe karşı modern bir mukavemet için özellikle 15. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan bu model Osmanlı ordusunu başka yerlerde de zorlar. Cerbe Kalesi’nin alınmasını zorlaştıran sebeplerden biri de şüphesiz budur. Tabi tecrübeli komutan Alvaro de Sande’nin askerî taktikleri de kalenin alınmasını geciktiren bir diğer sebeptir.
Büyük bir muzaffer olarak artık İstanbul’a dönmekten başka yapacak bir şeyi kalmayan Piyâle Paşa, Turgut Paşa’nın beylerbeyi olduğu Trablusgarp’taki âsîleri hizaya sokma hususundaki talebi dolayısıyla donanmanın dümenini Trablusgarp’a kırar. Buradaki düzeni de sağlamasının ardından artık İstanbul’a hareket eder. Piyâle Paşa’nın liderliğindeki Osmanlı donanması görkemli bir resmî karşılama ile İstanbul’a girer. Aralarında bayrak ve sancakları baş aşağı edilmiş düşmandan ele geçirilen gemilerin de olduğu kortej, İstanbul’a girerken top atışları yapar. Halk seferden muzaffer dönmüş Osmanlı donanmasını sevinç gösterileriyle karşılar. Çok sayıda Haçlı askerinin kılıçtan geçirildiği Cerbe Savaşı’nda esir olarak ele geçirilenlerin sayısı da az değildir. Esir edilenlerden biri de kaledeki askerleri komuta eden Alvaro de Sande’dir. Esir olarak Piyâle Paşa’nın huzuruna çıkartılan ve kaynakların ifade ettiği şekliyle Piyâle Paşa’nın kendisine iyi mualemede bulunduğu Alvaro de Sande de İstanbul’a savaş esiri olarak getirilir. Esir edilen önemli isimler arasında kendisi yalnız değildir üstelik. Napoli ve Sicilya filolarının komutanları da esir edilenler arasındadır.
İspanya Kralı II. Philip’in Alvaro de Sande’yi kurtarma konusundaki girişimleri sonuçsuz kalır. Alvaro de Sande’nin eşinin girişimleriyle devreye giren Fransa Kralı IX. Charles, Kânûnî’ye onun serbest bırakılmasıyla alakalı ricada bulunur, Kânûnî ona olumlu yanıt vermemekle birlikte bu konuda ısrarcı olması durumunda istediğini yapacağını ifade eder. Tabi buna gerek kalmadan Habsburg Hanedânı mensubu Kutsal Roma İmparatoru I. Ferdinand ile Kânûnî Sultan Süleyman arasında 1562 yılında sağlanan sulh kapsamında Alvaro de Sande de 4 yıllık esaretinin ardından serbest bırakılır. Kânûnî aslında onun serbest bırakılmasının getirebileceği mahzurların farkındadır. O, Fransa Kralı’na gönderdiği mektubunda Alvaro de Sande’yle alakalı “hem Fransa'ya karşı yapılan savaşlarda hem de Afrika'daki savaşlarda oldukça tecrübeli bir komutanın serbest kalması hem senin hem de benim menfaatime aykırıdır, beni dinlersen bu işten vazgeç.” şeklinde nasihatte bulunur. Kânûnî’nin bu düşüncesi hemen birkaç yıl sonra kendisini haklı çıkarır. Alvaro de Sande 1565 yılında Osmanlı’nın karşısına bir kez daha, bu sefer Malta’da çıkar. Burada Osmanlı aleyhine girişilen faaliyetlerde Alvaro de Sande’nin de büyük gayretleri olur.
Fethedilmesinin ardından Trablusgarp Beylerbeyiliği’ne bağlanan Cerbe, uzun bir dönem Osmanlı hâkimiyetinde kalır. Bu zaman zarfında adada imar faaliyetlerine girişilir. Osmanlı’dan kalan çok sayıda eser bugün Cerbe’de hâlâ ayaktadır. Bu yapıların başında, yapılan tamir ve onarım faaliyetleriyle bir Osmanlı kalesi haline gelen Cerbe Kalesi vardır. Murâdiye Medresesi ile Türk Camii de Cerbe’de yer alan ve Osmanlı döneminden kalma önemli eserlerdir. Bunun dışında adada bulunan başka eserler de bulunur.
Tabi Cerbe 1881 yılında Tunus’un Fransa tarafından işgal edildiği tarihe kadar, Osmanlı hâkimiyetinde kaldığı uzun müddet boyunca çok sayıda olaya da şahitlik eder. Bu konuda özellikle Tunuslu değerli araştırmacı Zübeyir Halîfe’nin hazırladığı “Osmanlı idaresinde Cerbe adası XVI. XVII. yüzyıllar” başlıklı çalışma, isminde de geçtiği gibi 16. ve 17. yüzyıllarla alakalı değerli bilgileri barındırır.